Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '22

 
Kategori
Anılar
 

Farklıydı Bu Gözyaşları

Memleketimden İnsan Manzaraları - 381

Aksu Köy Enstitüsü - 12 

 

FARKLIYDI BU GÖZYAŞLARI

evet evet

“bütün suç kuşlarda”

dediği gibi Ahmet Arif’in 

onlar sokuyor elbet

bu özgürlük sevdasını

insanların kafasına.

H.E.

Annemin doğup büyüdüğü köy Menerge, bizim köyümüz Gödene’ye çok yakındı. Üç kilometre olduğu söylenir, 40-45 dakikada gidilip gelinirdi.

Benim bildiğim, hiçbir sorun yaşanmamıştı; bu iki köy arasında. İki ayrı köy gibi değil, bir köyün iki mahallesi gibiydi sanki. Herkes bir birini tanır, bilir, severdi.

Sevinçler gibi, üzüntüler de ortak yaşanırdı. Düğünlerde birlikte coşulur, oynanır, gülünür; ölümlerde birlikte ağlanırdı.

Annemin olduğu gibi, babamın da birçok akrabası Menergeliydi. Onlar bizimle olurlardı sık sık, biz de onlarla… Ayrılık gayrılık yoktu aramızda. 

1954 yılı Haziran aynın ilk günlerinde, başka okullar gibi, birinci sınıf öğrencisi olduğum Aksu Köy Enstitüsü de yaz tatiline girince, bavulumu alıp babamın ayakkabı tamirciliği yaptığı Manavgat’ta almıştım ya soluğu…

Ortak bir manifatura mağazası olan Kemal Koca ve Kerim Koca dayılarımın tavsiyesi üzerine, Akseki’ye otobüsle gitmek yerine doğrudan yürüyerek gitmeye karar vermiştik köyümüze.

Yola çıkışımızın ikinci günü öğle üzeri, Menerge’nin en uzak bağ, bahçe ve tarlalarının olduğu Barmana’ya ulaşmıştık. 

Barmana’ya daha önce hiç gelmemiştim ama buraya çok yakın olan Yelle’ye birçok kez gelmiştim. Anneannemin çok güzel bir bahçesi vardı çünkü Yelle’de. Ve miras yoluyla annemin payına da düşmüştü; bahçenin onda biri kadar bir mandal ve Kemal Koca dayımla ortak bir ceviz ağacı.

Annem bir yıl soğan, bir yıl patates ekerdi; kendine düşen mandala. Haftada bir su sırası gelirdi bize ve Zöhre Teyze’me. Teyzem de bizim köyden evliydi. Genellikle kızı Hadiye ile birlikte gelir; havuzda biriken suyu salarak sulardık soğan ve patates ektiğimiz mandalları.

Evet, Barmana’dan çıktık yola, Yelle’ye doğru. Gelenlerle de karşılaştık, gidenlerle de… Tanıyordu hepsini babam. Selamlaşıp hal hatır sordular, güzel dileklerle uğurladılar birbirlerini. 

Ve işte Yelle… Yolumuz buradan geçer de, bahçemize uğramaz mıyız hiç! “Ebe” dediğimiz anneannem her gün gelirdi buraya, o uysal eşeğiyle. Kuşluktan ikindiye dek çalışır, uğraşır, didinir; akşama doğru dönerdi eve.

Biz yanına vardığımızda sebze fideleri dikiyordu bir mandala. “Ebe!” diye koşup  çamurlu ellerini öpüp alnıma koydum. 

“Ne zaman geldiniz? Hiç haberim olmadı.” diye şaşırıp bıraktı işini. Babam da öptü ellerinden. Keşke yanımızda bir iki fırın ekmeği, bir kutu şeker ya da lokum olsa da verebilseydik anneanneme! Nerdeee?..  Kendimizden başka anneme, kardeşlerime, babaanneme bile verebileceğimiz tek hediyemiz yoktu yanımızda. Hoş beşten sonra, izin isteyip çıktık yine yola.

Üç oğlan, dört kız büyütüp evlendiren, 20’den fazla torunu olan ebem, yapayalnızdı işte, bahçesinde.

Menerge’deki evinde yalnız değildi ama. En küçük oğlu İzzet Dayı’mla birlikte idiler. Ancak dayım, köylerimizdeki her genç ve orta yaşlı erkek gibi ekmek parası kazanmak için gurbette idi elbette. İki kız, iki erkek annesi olan Ayşe Yenge’mle birlikteydi.

