Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '22

 
Kategori
Öykü
 

En Büyük ve En Korkunç

Memleketimden İnsan Manzaraları - 382

Aksu Köy Enstitüsü - 13

 

EN BÜYÜK VE EN KORKUNÇ

 

BİLDİRİM - 1

darılsanız da fark etmez

kızıp bağırsanız da

alay edip gülseniz de fark etmez

tehdit savursanız da

görevimdir söylemek düşüncemi.

H.E.

 

1954 Haziranında, babamla birlikte Manavgat’tan çıkıp dağ yollarından geçerek ikinci günün sonunda köyümüze, ailemize kavuşmuştum.  Tabana kuvvet yürüyerek elbette, yürüyerek…

Oh be, ne güzel şeymiş meğer,  ailesiyle birlikte olması insanın! Hele hele bir çocuğun…

En yakın komşumuz, ilkokulda aynı sınıfta beş yıl birlikte okuduğumuz arkadaşım Mustafa Dönmez‘in ailesiydi. Bitişikti evlerimiz. Çardaklarımız yan yana… Evlerimize girip çıkarken de görürdük birbirimizi, çardaklarımızdayken de…

Annesi Azime Aba, babası Tahir Usta idi. Benim gibi Mustafa’nın da üç kardeşi vardı. İki abisi, bir ablası… Yaklaşık üç yaş büyüktü benden Mustafa. Ben bir yıl erken, o da iki yıl geç gidince okula, beş yıl aynı sınıfta okumuş olduk.

Aynı sınıftaydık ama belki bu yaş farkından dolayı, sıkı fıkı olmadı hiç arkadaşlığımız. Kapı komşu olmamıza karşın ne o bize gelir, ne ben onların evine giderdim. Ailelerimiz de öyleydi. Dargın değillerdi ama mesafeli idiler.

Tahir Amcanın da, aynı babam gibi her iş gelir de elinden. Çardakları eskimişti de yıkıp yeniden yapmıştı; yakını bir yardımcısı ile birlikte. Eskisine göre, gerçekten güzel olmuştu yenisi.

Sınıfımızın en başarılı öğrencilerinden biriydi Mustafa. Özellikle matematikte…

İki gün süren yaya yolculuktan sonra, evimizin salonunda oturup annem, ablam ve kardeşlerimle bir süre sohbet edip özlem giderdikten sonra üstü açık çardağımıza çıktım.

Köyümüzde tüm evler iki katlıydı. Moda deyimle dubleks…  Alt kat eşek, katır, koyun, keçi, inek gibi hayvanlarımız içindi, üst kat da bizim…

Vakit ikindiyi geçtiğinden, akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa girmişti annem. Ablam da yardımcı oluyordu ona.

Güneye bakan çardağımız gölgelenmeye başlamıştı. Doğudan batıya uzanan o muhteşem dağımız Tepedağ öyle hoş görünüyordu ki bizim evimizden! Doya doya izlemeye dalmışken o güzel manzarayı, “Hüseyin! Hoş geldin abam.” diye seslenen komşumuz Azime Aba idi. Hemen o yana gidip, “Hoş bulduk Azime Aba. Nasılsınız?” diye hal hatır sordum. Sonra da, sınıf arkadaşım Mustafa’yı göremediğimi söyleyince:

“Ah abaam!.. Sen Karanlık Sokak’a gittikten sonra o da âbisi Abbı ile Kasaba’ya gitti. Yedi, sekiz aydır yüzünü görmem, sesini duymam. Koynumda sakladığım mektuplarıyla avunurum. Sizler mecbur kalıp çekip gidersiniz gurbete ama acınızı biz anneler çekeriz burda. Sen ne iyi edip geldin de sevindirdin anneni. Darısı gelemeyenlerin başına!”dediğinde çoktan sulanmıştı gözleri.

“Üzülme, üzülme Azime Aba. Mustafa da gelecek bir gün, o da sevindirecek seni.”diye teselli etmeye çalıştım; en yakın komşumuzu.

Ablamdan birkaç yaş büyük olan kızı Emine Abla’yı da yüz metre kadar ötedeki Fadime Hala’nın oğlu Hasan Sarıata ile evlendirmiş. İlk göz ağrısı oğlu Mehmet, askerde iken vereme yakalanmış, kurtarılamamıştı. O yüzden yanıktı zaten ciğeri Azime Aba’nın.

Baba olmak neyse ne de, anne olmak kolay değil…  Hele hele köy yerinde… Hele hele ekilip biçilecek arazisi pek az olan Akseki köylerinde…

 

Cumhuriyet öncesi kadılardan kalma birkaç konak dışında, yapı olarak, üç aşağı beş yukarı, aynı plan ve aynı görünümdeydi; köyümüzün evleri. Dahası kadın, erkek köyümüzün tüm insanları da…  Çok zengin de yoktu, çok yoksul da…

Sularımızı, mahallemizdeki evlerimize yakın çeşmelerden güğüm, ibrik ve testilere doldurarak getirirdik. Bu iş de kadınlara ve kızlara yüklenmişti genellikle.

Babamın, köylülerimizin hep Kasaba dedikleri Turgutlu’da pamuk çapası yaparak kazandığı para ile köy muhtarlığından satın aldığı ve birkaç yıl gece gündüz çalışarak yoktan var ettiği alın teri ürünü evimize bitişik bahçemizi seyrettim bir süre.

Çatılarımız, yongayla örtülüydü o yıllarda. “Yonga ne demek” mi dediniz? Haklısınız tabii. Nereden bileceksiniz, yonganın ne olduğunu! Yonga, yarım metreden biraz uzun, altı-yedi santim genişliğinde ağaç yontularıydı. İlkokul üçüncü sınıfa kadar kiremitle örtülü çatı yoktu hiç. Köylümüzün imece yöntemiyle yaptığı, benim de dördüncü, beşinci sınıfı okuduğum yeni okulumuza kadar.         

Evimizin önündeki incir ağaçlarının çardağımıza uzanıyordu dalları. Doğu yönündeki dut ağacının da… İncir ağaçlarının hemen önü, üç yıl okuduğum eski ilkokulumun oyun bahçesi  iidi. Okulun önünden geçen yola bitişik Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu Fatin Gökmen’in kardeşi  Antalya Müftüsü Mustafa Gökmen’in, yani köylülerimizin söylemiyle Mustâfendi’nin evi…  Bakımlı bir ev…  Ve hemen yanında bir virane… Çok kibar bir hanım olan Zühre ya da yaygın söylenişiyle Zohre Hala’nın eviydi; o virane.

O da güzel bir evdi aslında. Niçin mi böyleydi şimdi? Çocukluğumun iz bırakan anılarından biridir o:

Bir kış günü, gece yarısı, korkulu bir telaşla uyandım. “Tanrım bizi koru ateşinden! Tanrım bizi koru!” diye yalvarıyordu annem… Yatak odamızdan salona bir çıktım ki, bağırıp çağırışmalar geliyordu her yerden ve apaydınlıktı evin içi. Çardağa çıkınca anladım ki, Müftü Dayı’nın evinin iki, üç metre yanındaki Zohre Hala’nın evi yanıyordu.

Köylülerimiz, caminin girişinde bulunan tulumbayı getirmişlerdi hemen. Kadınlar, erkekler çeşmelerden güğümlerle, kovalarla su taşıyordu harıl harıl. Karşılıklı iki kişi tulumbayı pompalıyor, bir köylümüz de hortumla yangına su sıkıyordu.

Babam evimizin çatısına çıkmıştı. Komşumuz Tahir Amca da… Yanan evden fırlayan kor haline gelmiş çiviler, mıhlar çatılarımıza mermi gibi iniyor, indikleri yer de yanmaya başlıyordu hemen. Tahir Amca ve babam, neresi yanmaya başlarsa, ellerinde ibriklerle oraya koşuyordu . Okulun damına da çıkmıştı iki-üç kişi. Okul bir tutuşursa, önü alınamazdı bir daha. Bizim ev de yanardı, Tahir Amca’larınki de…

Hele hele Mustâfendi’nin evi  bir tutuşursa, yanmadık ev kalmazdı yukarı mahallede. Onun için kadın, erkek, yaşlı, genç demeden herkes elinden geleni yapıp yangının yandaki evlere sıçramasını önlemeye çalışıyordu.

Bu özverili çabalar sonucu, rüzgârın da biraz hafiflemesiyle kontrol altına alındı yangın. Alındı, alındı da, yangın çıkan evden eser kalmadı geriye.

O güne dek gördüğüm en büyük ve en korkunç yangındı bu.

 Hüseyin Erkan

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 100
: 88
Kayıt tarihi
: 19.02.20
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..