- Kategori
- Siyaset
"Tatmin" olmak için "demir" gerekmiş!
Önce Polis Koleji sınavında, sonra KPSS’de, en sonunda da ÖYS’de sahtekarlıklar, şifreler, üstünü örtmeler çıktı ortaya, ülkenin midesi bulandı…
Ardından “Demir” ile “Tatmin” olan Böyyüklerimiz ekranlarda boy gösterdi! Bende merakla bekliyordum “Güzel Ahlak” sahipleri ne düşünüyorlar diye? “Tatmin” olmuşlar mıydı acaba?
Rıza Heybetoğlu adlı Mustafa Kemal’in yolundan gelip, Cumhuriyetin Kurucu Aklını özümseyen bir “güzel ahlak” sahibi dayanamamış “aklındakileri” sıralamış.... Ben de aldım, ne noktasına ne virgülüne dokunmaya gerek duymadan;
“Ey Muhammed-ul Emin’in ümmeti…
O güvenilir olanın. O asla yalan söylemeyenin.
Ey, Mümin, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir hadisinin sahibine iman edenler!
Bu gidiş nereyedir?
Yıllar yılı sadece belirli bir zümreye ait olan muasır öğrenim hakkını Yozgat’ın köylüsüne, Trabzon’un yaylalarındaki çobanın oğluna, bakkal çırağına, müstahdem çocuğuna götürdü bu beğenmediğimiz, kırık dökük eğitim sistemimiz. Artık İstanbul’un seçkin okullarındaki müfredat neyse Diyarbakır’ın Bağlar’ındaki müfredat aynı olacaktı. Bir umut, bir ışık vardı Anadolu çocuğu için. Çalışırsam doktor, hâkim, hatta Cumhurbaşkanı olabilirim diyordu hayatın mutluluk paketi olarak sunulmadığı Anadolu’nun çilekeş insanı. Gayrı çobanın çocuğu çoban, rençperin çocuğu rençper olmayacaktı. Ben diyordu Asım’ın nesli, ne olursa olsun çalışırsam bu bana reva görülen zinciri kırabileceğim, anneme o istediği çamaşır makinesini alabilecek, altmışlık babamı tarlaya gitmek zorunda bırakmayacağım.
Ama birileri bu ülkenin hep veren, hiç alamayan insanından bu kez paradan daha önemli bir şey çaldı. Gençlerimizin umutları, hayalleri çalındı.
Ve hangi devirde oldu bu?
Allah’a, Resulüne, Ahiret gününe iman etmiş insanlar nefes alırken oldu. Her cuma adaleti, iyiliği emreden Allah’a secde eden insanlar yaşarken oldu.
Diyelim ki kimse bunun hesabını sormadı?
Diyelim ki gene günah keçileri bulundu?
Diyelim ki haftaya gündem değişti…
Peki, yarın iman ettiğiniz din gününde, Allah’ın mahkemesinde sorulduğunda,
- Kim size benim adıma zulmetme yetkisi verdi?
- Hangi maslahat, çocuğunun dershane parasını ödemek için traktörünü satan babanın yıllarca ter döken çocuğunun hakkını yemenize izin veriyor?
Ne cevap vereceksiniz?
Hani Fırat’ın kıyısında kapılan koyunun hesabını bile kendi omuzlarında hisseden Ömer’in dinindendik? Hani inandığımız Rab, Rabbul Müslimin değil, Rabbul âlemindi.
Şimdi hangi kefaret bu zulmü temizler? Hangi dergâhın Nasuh tövbesi sizi arındırır? Bu sınavdan başka hiçbir ümidi olmayan çocuklarımızın hangi birinden helallik alınır?
Yapılan savunmalara siz inanıyor musunuz?
Allah’ı inandırabilecek misiniz?
Ne yaptığınızın farkında mısınız?
Ya bir tek kişi bile bu yaptıklarınızdan ötürü size ve inandıklarınıza isyan ederse? Hangi tatmin olmuşluk sizi kurtaracak? Hangi edemediğiniz istifa size himmet edecek?
Bunlar da zalimmiş derse tek bir çocuğumuz, hangi hizmetimiz bu günahın bedelini ödeyecek?
Bir insanı kurtaran âlemleri kurtarmış, gene bir insanın küfrüne sebep olan âlemleri öldürmüş gibi değil midir?
Ve susanlar…
Dilsiz şeytanlar olmaya değer mi koltuklarınız?
Fazla değil üç beş senelik ömür geçip de, yataklarınızda ölümü beklerken keşke diyeceksiniz.
Keşke haddi aşanlara hayırhah olsaydık. Keşke zalim sultanın yüzüne zalimsin diyenlerden olabilseydik. Keşke Muhammedî olabilseydik. Keşke susmak yerine hakkı haykıran bir Ebu Zer olabilseydik!
Bir an durun ve sorun bu ilahi hitabı, her fiilinizi mazur gören kalplerinize.
Fe eyne tezhebun
Bu gidiş nereyedir?”