Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

12 Nisan '17

 
Kategori
Dünya
 

11 Eylül, neyin miladıdır?

Amerika’nın kalbinde gerçekleştirilen 11 Eylül hadisesi...

Hâlâ, birtakım kuşku bulutlarını muhafaza etmekte...

Ve, akıllara üşüşen sorulara da cevap alınamamakta...

Dünya, 1989 yılında ve 1990 yılında Berlin Duvarı ve S.S.C.B’nin yıkılmasıyla ve 11 Eylül gelişmesiyle...

Farklı bir yöne sürüklendi...

Daha fazla liberal demokrasi...

İnsan hakları ve eşitlik...

Hukuk anlayışının konsolide edilmesi...

Kapitalist ekonomik sistemin hegemonik alanının genişletilmesi...

Fukuyama, BERLİN DUVARININ YIKILMASI ve SOVYET BLOĞUNUN yıkılması neticesinde iki kutuplu dünyanın tek kutuplu dünyaya; yani Amerikan süper gücünün kontrolüne geçişinde...

“Tarihin Sonu Tezini”ortaya attı...

S.S.C.B dağılmış...

Demirperde ülkeleri, egemenliklerini ve özgürlüklerini ilan ederek...

Yeni devletlerin kurulmasına neden olmuştu...

Komünizm pratik olarak da kuramsal olarak da...

Varlık alanlarını kaybetmişti...

Komünizm tehlikesi ortadan kalkmıştı...

Kapitalizm zaferini ilan etmişti...

Kapitalist ekonomik sistem, tek başına kalmıştı...

* * *

SAMUEL HUNTİNGTON, Fukuyama’nın Tarihin Sonu Tezine, “Medeniyetler Çatışması” ile, yeni bir bakış açısı getirerek, itiraz ediyordu.

Dünyanın, yeni dönemde karşılaştığı durum...

Medeniyetler çatışmasıydı...

Hıristiyan Batı Medeniyeti...

İslam Medeniyeti...

Uzak Doğu'daki Sarı Benizli Üçüncü Dünya ülkeleri...

Modernite ve gelişmişlik...

İlerleme, bilim, teknolojik yenilikler...

Verimlilik, katma değeri yüksek ürün/üretim...

Ar-ge faaliyetleri ve ülkelerin bu alana tahsis ettikleri fonlar...

İnsan hakları...

Daha fazla özgürlük ve hukuk(!)

Bunların hepsi...

Yaşlı ve kadim Batılıların kıtasında “anlam” buluyordu...

* * *

Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan dünya siyaset düzeninde öngörülen, liberal demokrasinin ve serbest piyasa ekonomisinin, daha fazla alanda kendisine “müşteri” bulmasıydı. Kapitalist ekonomik düzen, dünyada, girmediği, ürünlerini satamadığı ülke/coğrafya/mekân bırakmamalıydı. Küreselleşme ve hız kazanan liberalleşme hareketleri, dünyada, yerel devinimlerinde hız kazanmasına neden oluyordu.

Liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin tapınıcıları küresel sermaye ve çokuluslu şirketlerin “emelleri”, demokrasi, insan hakları götürüyoruz diyerekten, daha fazla mal ve hizmet satmaktı. İnsanları tüketime alıştırmak ve tüketimin “köleleri” hâline getirmekte.

11 EYLÜLolayına, çok farklı yaklaşanlar oldu ve bu doğrultuda kendi zaviyelerinden ürettikleri okumalar mevcut.

Mesela, STAR gazetesi yazarı Sayın Mustafa Akyol, bu olay üzerinden geliştirilen komplo teorilerine pek prim vermediğini yazmaktaydı...

Sabah gazetesi yazarı Sn. Hasan Bülent Kahraman, 12 Eylül nüshalı yazısında, olayın geliş-akış-devamı veçhesinden şöyle bir okuma yapıyordu: (w.w.w.sabah.com.tr/12.09.2011)

“İşin dokusu, doğası, çehresi sonradan değişti. Amerika, 11 Eylül'ü, yeni bir dünya düzeni kurmak için hızla, hırsla, şiddetle kullanmaya başladı. Hemen ardından Afganistan müdahalesi geldi. Şimdi kitaplığımda duran bir kitap var. Amerikan akademi ve düşünce dünyasının önde gelenleri o savaşı destekledi, "adil/ haklı savaş" (just war) diye tanımladı, kitap bu adla, o konuda yazılmış yazıları bir araya getiriyor. İş orada kalsaydı bile kötüydü ama kalmadı. Amerika, her imparatorluğun yaptığı gibi, nispi bir duraklama döneminde kendisine hayali düşmanlar buldu ve dünyaya saldırmaya başladı. Rezil bir müstebitin cezalandırılması maksadıyla yola çıkıp, OD'ya barış ve demokrasi getirmek gibi kolonyalist bir mantıkla bütünleşen Irak savaşını başlattı. (Ah, öncesinde ve sonrasında onu destekleyen mübarek aydınlarımız...) Giriş o giriş. O bataklıkta hâlâ çırpınıyor Amerika, o halesinden başlayarak tüm dünyada itibar kaybetti. Türkiye de o gayya kuyusuna çekilmek istendi. Ben de basında ona karşı direnenler arasındaydım. O düşüncelerimi Amerika bu 11 Eylül'ü Çok Sevdi isimli kitabımda topladım.