Ebem, çok uysal bir insan olan eşi dedem Hacı Veli’yi beş-altı yıl önce kaybetmişti. Paylaşım sonucu Yelle’de kendisine ait bahçede salatalıktan fasulyeye, domatesten bamyaya, patlıcandan barbunyaya varıncaya dek her türlü sebze yetiştirir, fazlasını eşeğine yükleyip Susuz Şahap, Emirâşıklar, (kısaca Işıklar da denirdi bu köye) Sarıhaliller, Cendeve, İlvat gibi köylere götürerek buğday, arpa, mercimek gibi ürünlerle takas ederdi.

“Hoşça kal” deyip ebeme Menerge’ye doğru yürümeye başladık. Yarım saatlik bir yol. Sağı, solu ağaçlık… İnişi, yokuşu da yok üstelik. Kolayca ulaştık annemin köyüne. 

Köye varmadan önce, mezarlığın yanından geçiyordu yolumuz. Babam, her mezarlıktan geçerken üç Kulhü, bir Elham okur; “Fatiha” diyerek tüm ölülerin ruhlarına gönderirdi. Arapça olduğu için okuduğu dualar, ne dediğini ne o bilirdi, ne ben… Dahası, orada yatanlar da anlamazdı o dilden ama hiç düşünmeden biz bu tür şeyleri, yapılması gereken bir görev diye bilirdik bunu. 

Birçok geleneğimiz gibi, bunun da anlamsız, mantıksız olduğunu bilmiyordum; Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı o çok özgün eserini okuyuncaya dek. Bugünlerde nedense kimseler söz etmiyor Gökalp’ten. Ne “Dilde Türkçülük” diyen var, ne “Dinde Türkçülük” diyen…

Tabii ya, hele hele “Dinde Türkçülük” mü olurmuş hiç! Tövbe, tövbe!..

KöyümGödene yoluna girmiştik artık. Şaka maka 40-45 dakika sonra köyüme, anneme, kardeşlerime kavuşacaktım. Daha önce ailesinden hiç ayrılmamış, dokuz ay sevdiklerinin sesini duymamış, yüzünü görmemiş hiç kimse anlayamaz; 12 yaşında bir çocuğun o günkü heyecanını.

Akdere’yi de geçtik, Karadere’yi de… Tam yarı yoldaki Yığınca’ya ulaştık. Yığınca’nın alt yanı, yokuşun bitimi Kütür…  En önemli bahçemizin adıdır Kütür. Yarıkpınar’ın yanında… Her türlü sebzemizi yetiştirdiğimiz, içinde yedi dut ağacı ile incir, üzüm, ceviz, nar gibi meyvelerin olduğu bir bahçe… Yazları çoğu zaman gece gündüz orda geçti çocukluğum.

Yığınca’yı ve hemen arkasından çalışkan komşumuz Ali Dönmez amcanın üç-beş yıl alın teri akıtarak yoktan var ettiği çok bakımlı uzunca tarlayı geçtikten sonra bizim köy mezarlığına da ulaştık. Babam gibi ben de üç Kulhü, bir Elham okuyup sessizce, bağışladım orada yatan başta Mevlut, Ali, ve Yusuf Ziya Amcalarım olmak üzere, tüm geçmişlerimizin ruhlarına.

“Onas”dediğimiz harmanların olduğu tepeye gelince, karşımdaydı işte köyüm. Dokuz aydır gözümde tüten köyüm!.. Yukarı Mahalle’nin tam ortalarında, caminin yakınında, Orta Çeşme ve eski ilkokulun hemen üstündeydi evimiz. Annem evde miydi acaba? Sabah erkenden Kütür’e gitmiştir de, gelmiştir sanırım çoktan. 

Sevgili çobanımız Tokuç Ahmet’in (Özgüven)  güttüğü keçilerimiz gelirdi öğleye doğru. Onları sağmak, sütlerini pişirip mayalamak gerekirdi ki, annemden başka kim yapacaktı bu işleri?

Nine dediğimiz babaannem, oldukça yaşlandığı için iş yapamıyordu artık. Benden iki yaş büyük Peruze ablam gibi, kardeşlerim Yusuf ve Ayfer de yapamazdı.

Onas’tan inip bahçeler arasından yürüyerek geldik işte köyümüze. Bizi karşılayan ilk çeşmeden su içtim üç avuç. Çakır Mahmut, Hese Dayı ve Gazi Ulukaya komşularımızın evleri önünden geçerek ulaştık evimizin sokağına.

Ve işte evimizdeyim! Annemin, ablamın, kardeşlerimin, ninemin bulunduğu evimizde… Annem şaşırdı, böyle sessiz sedasız geliverişimize. Dokuz ay önce giderken üzüntüsünden gözyaşlarına engel olamayan annem, sevinçten ağlıyordu şimdi de.

 Hüseyin Erkan

 

 

 
Toplam blog
: 100
: 88
Kayıt tarihi
: 19.02.20
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..