Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '11

 
Kategori
Siyaset
 

1961 Anayasası 27 Mayıs hareketinin eseri

Demokrat Parti halka çok şey vaad ederek 1950’de iktidara geldi. Cumhuriyetin temel ilkelerini karşısına almaksızın girişilen bu açılım hareketi, başlangıçta umut vericiydi. ‘Yeter! Söz Milletin’ diyerek, yönetimde demokrasiyi, ekonomide girişimciliği, zenginliği (her mahalleye bir milyoner), toplumda özgürlüğü, piyasada ucuzluğu (şekerin kilosu 20 kuruştan) savunuyordu. 

Liberal sisteme bu âni geçiş, ülke genelinde bir refah ortamı yarattıysa da, çok geçmeden zenginlik kaynakları verimsiz harcamalarla tüketilince, iç ve dış borç artmış, bir avuç insan zengin olmuş ama halk fakirleşmişti. 

Halkın gün be gün artan memnuniyetsizliği karşısında, Demokrat Parti çareyi erken seçime gitmekte aradı, ama oy kaybından kurtulamadı. Öyle ki, 1957 seçimlerinde muhalefetin oy toplamı iktidarın oylarından fazlaydı. Geniş alanlı çoğunluk sisteminin etkisiyle DP gene de iktidarda kalabildi. Ama, 1957 seçimleri Türkiye Cumhuriyetinin en olumsuz döneminin de başlangıcı oldu. 

Dış borçlar öylesine artmış, faizlerinin bile ödenemediği miktarlara ulaşmıştı. Alacaklı ülkeler Türkiye’ye ekonomik baskı uyguladılar (4 ağustos 1958) – Osmanlıya son döneminde ‘Düyunu Umumiye’ idaresince uygulanan, ekonomisine elkonulmasına benzer bir durum: Türk parasının değeri düşürüldü, enflasyon patladı, işsizlik büyüdü, iflaslar arttı, ithalat durdu (tiryakiler kavrulmuş nohutu kahve niyetine içer oldular). 

Ekonomi sektöründen, basından, üniversitelerden, kısaca halkın birçok kesiminden yükselen tepkiler Demokrat Partiyi bu defa, çareyi seçime gitmekte değil, baskı rejimi kurma arayışlarına yöneltti. Basın, radyolar propaganda aracı olarak kullanılıyor, muhalif yazarlar, düşünürler cezalandırılıyordu. Muhalefetin üstesinden gelebilmek için kullanılan bu baskılar yetmeğince, iktidar ‘bizden olanlar ve olmayanlar’ olarak halkı ikiye böldü ve bir partizanlar cephesi kurdu ‘Vatan Cephesi’. ‘Vatan Cephesi’ni seçenlerin adları bir bir radyolardan halka duyuruluyor, bunlar korunuyordu. CHPmilletvekillerinin ve parti başkanının yurt içi gezileri, iktidarın çıkardığı zorluklar ve ‘Vatan Cephe’liler tarafından fiilen engelleniyordu. Bir defasında, CHP lideri İsmet İnönü Vatan Cepheliler tarafından öldürülmekten son anda kurtarılabilmiş, ölümden dönmüştü. 

DP diktatörlük yolunda bir adım daha atarak muhalefeti hiçe sayan, donduran, geniş yetkilerle donatılmış o meşhur ‘Tahkikat Komisyonu’nu kurdu (Nisan 1960). Basın sansürleniyor, gazeteler bazen boş beyaz sayfalarla çıkıyor ya da kapatılıyor, yazarları tutuklanıyordu... Muhalefet başkanı İnönü‘ye 12 celse Meclis’ten uzaklaştırma cezası verildi. Buna itiraz ettiler diye, CHP milletvekilleri tümüyle zor kullanılarak Meclis’ten dışarı çıkartıldılar, tepki sokağa taşındı. Halk ve öğrenciler özgürlük şarkıları eşliğinde demokrasiden vazgeçmiyor, Gazi Osman Paşa’ya atfedilen Plevne marşının, günün durumuna uyarlanmış güftesi, bütün dillerde... 

‘Olur mu böyle, olur mu, kardeş kardeşi vurur mu,  

Kahrolası diktatörler, bu dünya size kalır mı’ 

O tarihte üniversite sayısı az, İstanbul, Ankara, Ege Üniversiteleri var, üçü de bilim yuvası. Beyazıt Meydanını dolduran üniversitelileri polis dövüyor, yakaladıklarını alıp götürüyordu. Oysa, diktaya karşı olanların sayıları artıyor, direnç güçleniyordu. İktidar askerin yardımını da almak zorunda kaldı. 

