- Kategori
- Öykü
“Sürmem seni tenime, yarama merhem olsan…”

Eve girer girmez antrede çöktü yere, sırtını dayadı duvara, çekti dizlerini kendine, kollarıyla bacaklarını sardı, çenesini iki dizinin arasına koydu; ağlamaya başladı yeniden… Hiçbir şekilde kontrol edemiyordu yanaklarından aşağı süzülmesini gözyaşlarının. Tatlı tatlı yağan ama günlerce süren bir yağmur gibi uzun uzun ağladı…
Allah’ım, hayat nasıl da ağır geliyordu üstüne son zamanlarda böyle? Herkese kırgındı, dargındı, herşeye küskündü, her şeye kızgındı; aslında en çok da kendineydi kırgınlığı, kızgınlığı, öfkesi... Başkalarına kırıldığında onları affetmesi kolaydı da; kendine kırgınlığını affedemiyordu insan ve en ağırı da kendine kırgın bir ruh taşımaktı göğsünde…
İçindeki fırtınaları susturmaya çalışmaktan, ruhunun rüzgârlarıyla, boranlarıyla baş etmeye çalışmaktan, yaşadıklarından/yaşananlardan dolayı kendine acımasız davranmaktan yorgun düşmüştü, yılgındı, bitkindi. Ama onu esas yoran her sabah kalktığında çevresindeki herkese içindeki her şeye rağmen; yine de gülmek zorunda olması, güçlü görünmek zorunda olmasıydı. Oysa bükülmüştü ruhu, eğilmişti…
Ve o en sevdiklerinin yanında olduğunda bile hissettiği ağır ‘yalnızlık’… Yalnızdı, fiziksel olarak değildi belki ama ruhsal olarak yapayalnızdı… Onu anlayan yoktu, onun ruhuna erişebilen, ruhuna dokunabilen, daha da önemlisi erişse bile sonrasında onunla kalabilen yoktu, olmamıştı. Herkes sevildiği kadar seviyordu. Herkes hep bir şeyler almak beklentisiyle gelmişti kendisine; kimi ruhundan, kimi canından, kimi yaşamından… Kendisinden bir şeyler almadıklarında sırtlarını dönüp gidiyorlardı bir bir… Bencil ve nankör ruhlarını rengârenk maskelerle donatmıştı insanlar… Kimse kimseyi her şeye rağmen, hiç karşılık beklemeden sonsuza kadar sevmiyordu, beklemiyordu işte!
"Dokunsalar ağlayacak gibi" noktasını çoktan geçmişti bile; "Dokunsalar; zaten mütemadiyen içinde akmakta olan gözyaşları dışarı taşacak gibi"ydi günün her anında. Belki bundandı tek başınayken olur olmaz saçma sapan şeylere bile onca gözyaşı dökmesi. Az önce trafik ışıklarında durduğunda camına vuran dilencinin aldığı para karşılığında ettiği duaya bile ağlamaya başlayarak tepki vermişti de dilenci neye uğradığını şaşırıp şaşkın şaşkın uzaklaşmıştı yanından. Severdi arabada müzik dinlemeyi. Kimi zaman sırf daha çok müzik dinleyebilmek için arabada; yolunu uzattığı olurdu. Kimi zaman hiç eve gidesi; o kapıdan içeri giresi olmazdı.
Tam eve varmak üzereyken, radyoda çalmaya başlayan şarkı kalbinin tüm kırgınlığını bir anda dile getirmişti sanki "Sürmem seni tenime yara merham olsan..." diyerek... Arabadan iner inmez daha asansöre binmeden Youtube’dan bulup açtı aynı şarkıyı ki asansörde başlamıştı bile dinlemeye. Şimdiyse şarkı, yanı başında yerde duran cep telefonunda tekrar modunda arka arkaya hiç durmadan çalıyordu…
Gecenin yarısı garip bir ürpertiyle uyandığında, antredeki taşların üzerinde uyuyakalmış olduğunu fark etti. Gözünde yaş, telefonunda şarj, canında hal kalmamıştı; hiç kalmamıştı… Kapadı gözlerini, milyonlarca uyku hapını bir anda içmiş gibi ağırlaşmış olan yorgun ruhunu olduğu yerde; o soğuk taşların üzerinde, tekrar bıraktı gecenin sessiz karanlığının ellerine...
(Sürmem Seni Tenime Yarama Merhem Olsan - Cevdet Bağca)