Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ağustos '22

 
Kategori
Öykü
 

1954'te Doktor Vardı Köyümüzde

 

 

Memleketimden İnsan Manzaraları - 383
Aksu Köy Enstitüsü - 13

                      1954’TE DOKTOR VARDI KÖYÜMÜZDE                               olsa da her ne kadar                                                                                                                   saklandığı yer karanlık                                                                                                  gizlendiği yer derin…

er geç ortaya çıkmak
gibi kötü bir huyu
vardır bu gerçeklerin!

H E

Köyümüzdeki değerli komşularımızdan biri de “Guk Memed”di.“Guk ne demek?” diye sorarsanız, bilmiyorum. Hiç aklıma gelmemişti bunu sormak.
            Yazıya başlamadan önce internetten aradım, orada da bulamadım. Yazılışı ve okunuşu benzer bir sözcüğün “bir çeşit Kore yemeği” olduğunu söylüyor ki, benim değerli komşum Mehmet Amca ile hiç ilgisi yok.
            Köylümüz ona niçin böyle bir lakap taktı, kim bilir!
            Babama “Bıçığın Osman” derlerdi; bana da “Bıçığın Hüseyin”… Bıçık sözcüğünü bulamayınca sözlüklerde, “Sana niçin Bıçığın Osman derler baba?” diye sormuştum da anlatmıştı:
            “Deden, yani benim babam, bir düğünde yüzüne, dudaklarına, çenesine farklı bir anlam katarak coşkuyla oynarken, Niyazi Kızı Emine Teyze’min çok hoşuna gitmiş:
            “Dili çıkık, dili çıkık! Ne güzel oynuyorsun sen dili çıkık!” diye alkışlamış. Babam iş yaparken, çalışırken dilini çıkarırdı. Emine Teyze’min “dili çıkık” demesi bu yüzden…
            O günden sonra işte, “Dili çıkık” kalmış babamın adı. Dili çıkık, zamanla “Bıçık” haline dönüşmüş.”
            Komşumuza. “Guk Memed” denmesinin de bir nedeni, bir öyküsü vardır mutlaka.
            Çiftçi değildi Mehmet Amca. Onu toprağı sürerken de görmedim hiç, harman döverken de… Herhangi bir ustalığı da yoktu. Ne balta, ne nacakla iş yaparken görebilirdiniz onu; ne çekiç, keser, bıçkı ve rende ile…
            Hayır hayır, tembel bir insan değildi kesinlikle. Çok daha değerli bir işi vardı:
            Köyümüzün doktoruydu o! Muhtarımız Memed Efe gibi okuması yazması yoktu onun da ama köyümüzün herkesçe kabul edilmiş tek doktoruydu.
            Başımız ağrısa da ona giderdik; karnımız ağrısa da… Ateşimiz çıkıp yataktan kalkamasak da o yetişirdi imdadımıza, sıtmaya yakalansak da…
            Büyükçe bir çantasıyla gelirdi hep. Önce, “Geçmiş olsun” deyip “Neren ağrıyor? Şikâyetin nedir?” diye sorardı.
            Ağrıyan yerleri eli ve parmaklarını ustaca kullanarak güzelce muayene ederdi. Gerektiğinde ağzımızı açtırıp, dilimizi madeni bir çubukla bastırarak boğazımızı dikkatle incelerdi.
            Çoğu zaman ısı ölçen dereceyi dikkatle çıkarıp çantasından, koltuğumuzun altına yerleştirirdi. Birkaç dakika sonra alıp dereceyi gözden geçirerek vücut ısımızın normal mi, normalden fazla mı, eksik mi olduğunu açıklardı.
            Bütün bu işlemlerden sonra yorumunu yapıp teşhisini koyarak tedaviye başlardı. Sözgelişi, “Önce bir iğne yapmamız gerekiyor” derdi.                                       Hayır demek kimin haddine? Başka bir doktor yok ki köyde.
            “Tabii, siz bilirsiniz. Ne yapmak gerekiyorsa…”denirdi hep.
            O meşhur doktor çantasından iğne yapmaya yarayan gereçleri çıkarıp ispirto ocağında bir güzel kaynatırdı önce. Sonra bir ilaç çıkarır; “Şunu bir oku bakayım yeğenim.” derdi. İstediği ilaçsa o, “tamam” deyip kaynattığı şırıngaya çekerdi.
            Hastayı yüzükoyun yatırıp kalçasından yapardı iğneyi genellikle.
            Çantasının bir gözü de ilaç kutularıyla doluydu. İğneden sonra o kutulardan uygun gördüğü birini seçip içinden bazen iki, bazen dört hap çıkarıp:
            “Sabah kahvaltısı ve akşam yemeğinden sonra bunlardan bir tanesini bir bardak su ile yutacaksın.“derdi
            Gitmeye yakın çantasını düzenleyip ayağa kalkarken: “Benim işim bitti. Benden bu kadar, şifası Allah’tan.“demeyi de ihmal etmezdi.
            Ev sahibi teşekkürler ederek kapıya kadar uğurlarken, “Borcumuz ne abi?” diye sorardı. Uygun bir şey söylerdi Mehmet Amca. Çoğunlukla cebinde parası olmadığı için köylümüzün, tahıl, baklagil, sebze, meyve, süt, yoğurt… Ne üretiyorsa, söz gelişi:
            “Buğday ya da tereyağı ile ödesem olur mu?”diye sorardı. Öyle kibar, efendi ve halden anlayan biriydi ki doktorumuz, hiçbir zaman hayır demez, “Sen bilirsin. Nasıl arzu edersen…” derdi.
            Ya! 1954’te, doktor vardı bizim köyümüzde!
            Diyeceksiniz ki şimdi, “Okuması yazması bile olmadığına göre, köyünüzdeki doktor bu bilgileri nerden aldı, bu becerileri nasıl edindi?”
            Mehmet Parlaramcamız, askerliğini sıhhiye bölüğünde yapmış çünkü.
            “Haydi, onu kabul edelim de, Aksu Köy Enstitüsü’yle ne ilgisi var bu öykünün?”mü diyorsunuz şimdi de?
            Olmaz olur mu, olmaz olur mu?
            Köy doktorumuz Mehmet Parlar, köylümüzün deyişiyle Guk Memed, Aksu Köy Enstitüsü’nün kuruluş yıllarında, enstitü doktoru Bedia Kervancıoğlu‘nun yardımcısı olarak çalışmış yıllarca.

İlk yılın sonunda yaz tatili dolayısıyla köye geldiğimde, ilk karşılaşmamızda, “Dr. Bedia Hanım okulda mı yeğenim?” diye sorunca, daha önce Aksu’da sağlık elemanı olarak çalıştığını bilmediğim için şaşırmıştım.

Evet, okulda idi; güler yüzlü Doktorumuz Bedia Hanım. O ders yılı, kabakulak hastalığına yakalanmıştım da, başka öğrencilere bulaşmasın diye, 21 gün revirde yatırıp tedavi etmişti beni.

Onca yıl geçtiği halde aradan, komşumuz Mehmet Parlar amca gibi, okul doktorumuzun da adını unutmamam ilginç değil mi?


                                                                                              Hüseyin Erkan

 

 
Toplam blog
: 100
: 88
Kayıt tarihi
: 19.02.20
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..