Nihayet aradan 10 yıl geçti, bugüne geldik. Neydi bütün bu yaşananlar? Bu soruya karşılık neler neler söylenmez ki... Fakat bir tek noktanın üstünde durayım. New Statesman'de okuduğum bir yazının iddiasını tersine çevireyim. O yazıda, 11 Eylül sonrasında Amerika'nın itibar kaybının neo-liberalizmin yükselişine denk geldiği vurgulanıyor. Başka bir şey olamazdı, çünkü o müdahaleler, 1990-91'de, sonradan illallah deyip terk edeceği neo-liberal kampın kurucularından Fukuyama'nın başlattığı, neo-liberalizm yenidünya düzenidir, demokrasinin tek yolu neo-liberalizmden geçer şeklindeki düşüncenin küresel düzeyde uygulanmasıdır. Yani, 11 Eylül sonrası, Amerikan hegemonyası ve emperyalizminin bir çıkışıdır. İşin daha da vahim yanı ABD'nin bu tasavvurunu İslam düşmanlığı üstünden ve muhayyel bir terörist/terörizm kurgusu üstünden geliştirmesidir. Terör algısı, kurgusu kaldığı yerde kalmamış, küresel bir anlam kazanmış ve dünyanın her noktasında otoriter rejimlerin doğmasına yol açmıştır. Bu bir ilkti, çünkü bu yeni otoritarizm apaçık bir demokrasi içinde boy verip serpildi. Bu kıssanın hissesi şudur:11 Eylül, neo-liberalizm, neo-con, sermayenin küreselleşmesi, hegemonya ağının kurulmasıdır,11 Eylül gerçekten tarihin bir dönüm noktasıdır. Devam etmektedir. Hâlâ "Sıfır noktası"ndayız.”

* * *

11 Eylül, ABD’nin yayılma hedefinin tüllenmesidir/perdelenmesidir.

Amerika Birleşik Devletleri...

Sayın Kahraman’ın dediği gibi, “haklı” savaşıyla sınırlı kalsaydı...

Amerikan karşıtlığı veya...

Anti-Amerikan dalgasının yayılmasının...

Dünya düzleminde, görünümü çok daha farklı olabilirdi.

Amerika Birleşik Devletleri...

New York’da Dünya Ticaret Merkezi kulelerine yönelik...

Terörist saldırıyı, kendi emperyalist politikaları için bir koz olarak kullandı.

Afganistan’dan başlayıp...

Irak’a...

Hatta, gözü şuan itibariyle yemese de İRAN ile olan...

Soğuk diplomatik ilişkilerin...

İran ile sürekli itiş-kakış diplomasisinin takip edilmesi...

Afganistan’da...

Özellikle, Irak’ta 1.000.000’a ulaşan sivil insan kayıplarının...

Amerikan Demokrasisi ve İnsan Hakları sevdasıyla...

Açıklanması...

Pek fazlaca “safdillik” olur...

Ki, ABD’nin son 10 yılda savaşa/savunmaya ayırdığı 3.5-4 trilyon $’ı, göz önünde bulundurursak...

* * *

9/11 olayı, ABD’de ve İngiltere’de aşırı güvenlik kaygısını da gündeme getirdi. Türkiye’de ve sonra Londra’da ve Madrid’de El-kaide terör örgütünün gerçekleştirdiği bombalama eylemleri, devletleri, aşırı önlem almaya yöneltti. Amerika Birleşik Devletlerinin, Gergeo W. Bush Başkanlığında, tüm dünyaya şüpheyle bakar hâle gelmesi, havaalanlarında sıkı önlemlerin alınması, tenleri “kara” olan insanların, Müslümanların, havaalanlarında, diğer uyruklu insanlara göre daha farklı bir muameleye tâbi tutulması, zımnen “terörist” damgasının vurulmaya çabalanması gibi, yeni dönem tutumlarına “meşruiyet” yarattı.

Özellikle, aşırı bir “devletleşme” reflekslerini izler olduk. Amerikan vatandaşları bile, uygulanan aşırı güvenlik önlemleri ve prosedürleri karşısında, sanırım bir afallama yaşamışlardır. Amerikan Demokrasisi ve İnsan Hakları ile pek de tutarlılık oluşturmayacak davranışlar ve kararlar, bu terörist eylemle “hayat” buldu, diyebiliriz. Devlet aygıtının aşırı bir biçimde korunması saikiyle insanlara, şüpheyle, güvensizlikle bakılması, insanların uyruğunun, teninin, renginin farklı olması, Amerika Birleşik Devletleri’nde ayrıcalıklı muamele görmesi için yeterliydi.

İslamafobi denen, İslam ve Müslüman düşmanlığı...

Batı Avrupa ülkelerinde...

Göçmenlere...

Mültecilere...

Azınlıklara...

Bakış açısını da değiştir(t)di(!!!)

11 Eylül, Amerikan emperyalist stratejisinin...

Şekillendiriciliğinin...

Farklı bir forma girmesidir...

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara