Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

04 Aralık '07

 
Kategori
Resim
 

"Toprak Adamları" - Neşet GÜNAL

"Toprak Adamları" - Neşet GÜNAL
 

Neşet Günal’ın resimlerine bakmak yürek ister, cesaret ister. O gözlerle, o ellerle, o yüzlerle bir an için bile gözgöze gelmek ürkütür insanı. Siz, biz “yürek dayanmaz” diyerek bakışlarımızı kaçırırken Neşet Günal’ın o resimleri yaparken, geçmişte yaşadığı anıları tekrar depreşirkenki hali nicedir, bilir misiniz? Hemen hepsi tanıdık yüzler değil midir onun için: ‘Mehmet’in Oğlu', ‘Kolsuz Durmuş’un Kadını, ‘Kör Hasan’ın Oğlu' ve daha niceleri... Zira, ‘‘Benim kişiliğimi oluşturan resimlerimde anlatılan, içinde yaşadığım toplumsal ve doğal ortamın insanları, bana en yakın olan toprak adamları, yaşamlarını her yönüyle tanıdığım insanlar’’ sözü aynı havayı soluduğunun, aynı toprağı sürüdüğünün, aynı dikene bastığının, aynı güneşin yaktığının ve aynı korkuları/korkulukları paylaştığının resmi değil midir? Zaten, yine “Resim benim için bir oyun değil, azaplı bir süreçtir’’ deyimiyle tuvale acıları kazıdığını belirtmez mi? Hepsi olmamakla birlikte toplumsal gerçekçi sanatçılar “Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın” seçimini çemberin, hayatın, gerçeklerin içinde yer almaktan yana kullanırken Neşet Günal bir adım daha öne çıkarak, sırasında anlattığı, resmettiği figürlerin yerine koyar kendisini.

Bir andız fidanı gibi

Dilerseniz, gelin şimdi, o yoksul, o kıraç Anadolu köylerinde, toprak damların önünde yürek sızlatan yalınayak Neşet Günal çocuklarına bir göz atalım. 1983 tarihli 138X83 cm boyutundaki ‘Mehmet’in Oğlu' adlı resim yürek parçalayan dramatik bir resimdir. Sol gözü kör olan bu bebenin başı sola doğru yaslanırken koşut olarak omuzu sağa düşmektedir. Belli belirsiz kamburu boynunu öne düşürmüştür. Ayakları ve elleri ‘hazırol’da bekler gibi vücuduna bitişiktir. Saçı dahi asimetrik biçimde sanki tek hamle ile kırpılmış gibidir; önde tepede uzun, yanlarda kısa, ama sarkıktır. Giydiği beyaz urbanın üzerine tek düğme ile iliklenmiş ceketteki ve yalınayak yere bastığı gölge topraktaki koyu lekeler saç hizasında resmi yatay olarak bölen koyu renkteki toprak damlı evlerle dengelenmiştir. Kaşlardaki kırıklık, alındaki kırışıklık, dudaklardaki suskunluk çaresizliği, yoksulluğu, kabullenişi ortaya koymakta, bakanın yüreğini dağlamaktadır. Neşet Günal’ın resimlerindeki çocuklar bir andız fidanı gibi orta yerde toprağın üstünde ‘anadan üryan’ büyüyen çocuklardır.

Sanatçının ‘Duvardibi’, ‘Kapı önü’, ‘Sorun – Sorum’ gibi dizi resimlerinden biri de ‘Korkuluk’lardır. Bu korkuluklar “bostan korkuluk”larından öte bir anlamı barındırırlar resimde. ‘Antropomorfik’* görüntünün ötesine geçerek sanki gerçekten yaşayan hayaletlerin ruhunu, hatta ve hatta suretini barındıran, bir gerilim ve korku yayan, terkedilmiş, ıssız bir mekan hissi uyandıran korkuluklardır bunlar. Bu yaratıda birbirine dik çatılmış iki değnekten hareketle sanatçının kostüm tasarımında ulaştığı çizgi had safhadadır. Çocuklar hep de korkulukların önünde kümelenmişler, kimi zaman da korkuluklara tutunmuşlardır. Sanki yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır. Bir çelişki gibi görünse de ne kadar yalnız, ne kadar yardıma muhtaç olduklarını sergilemek açısından oldukça vurucu bir metottur bu. Daha da ötesi insan boyundaki sıradan gibi görülen bir korkuluğu tek başına resimlemek cesaret işidir. Çitler üzerine asılmış hayvan kurukafaları, ‘duvardibi’ resimlerinde duvar yapımında sıralanmış taşların oylumlarının büründüğü yaratıkları çağrıştıran gerçeküstü görüntüler, 1964 tarihli “Sorun” resminde salıncağa yatırılmış bebeğin üzerinde gölgelik yaratmak kaygısıyla çomaklardan ve örtülerden oluşan cibinliğin çağrıştırdığı çiroz bir öküz görünümlü tüm bu fantazist öğeler konunun anlatımına, izleyiciye ulaştırılacak mesajın yoğunluğuna katkı sunmak için titizlikle seçilmişlerdir.

“Eller, eller, eller...”

