- Kategori
- Öykü
14.15 vapuru

"Hayat acımasız bir gardiyan gibi..." diye fısıldadı boşluğa çocuk. Dalgalı saçlarında koyulaşmaya başlamış sarı tellerin yanıbaşında artık iyice belirginleşmeye başlamış beyazlar, birbirlerinin üstüne basarcasına kendilerini dış dünyaya göstermeye çalışıyorlardı. Hiç kimsenin üstüne basmaya yeltenmemişti çocuk bugüne kadar. Üstüne basmaya çalışan ayakları defetmeye çalışmaktan öteye gidememişti direnişi. Yürümeye çalıştı çocuk. Bacaklarına garip bir ağrı saplanıyordu birkaç adım attıktan sonra. İskelenin yanındaki banklarda birine oturdu. Düşünmeden, bacağının ağrısından pervasızca yaptığı bu hareketin ona ağrısını birkaç saniye içinde unutturacağından haberi yoktu. 14.15 vapuru kalkmak üzereydi. Halatları birer birer söktü görevliler. Vapur burnunu yavaş yavaş iskelenin dışına doğru veriyordu. İskelenin kenarında yaşlı bir balıkçı oltasını telaşla çekmeye başladı. Oltada balık olup olmadığının önemi yoktu artık. Aslolan misinanın kopmamasıydı. Gözü iskelenin yolcu çıkışına takıldı çocuğun. İlk sancı kalbine tam da burada otururken saplanmıştı. 10 yıl onceydi.
14.15 vapurundan yolcuların boşalmasını bekliyordu. Bir yandan içini tutması için aldığı simiti yerken, bir yandan da simitin susamlarını ayıklayıp önündeki güvercinlere dağıtıyordu. Simitin üzerinde kalan son susam tanelerini toplayıp havaya savurdu. Güvercinler önce ürkek tavırlar ile deniz yönüne doğru kaçışıp, gökten yağan bu cisimlerin kendilerine bir zarar vermeyeceğine emin olduktan sonra temkinli adımlarla susam tanelerine doğru yaklaşmaya başladılar. Yavaş yavaş yerinden doğruldu çocuk. Simitin kağıdını atmak için az ilerideki çöp tenekesine doğru yönelmişti ki, onu gördü... Kot pantolonunun üstüne kısa kollu pembe bir gömlek giymişti. Yolcu çıkışına doğru heyecanlı gözlerle bakıyor, bir yandan da telefon ile konusuyordu. Biraz sonra heyecanlı hareketler ile sol elini yukarıya doğru kaldırıp sağa-sola doğru sallamaya başladı. Öylesine sevinçli gözüküyordu ki, elini sallarken omzundan neredeyse dirseğine kadar inen çantasını omzuna geri takmaya tenezzül etmeden telefonunu çabucak kapatıp uzun boylu gözlüklü bir adamın kollarına bıraktı kendisini. Çocuk vapuru bekliyordu, o ise bir insanı. En çok tutmak istediği el, bir yabancının avuclarında kaybolup gitmişti. Hareketsiz kalmıştı bir süre çocuk. Çaresizlik, yalnızlık ve göğsündeki bıçak keskinliğindeki sancıdan başka hiçbirşey hissedemiyordu. Bütün vücudu uyuşmuştu bir anda. Vücudundaki hareketsizlik ve algısındaki kapalılık bir anda düşünme sistematiğini tahrik etmişti. Düşündükçe karmaşıklaşıyor, karmaşıklaştıkça içinden çıkamıyordu. Anlamsızlaştı bir anda herşey. Anlamsızlaştıkça önemsizleşti. Bitsin istedi. Bırakmadı gardiyan... Çıkamadı hücresinden çocuk...Yemyeşil gözlerini aydınlığa doğru kaldırdı ve sordu: "Neden bu kadar ağır cezan?". 10 yıl önceydi...
Yavaş yavaş yerinden doğruldu çocuk. Bacağının ağrısını artık hissetmiyordu. Denize doğru döndü ve 14.15 vapurunun kızkulesinin yanından Kadıköy’e doğru yaptığı manevrayı seyretti bir süre. Yaşlı balıkçı misinanın ucundaki titreşimin görselliği ile duyduğu gurur ve heyecan ile oltasının makarasını hızlı hareketler ile sarıyor, bir yandan da yanındaki balıkçılar ile kaç tane balığın yolda olduğu konusunda iddiaya giriyordu. İskelenin yolcu girişine kaydı gözü. 14.45 vapurunun yolcuları birer ikişer turnikelerden geçiyordu. Bazı şeyler hiç değişmiyordu... Hergün bu turnikelerden geçen binlerce insana karşı, tek başınaydı. Tek başına idi, tüm bu karmaşaya karşı... Anlamsızlaştı bir anda herşey. Anlamsızlaştıkça önemsizleşti. Bitsin istedi. Bırakmadı gardiyan...Bir damla yaş döküldü kahverengi gözlerinden. Müebbete mahkumdu çocuk. Tek hissedebildiği, çaresizlik, yalnızlık ve göğsündeki o sancıydı.