Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '11

 
Kategori
Güncel
 

12 Eylül'ün "Yeşil Kuşak" teorisi bugünkü Ak Parti iktidarını doğurdu! (1)

12 Eylül'ün "Yeşil Kuşak" teorisi bugünkü Ak Parti iktidarını doğurdu! (1)
 

Milliyet Blog'a 03.08.2007'de üye olmuştum. Bilinçli olarak siyaset kategorisini seçmiş ve bu tercihime uygun siyaset yazıları yazıyordum...

Henüz yazarlığımın üzerinden 40 gün geçmişti ki, 12.09.2007 günü, yani 12 Eylül'ün sene-i devriyesinde, o zamanki Milliyet yazarı Ece Temelkuran'ın günün anlamıyla ilgili yazısı dikkatimi çekti. Yazının başlığı "12 Eylül'ünüz  kutlu olsun"du. Yazısında 12 Eylül'un yeşil kuşak teorisini uyguladığını, solu bitirdiğini ve bu sürecin aşırı sağcı bugünkü iktidarı doğurduğunu, Türkiye'yi hep yöneten sağ iktidarların da Türkiye'yi perişan ettiğini yazıyordu. Yani bildiğimiz "klişe" sol laflar. Yazının özünde tek suçlu ve tek sorumlu 12 Eylül'dü.

Bu yazı tarihi gerçeklerle bağdaşmıyordu, tamamen komplo teorilerine dayanıyordu. Milleyet gibi bir gazetede böyle objektiflikten ve tarafsızlıktan uzak bir yazının yer alması doğrusu garibime gitmişti. Üslup olarak oldukça sert sayılabilecek bir cevap yazısı yazdım. Yazımın başlığı, "Sizin de 11 Eylül'ünüz kutlu olsun"du (1). Yazımın onaylanacağından kuşkuluydum, yayınlanması benim için sürpriz oldu.

Bu yazımda Ece Temelkuran'ın atladığı ya da yaşananları kendi ideolojisine uydurmaya çalıştığı tarihi gerçekleri anlattıktan sonra şunları yazmışım:

"12 Eylül'ü bu kadar kötülediğinize göre sizce 11 Eylül güzel olmalı! Peki;

11 Eylül'de sönen ocakların, hükümsüz infazların, akan kan deryasının hesabını kim verecek?

Sizin 12 Eylül'de bir yakınınız, bir arkadaşınız vuruldu mu? Benim vuruldu. Henüz 18'indeydi. Üniversitenin ara tatili için evimize dönmüştük. Aynı siyasi görüşte değildik ama, o, karıncayı bile incitemezdi. İncittiler onu; anasına babasına sarılamadan, hasret gideremeden... Sokaktan geçen bir arabadan atılan kurşunlarla upuzun serdiler onu soğuk kaldırımların üzerine, tertemiz kanları bulaştı kaldırım tozlarına. Hayat doluydu ama, hayata doyamadı... Katili belliydi ama, kim vurduya gitti, o...

Siz hiç kuşkuyla, ölüm korkusuyla yaşamanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Sokakta, otobüste, vapurda gördüğünüz her yabancı kişiye 'acaba katilim bu mu?' diye bakmayı...

Sabahleyin çocuğunuzu okula gönderdiğinizde, 'belki son görüşüm' diye çocuğunuza sarıldığınız, öpüp kokladığınız oldu mu hiç? Eve dönecek mi diye her gün korkuyla ve telaşla yollarını beklediğiniz eşiniz, yakınlarınız...

12 Eylül'ü yazmadan önce 11 Eylül'ü okuyunuz ve 12 Eylül'ü yargılamadan önce 11 Eylül'ü yargılayınız!

Ben Kenan Evren'in dünya görüşlerine tümüyle karşıyım. Bugün yaşanan demokrasi ile ilgili bir çok sorunun sebebinin 12 Eylül olduğuna inanıyorum ama, 11 Eylül'ün de masum olduğunu söyleyemeyiz..." diye yazmışım.

11 Eylül'ün masum olmadığı, değerli blogger arkadaşım Turgut Çelik'in son yazısında (2) çok güzel anlatılmaktadır. Hem de bizzat Kenan Evren'in ağzından. Belgesel niteliğindeki bu yazıda Kenan Evren'in anlattıklarının bir cümlesine bile, o dönem yaşamış olan hiç kimse itiraz edemez. Çünkü  bunlar somut tarihi gerçeklerdir. Yani 12 Eylül'den en az 12 Eylülcüler kadar, hatta çok daha fazla 11 Eylülcüler sorumludurlar.

Esas tartışma konumuza, yani 12 Eylül'ün günümüze etkilerine gelecek olursak, bununla ilgili yukarıda alıntıladığım yazımın son paragrafında yazdıklarımı rahatlıkla söyleyebiliriz. Demokrasi ile ilgili bugün yaşadığımız sorunların birçoğundan 12 Eylül sorumludur. Bir kere 1961 Anayasası'na bir tepki olarak getirilen 1982 Anayasası özgürlükleri tırpanlamış, askerin ağırlıkta olduğu katı bir bürokratik vesayet rejimi getirmiştir. Bir taraftan asker, seçilmiş iktidarların başında "Demoklesin Kılıcı" gibi durup demokrasiye 28 Şubat ve 27 Nisan  ayarları çekerken, diğer taraftan yüksek yargı da evrensel hukukla bağdaşmayan iptal kararlarıyla Yürütmenin" ve "Yasamanın" elini kolunu bağlamaya çalışmış, olur olmaz gerekçelerle demokrasilerin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partileri hatta iktidar partilerini kapatabilmiştir. Türkiye adeta partiler mezarlığına dönüştürülmüştür...

Şeklen bir demokrasi söz konusudur. Fazla değil bundan 4 yıl öncesine kadar asker, seçilmiş iktidarı eleştirebiliyor, ona korku salabiliyor, başbakana bağlı olmasına rağmen, genelkurmay başkanı başbakana ayar çekebiliyordu. Bu garabetin değiştirilebileceği konusunu ise hiç kimse aklından bile geçiremiyordu. Askerin tam bir "fiili dokunulmazlığı" vardı. Aslında 60'lı 70'lı yıllarda da askerin etkisi vardı ama, demokrasinin zaman içerisinde olgunlaşarak düzelecek olması yerine, 12 Eylül'le beraber süreç tersine çevrilmiştir.

Bunun dışında, ekonomik olarak da 12 Eylül'ü değerlendirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. 70'lı yılların kişisel menfaatlere dayalı basit siyasi çekişmeleri, partizanlıkları ve yaygın yolsuzluklarıyla ekonomi iflas noktasına gelmişti. Ecevit'in Avrupa ülkelerini dolaşarak para dilenmesi, komik rakamlarla uğurlanması, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihten gelen onurunu ve gururunu yerle bir etmişti. Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü her şeyi açıklamaktaydı. 70'li yıllar siyaseten ve ekonomik olarak "kayıp" ve "karanlık" yıllardır. 12 Eylülle beraber ekonomi de suratle düzelme yoluna gitmiş, bilahare seçimle iş başına gelen Özal döneminde büyüme ve ihracat rekorlarıyla Türkiye parlayan bir yıldız haline gelmiştir. 70'li yıllar Türkiye için "yıkım" yıllarıysa, 80'li yıllar da "restorasyon" yıllarıdır. Bunun sebebi de 12 Eylül'dür. Bu itibarla 12 Eylül'e atıp tutanlar bu somut gerçeği de görmek zorundadırlar. 12 Eylül'ün, en azından kısa vadede, ekonomiyi olumlu etkilediğini söyleyebiliriz.

90'lı yıllarda yeniden 70'li yılların siyaseti ve siyasetçilerinin iş başına gelmesiyle ülke ekonomik olarak 70'li yıllara dönmüş ve yeniden uçurumun başına gelmiştir. Bu süreçin yol açtığı 2001 ekonomik krizi cumhuriyet tarihinin en büyük krizidir. Bu bile 70'li yılların siyasetçileri karşısında 12 Eylül'e haklılık veren, en azından suçunu hafifleten bir sebeptir.

12 Eylül'le ilgili tarihi gerçekler bunlardır. Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da ideolojik kaygılarla birileri gerçekleri çarpıtmakta, başlıkta geçen komplo teorisini üreterek bunu gerçek diye sunmaya çalışmaktadırlar. Bunlardan biri yukarıda yazısından bahsettiğim Ece Temelkuran'dı. Ece Temelkuran konunun uzmanı değildi, sıradan bir gazeteciydi. Bu, tolere edilebilirdi. Ama bir Siyaset Bilimci, üstelik de 31 yıldır sahada olduğunu söyleyen bir profesör'ün aynı şeyleri söylemesi, saha çalışma sonuçlarının bu komplo teorisini ispatladığını iddia etmesi, bilimsel titrini bu konuda alet etmesi, gerçekten düşündürücüdür...

Bahsettiğim profesör, Sabancı Üniversitesinin Siyaset Bilimci Profesörü Ersin Kalaycıoğlu'dur. Yazımın uzaması nedeniyle, Sayın Kalaycıoğlu'nun 2011 seçimleri sonrasında konuyla ilgili gazeteci Mine Şenocaklı'ya yaptığı açıklamaları ikinci bölümde inceleyeceğim.    

 (1) http://blog.milliyet.com.tr/ece-temelkuran-a-cevap/Blog/?BlogNo=63203

 (2) http://blog.milliyet.com.tr/kenan-evren---12-eylul-u-niye-yapti-/Blog/?BlogNo=325450

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..