“Eller, eller, eller...” Sıkılmış yumruk olmuş, bilekte düğümlenmiş, öfke dolmuş koca koca eller. Mengene haline dönüşmüş elleri bütün çıplaklığıyla görebiliyorsunuz. İkinci baştakinin sağ kolu yok. Beşi de suskun, beşi de küskün, sırtını dönmüş size ‘Duvardibi’nde (‘Duvardibi-IV resmi; 210x139 cm, 1975). Yalınayak toprağa basan koca koca ayaklar üzerinde yükselen bu ‘beşi bir yerde’ toprak adamı sanki bir labirentin içerisine hapsedilmiş maküs talihlerine inat birer anıt gibi dikilmiş karşıdaki beş viran kapısız ve dahi penceresiz dama, gerçekte daha uzaklara bakmakta.

Resimlerimin bir ucundan bir ucuna bir hikâye, bir dram söz konusudur

1950’lerin ortasından itibaren Neşet Günal’ın resimleri monokrom denilebilecek derecede renkten yoksun olmasına karşın ‘bunca güçlü anlatım, bunca çığlık nasıl mümkün olabiliyor’ diye soruyorum kendime. Ekspresyonist ressamlardan Munch’ın “çığlık”ını gözümün önünde canlandırıyorum. Şiddet, gerilim çağrıştıran bu renklerin hiçbirisi yok Günal’da. Sanırım cevabı verecek anahtar kelime “tiyatro” ve teatral kurgu olsa gerek. Nedir tiyatronun gücü? “Keşanlı Ali Destanı”nı izlediğim o çocukluk günlerime dönüyorum: O ne performanstı, o ne biçim bir oyunculuktu, o nasıl bir sahne dekoruydu, nasıl bir kıyafet şöleniydi o? Gerçekte öyle bir destan yaşanmış mıydı, yazılmış mıydı; bilmiyorum! Ama bildiğim şu ki, o gün izlediğim ‘oyun’ gerçeğin ta kendisiydi. Toplumsal gerçekçilik akımına bağlı gibi görünse de Neşet Usta anlatacağı konuyu tıpkı sahneye konulan bir oyun gibi tasarlıyor. Önce doğru figürlere yer veriyor. Tuvaldeki sahne ve kompozisyon tasarımını doğru yapıyor. Figürler seslenemese de tıpki bir ‘pantomim’ sanatçısı gibi vücut hareketleriyle ya da bakışlarla en yalın biçimde anlatıyorlar ressamın zihninden, belleğinden geçenleri. Tam da bu noktada sözü Neşet Günal’a bırakıyorum: “Benim gerçekçiliğim, bana özgüdür. Dayanakları Anadolu insan gerçeği ve Anadolu yaşam gerçeği. ... Benim gerçekçiliğim doğrudan doğruya resmimin içeriği ile ilgili bir gerçekçiliktir. Bu gerçeklikten hareket ederek resmimin biçimsel sorunlarını oluşturuyorum. ... Bende dışavurumcu öğeler de var. Gerçeküstü, hatta bazen fantazist öğeler de var. Tümü benim gerçekçi tavrımı belli bir yoğunlukta seyirciye aktarmak için kullandığım öğelerdir. ... Benim büyük kompozisyonlarım gerçeğin yansıtılması değil; gerçeğin akılcı bir yolla yeniden düzenlenmesi ve seyirciye sunulması. Bu bakımdan teatral bir kurgulama söz konusu olabilir. Figürleri dizerken içerik bakımından sorunlarımı çözdüğüm gibi, o içeriğe paralel bir davranışla biçim sorunlarımı da çözmüş oluyorum. Biçim sorunlarını çözmezsem eğer, resimlerim plastik yönden, resimsel yönden geçerli olmaz. ... Muhakkak, duyarlı olduğum konuyu özgün bir dille aktarabilmem lazım. Bunu başından beri bulmaya çalıştım. Burada da ağırlık desende. Desen ağırlıklı figürler bunlar. Benim resimlerim diziler halindedir. Bu resimlerdeki figürlerin her birinin kendine özgü hikâyesi olduğu gibi, birbiriyle de ilişkileri vardır. Bunların hepsi, belli bir yaşamın tamamlayıcılarıdır. ... Figür temeldir. Anlatımımın temel öğesidir. Figür, insan anlamındadır. Yaptığım resimlerimin bir ucundan bir ucuna bir hikâye, bir dram söz konusudur. Bu düzenlerde insanın yeri başka, insanın konumunu destekleyen doğal yahut yapay çerçeve başkadır. Başka deyişle, benim resimlerim tümüyle bir toplumsal eleştiridir. Bu eleştirinin içinde haliyle politik tavır da vardır.”

Ağız dil vermeyen köylüler

Cahit Külebi Neşet Günal’ı tanımış mıydı? Eminim ki tanımıştı. Peki, “Sivas Yollarında” şiirini Neşet Günal’ın bir resmi için mi yazmıştı? Sanmıyorum. Çünkü Neşet Günal Orta Anadolu’dan, çoğunlukla da doğduğu Nevşehir yöresinden kesitler sunar. Ancak, “Sivas” kelimesini değiştirdiğinizde sanki bu şiir Neşet Günal’ın 1970 tarihine endekslenen “Bir Başka Yaşantı” isimli 250 x 120 cm boyutundaki karalara bürünmüş, sanki bir matemi çağrıştıran resmi için yazılmıştır. Daha da ötesi, sanki bu resim için “biçilmiş bir kaftan”dır.

“Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri.

Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sivas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider. …“

Yakın geçmişimizde, çok uzaklarda değil, yakınımızda - Orta Anadolu’da - sıklıkla karşılaşabileceğimiz “ağız dil vermeyen köylüler” sanki tuz basmışlardır yaralarına.

“Toprak adamları”

Figür, Neşet Günal’ın resimlerinin ‘olmazsa olmaz’ıdır. Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim üyeliği de yapmış ressam Prof. Dr. Neşet Günal’ın başta Neşe Erdok, Mehmet Güleryüz ve Aydın Ayan olmak üzere yetiştirdiği sanatçıların neredeyse tamamı figürden kopamamıştır. Neşet Günal’ın tuval resimlerinin handiyse tamamı da “bire bir” gerçek boyutlardaki anıtsal yapıtlardır. Dolayısıyla, sanatçı tuval resminde figür/leri, objeleri yerleştirirken, kompozisyonu belirlerken desenlerden, etüd ve ön çalışmalardan yola çıkar. Akademi’de Lévy’nin, Paris dönemlerinde ise önce Lhote’un, sonra da Léger’nin öğretilerinden faydalanan sanatçının özellikle Léger’nin figüratif işlerinden etkilendiği, anlatım yöntemlerini kendisine yakın bulduğu için benimsediği bir gerçektir. Ancak, sanatçı, Léger’deki katıksız plastik oluşuma yaşam çabalarını, tasalarını, acılarını, yoksulluklarını paylaştığı “Toprak adamları”nın gerçeklerini katarak ‘kendisine özgü’ samimi bir resim diline ulaşmayı başarmış, onca batılı öğretiye rağmen kendi toprağının özgün resmini yapmayı ilke edinmiştir. Sahi, ‘Kara Toprağa’ sevdalı böyle değerli bir ustayı tanıtmak için neden bu kadar geç kalmıştım? Nedeni, “Ankara’da Helikon Derneği’ndeki ilk kişisel sergisinden (1955) sonra sadece 1996 yılında - Galeri Sevin’de - bir tek sergi açmış olması mıydı” diye soruyorum kendime. Ama ne tesadüf ki, 14 Mart 1996 tarihinde açılışı yapılan bu serginin davetiyesini özenle saklamışım.

Neşet Günal’ın resimlerinde çiçek açmaz, diken batar. Dereymiş, çaymış ‘Hak getire’! Yeşile koşmaz resimleri. Güneş altında kavrulmuş topraklar bakır kusar sanki. Havada bir bozlak, bir feryat, bir ağıt duyulur... Tuval yüzeyi anlatıya denk düşen bir metotla Paris´te aldığı "Fresk ve Duvar Resmi" öğretisinin de katkısıyla sanki toprak dokusu hissi veren pütürlü ve dramatik bir yapıya dönüşür. Turgay Gönenç "Yüzün Senin” isimli şiirinde:

“...Çoğalan yüzlerle çıkıyor karşımıza
Ve adamlar sanki ellerine dönüşmüş yüzleri
Bir duvar dibinde sıralanmış yan yana
Büyüyor durmaksızın görmediğimiz gözler...”


diye seslenir Neşet Günal resimlerine.
‘Duvardibi-III’ resminde sanki perdelerin kapanma vakti gelmiştir artık. Neşet Günal’ın tüm figürleri - çoluk çocuk, kız kızan, ana ebe, ırgat dede - demeden dikenlerin sarmaladığı duvardibinde sıralanmış, “Sorun”un “Sorum”un çözümünü bekler bakışlarla sizi esir almakta, çoğalan yüzlerle seslerini duyurmaya çalışarak gözleriyle selamlamakta, belki bir anlamda da hislerine tercüman olan Neşet Günal Usta’yı artık uğurlamaktadırlar. 1923 doğumlu, 1969’da 30. DRHS resim dalı 1.’lik Ödülü ile 1989’da Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülünün sahibi değerli sanatçımız, usta ressam, değerli hoca Prof. Dr. Neşet Günal 26 Kasım 2002 sabahı derin izler bırakarak resimleriyle, dostları ve toprak adamları ile vedalaşmıştır. Toprağın bol olsun Neşet Usta...

Alaattin Bender
www.alaattinbender.com


* ‘Antropomorfik’: İnsan şekline benzeyen her obejeye tanım açısından verilen genel isimdir. Antropomorfik objelerin temel özellikleri (insan öykünmesinden kaynaklandığı için) göz,ağız, dudak, kulak gibi son derece insansı uzuvları dekoratif amaçla üstünde barındırmasıdır.

 
Toplam blog
: 26
: 8842
Kayıt tarihi
: 21.11.06
 
 

1990-1994 yılları arasında T.M.O. Plastik Sanatlar Atölyesi'nde Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara