Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '21

 
Kategori
Güncel
 

1 MAYIS

1 Mayıs’ı kutlamak için 1 Mayıs’ı anlamak gerekir önce. Nedir, nereden çıktı ona bakalım.

İlk kez 1856'da Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesinden Parlamento Evi'ne kadar bir yürüyüş düzenlediler.

1 Mayıs 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Chicago'da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil'de (Kentucky) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü.

Bu gösteriler 1 Mayıs'ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti ve 4 Mayıs'ta kanlı Haymarket Olayı'na yol açtı.

Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellendi. 14 Temmuz-21 Temmuz 1889'da toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada "Birlik, mücadele ve dayanışma günü" olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.

Zamanla 8 saatlik iş günü birçok ülkede resmen kabul edildi. 1 Mayıs böylece işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazandı.

Peki günümüzde neler oluyor.

Emek dünyası 1 Mayıstan sonra çok kazanımlar elde etti. Bunlardan en önemlisi ve haklarının teminatı olan sendikalaşma.

Burada DİSK’in ifadelerine dikkat etmek gerekiyor. “1970-1980’li yıllar işçi sınıfı mücadelesi açısından sermaye karşısında ekonomik, sosyal hakların, sendikal hak ve özgürlüklerin kazanıma dönüştüğü yıllar oldu. Sendikaların örgütlülük düzeyi ve toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin fazlalığı esas olarak kamuya dayanıyordu. 24 Ocak kararları ve 12 Eylül Askeri Darbesi bütün bu hakları işçi sınıfından geri almanın süreci oldu. Özal dönemiyle başlayan özelleştirme süreci, AKP dönemiyle büyük oranda tamamlandı. Özelleştirme sonucunda sendikal haklar, özgürlükler, TİS kapsamına giren işçi sayısında büyük kayıplar yaşandı. Sermayeden yana değişen yasalar işçilerin sendikal örgütlenmesinin önüne büyük engeller çıkardı. İşkolu, işyeri ve işletme barajları bu engellerden birkaçı. Çıkarılan yasalarda alt işveren uygulamaları, yap-işlet-devret, hizmet alımı yeni çalışma biçimleri sendikal örgütlenmeye ket vuran diğer saldırlar olarak gündem geldi. Taşeronlaştırma, esnek çalışma, güvencesiz çalışma biçimleri, en son kiralık işçi büroları buna eklenince yaşanan son kaçınılmaz oldu.”

Türkiye’de yıllar içinde değişiklik gösteren sendikalı işçi sayısı ve sendikalaşma oranı ise son yıllarda artış gösteriyor gibi görünse de acaba durum gerçekten de böyle mi? Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından açıklanan veriler incelendiğinde, Ocak 2013’te %9,21 olan işçilerin sendikalaşma oranı Ocak 2019’a gelindiğinde ise %13,86’ya çıkmış durumda. Artış gösteren sendikalaşma oranına bir de işçi sayısı açısından bakacak olursak, 2019 yılında Türkiye’de çalışan toplam işçi sayısı 13,4 milyon iken bu işçilerin 1,8 milyonu sendikalı işçi kategorisinde yer alıyor.

2021 yılı verilerine Türkiye’de yaklaşık 3 Milyon memur emekçisi var. Yine memurların sadece 1,7 milyonu sendikalı. Evet Türkiye’de sendika ve sendikalaşma var gibi görünse de temelindeki ruh maalesef kalmadı.

İşçi ve memurun ekonomik ve sosyal haklarını güvence altına alan Toplu İş Sözleşmeleri maalesef çoğunlukla(güya)uyuşmazlık ile sonuçlanmakta ve YHK (Yüksek Hakem Kurulu)’na gitmekte. 2012’de 20 bin işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmelerini bağıtlayan Yüksek hakem Kurulu 2016’da büyük bir sıçramayla 182 bin, 2017’de ise 287 bin işçinin toplu iş sözleşmesini bağıtladı. 2015-2017 arasında YHK tarafından bağıtlanan sözleşmelerin kapsamındaki işçi sayısı yüzde 360 artış gösterdi. Yine memur toplu sözleşmelerinin de zaman zaman YHK’ya kaldığı görülmekte. Ve tabi böylece kâğıt üzerinde ilgili iş kolu ile toplu sözleşme görüşmesi yapılmış oluyor, taraf olan işverenle uyuşmazlık sonunda yine içeriği işveren olan tarafla uyuşmazlığa gidiyoruz. Bu şekilde bir toplu sözleşme ve sendikalaşma zaten 1 Mayıs ruhuna aykırı.

Emek mücadelesinin olmazsa olmazlarından bir tanesi de hiç kuşku yok ki Grev Hakkı. Anayasamızın 54.maddesinde bu açıkça belirtilmiş olmasına rağmen 2000’li yıllardan itibaren Grev oranında ciddi bir gerileme yaşanmıştır.

1984-2002 döneminde yıllık ortalama greve çıkan işçi sayısı 40 bin 823 iken, bu sayı 2002-2017 döneminde 5 bin 693’e gerilemiş. Benzer bir şekilde grevde geçen işgünü sayısı da düşmüş. 1984-2002 döneminde yıllık ortalama grevde geçen işgünü sayısı 1 milyon 208 bin iken, 2003-2017 arasında bu sayı 227 bine gerilemiş.

2000’li yılların kayda değer bir başka verisi ise kamu kesimi grevlerine katılan işçi sayısının neredeyse ihmal edilebilir kadar düşük bir noktaya gerilemesi. Bunun en önemli nedeni kamu kesiminin daralması, özelleştirme ve taşeronlaşma eğiliminin 2000’li yıllarda hız kazanması.

Grevlerle ilgili bir diğer önemli gösterge grevde çalışılmayan işgünü sayısı. 2000’li yıllarda grevde geçen işgünü sayısında düzenli bir düşüş yaşanıyor. Grevde geçen gün sayılarındaki düşüş, ilk akla geleceği gibi çalışma yaşamındaki ‘barış’ ortamının bir sonucu değil elbette. Bu düşüşün esas nedenini sendikalı işçi sayısında, kamu işçisi sayısında ve toplu sözleşme kapsamındaki işçi sayısında yaşanan azalma ile sendikasızlaştırma ya da yandaş sendika politikaları oluşturuyor.

Görüldüğü gibi 1 Mayıs’ın çıktığı ruh ve günümüzdeki durum bu. Taban tabana zıt bir durum yok mu ortada.

Tüm emekçilerin ekonomik ve sosyal haklarının elde dileceği nice 1 Mayıslara.

 
Toplam blog
: 40
: 1056
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

Odyometri Bölümünün ilk mezunlarından sayılırım.Daha sonra İktisat Fakültesi,Acil Yardım ve Afet ..