- Kategori
- Güncel
10 Kasımlarda Atatürk'ü anmak
Cuhuriyetimizin kurucusu Atatürk
Atatürk’ü 10 Kasımlarda yine milletçe anıyoruz. Aradan 74 yıl geçti. Atatürk Sevgisi hâlâ içimizde dipdiri yanıyor. Çünkü bu millet Atatürk’ü seviyor. Atatürk büyükler hizmetler yaptı. Ölürken de bütün varını, yoğunu bu millete armağan etti… İsteseydi o günlerde Ankara’nın yarısını alabilirdi. O’da her insan gibi sırası gelince aramızdan göçüp gitti… Tarih 10 Kasım 1938. Saat 9. 5 geçe.. Nur içinde yatsın…Örnek bir insan ve örnek bir devlet adamı idi….
Ne var ki Atatürk erken gitti. Vefat ettiği günlerde 57 yaşında idi…
Elazığ’dan yazar dostum Mehmet Şükrü Baş bana “AĞLAMA ÇOCUK” adını taşıyan bir yazını göndermişler. Köyde 10 Kasım’da bir öğretmenin öğrencileriyle birlikte hazırladıkları bir piyesi köy okulunda oynatıyorlar. Piyes oynarken öğretmenler, öğrenciler ve tüm seyredenleri ağlamışlar. Tıpkı 74 yıl önce tüm Türkiye’nin ağladığı gibi.
Sözü fazla uzatmadan kadim dostum Sayın M. Şükrü Baş’ın konuyla ilgili yazısını sizlerle paylaşmak istiyor, Gazi M. Kemal Atatürk’ü bir kez daha saygıyla ve rahmetle, şükranla anmak istiyorum. Ruhu şad olsun büyük Ata’nın… Sayın M.Ş. Başa’da selam ve teşekkürler sunuyorum...
Konuk yazar : Mehmet Şükrü Baş :
AĞLAMA ÇOCUK!
On Kasımlar, bu ülkenin her yerinde olduğu gibi yüreğimizde de matem günüdür. O gün bizim yaslı günümüz, o gün bizim gamlı günümüzdür. Çünkü o gün dünya devletlerinin “Hasta adam” olarak kabul ettiği bir devletin yeniden canlanması, canlanmadan öte şaha kalkması ve bir dünyaya tarih dersi, kahramanlık dersi, insanlık dersi veren bir büyük liderin milletini öksüz bıraktığı gündür.
O gün bizim matem günümüz, yas günümüzdür.
İşte böyle bir 10 Kasımda güzel yurdumuzun ücra bir köşesinde bir ilköğretimde öğretmen ve öğrencilerin hazırladığı bir piyes köylülerinde davetli olduğu sınıfta hiç olmayan imkânlarla sahneye koyuluyordu.
Sınıfın bir köşesine konulan bir divanda Atatürk rolündeki, Atatürk’ün öğretmeni boylu boyuna yatıyordu. Etrafında yaverleri, doktoru, siyaset arkadaşları rolüne bürünen öğretmen ve öğrencileri yer almışlardı.
Tarih 10 Kasım, saat 08.30’u gösterirken perde açılıyordu.
**
Atatürk’ün milletine olan sevgisi ile dolu bedeni boylu boyuna divanda uzanıyordu. Yanı başında bulunan doktoru ha bire tedavisi için gereken tavsiyelerde bulunuyor ise de Atatürk yanındaki Fevzi ve İsmet Paşalarla ülkenin dâhili ve harici meselelerini konuşuyordu. Hastalığı bütün vücudunu kavuruyor, o bu konuda ne doktorundan ne yanı başında bululanlardan bir istekte bulunmuyordu. Bir ara gözleri yanı başındaki öğretmene kaydı, eliyle kendisine yaklaşmasını istedi. Öğretmen, Atatürk’e yaklaştı. Öğretmene “Bak öğretmenim!” dedi kısık bir sesle. “Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti sizin eserlerinizle ilelebet payidar kalacaktır. Onun için bu gençleri eğitiniz. Onlara Cumhuriyetin temel niteliklerini ve de nimetlerini izah ediniz. Onları hurafeden, onları cehaletten, onları karanlık düşüncelerden, onları gaflet ve delaletlerden koruyunuz. Onların ruhunda sönmeyen bir ışık yakınız. Bu ışık etrafınızı öylesine aydınlatsın ki bu ülke asla ve asla bir daha karanlıklarda kalmasın.” dedi.
Duvardaki saat sanki garip bir durum varmışçasına çalışmak istemiyordu. Buna rağmen zamanı durdurmak elbette ki mümkün değildi. Yelkovan ve akrep tam dokuzun üzerinde adeta titriyordu.
Atatürk güçlükle nefes alıyordu. Bir kez daha etrafına bakındı. Etrafındakilere “Ben bir ömür boyu milletimi aldatmamakla iftihar ediyorum.” diyebildi. Hakikaten o milletini bırakın aldatmayı başına taç yapmıştı. Köylüyü milletin efendisi saymıştı
Bu sırada bir öğrencinin hıçkırıklarını duydu. Hıçkırıklara boğulan öğrencinin yanına getirilmesini söyledi. Öğrenci yanına geldiğinde ellerinden tuttu son bir güçle kendine çekti ve ona “AĞLAMA ÇOCUK.” dedi.
“Ben sizi ağlatmak için düşmandan kurtarmadım. Ben, bu ülkeyi sizler ağlamayasınız, hür düşünesiniz, hür yaşayasınız diye kurtardım. Camilerde baykuşlar ötmesin, minarelerde çanlar çalmasın diye kurtardım. Bu topraklara düşman çizmesi basmasın diye düşmanı denize döktüm. Bu yüzden ağlama çocuk, ağlama. Sen ağlama ki gelecek nesillerde ağlamasın”dedi.
Artık nefes alamıyordu. Bütün gücünü, kuvvetini, enerjisini bu ülkenin kurtuluşuna harcamıştı. Yedi düvelle savaşmış, yetmemiş karanlıklarla cehaletlerle savaşmış, karlar üzerinde yatmıştı, yaralanmıştı, hastalanmıştı.
Yeniden yaverine döndü, “Saat kaç çocuk.”dedi.
Yaveri duvardaki saate baktı. Tam dokuzu beş geçiyordu ve saat durmuştu.
“Dokuzu beş geçiyor paşam.” dediyse de Atatürk bu sözleri duymadı. Sağ elinin işaret parmağı Akdeniz’i gösteriyordu. Mavi gözleri masmavi Akdeniz’e bakar gibiydi.
Sınıfta bir hıçkırık tufanı koptu. Öğretmeni, öğrencisi, köylüsü hıçkırıklara boğulmuş ağlıyorlardı.
Ata'nın ölümü ülkenin her yerinde olduğu gibi köyde de bir matem havası oluşturmuştu. Okul bahçesindeki bayrak yarıya indirilmişti. Atatürk “Size ölmeyi emrediyorum!” dediği 253 bin Çanakkale şehitleri, kınalı kuzularını kucaklamak üzereydi. Geride bıraktığı ulusu hıçkırıklara boğulmuştu.
Bir millet ağlıyordu!
***///***
Mehmet Şükrü Baş 10 Kasım 2012 - ELAZIĞ.