İstanbul, Ankara, İzmir Üniversiteleri kapatıldı. Hükümet İstanbul ve Ankara’da örfi idare ilân etti. 

Dikta girişimine halktan yükselen tepki ler tırmanırken, biz o günlerde evlendik, öyle denkgeldi (20 mayıs 1960). Eşimin aylemle tanışması için birkaç gün sonra yola çıktık... O tarihte ne otoyol, ne de Alpleri delip geçen tüneller var (bir tek İtalya’nın övünç kaynağı sayılan kuzey-güney otostradası tamamlanmak üzere).İkinci günün akşamı Trieste’ye vardık. Ertesi sabah, kahvaltı salonunda gazetelerin masalarda dolaştığını, merak ve heycanla okunduğunu farkettik. Bir tanesini alıp bakınca, iri siyah puntolarla yazılmış ‘La Revoluzione in Turchia’ (Türkiye’de ihtilâl) başlığı ve yer alan resimler asıl bizi heycanlandırdı. Fransızcanın yardımıyla, teferruatlar bir yana, bu önemli olayın özü Türkiye’de olagelen kaosu önlemek amacıyla ordunun yönetime elkoymasıydı. Kısa bir tereddütden sonra yolumuza devam ettik. Ljubljana’da gene sabah kahvaltısında gazetelerin başsayfalarında aynı konu işleniyordu, ama hiç anlamadığımız bir dilde. Ancak yakınımızdaki bir masada toplanan Slovenler tartışırken ‘Ataturk, Ataturk’ adını sıkca kullanıyorlardı. Zagreb yakınlarında Belgrad’a doğru geniş beton yola girdik. Tito’nun, Dünya Komünist Gençliği’nin eseri propagandasıyla yaptırdığı Zagreb’i Belgrad’a bağlayan bu yolun uzunluğu 400 kilometre. Hızla ilerliyor ve konaklayıp, haber almak için Belgrad’a ulaşıyoruz. Gene sorun: Türkiye’den haber alamiyoruz. Belgrad‘dan sonra şose yol berbat, Niş’e bir günde ulaşıyoruz. Niş’ten Bulgaristan hududu arasında Kragujevac var, yol ise tozlu bir pist, delik deşik . Benzinimiz bitince Kragujevac’a girdik, ne yol var ne de cadde, tozlu sokaklar. Benzin, benzin deyince anlıyorlar, bizi 3 – 5 kilometre ötede bir yere götürdüler. İçi dolu varile sokulan lastik borudan, nefes çekme metoduyla, depoyu doldurduk. Kragujevac’la Bulgar hududu arasındaki güzergâh inanılır gibi değil, sanki mahsus konulmuş binlerce çukurdan ibaret. Çukurlara girip çıkarak ilerliyoruz. Korna çalıp, elsallıyarak bizi sollayan jeepte iki kişi var, sanki alay ediyorlar. İleride durup, yolumuzu kestiler, ikisi de yanımıza geldi, uzattıkları alkollü içkiden içmemi istediler. ‘Non, non, niet’ deyince ben, gülüştüler ve alkollü içki şişesini önce kafalarına dikip, şişenin ağızını bana uzattılar. Bir-iki yudumla kurtulamadım... Şimdi daha hızlı ilerlebiliyoruz ama arabanın servodirektiyonunu kırma bahasına! 

Bulgaristan geçiş vizalarımız var. Gümrükte beklerken, koyu renk komple kıravratlı bir bay otomobilin plakasına baktıktan sonra, fransızca konuşarak kendisini Sofya’dan gelen Yugoslav diplomatı olarak tanıttı. Nereye gittiğimizi sordu. İstanbul’a deyince, Trieste’den bu yana merakla beklediğimiz Türkiye’deki durumu ‘Aman sakın, geri dönün. Orada kan gövdeyi götürüyor. Zaten giriş de yasak’ şeklinde açıkladı. Çok üzülmüş, etkilenmiştik. Sofya’da telefonla Büyük Elçiliğimizi aradım. İçimizi rahatlatan iyi haberi oradan aldık. Yugoslav diplomatın iddiasının aksine, Türkiye’de yönetimde düzen, halkta güven hâkimdi. Sınırlarda girişler serbest, çıkışlar izine bağlıydı. Bulgaristan’ın parke döşeli düzgün yollarından hızla geçerken, sağda solda bakımlı meyve bahçelerinin ağaçları kıpkırmızı kiraz dolu. 

Kapıkule’de kısa bir asker kontrolünden geçirildik. Edirne-İstanbul arasında bu, defalarca tekralandı, ama biz memnunduk, ülkemizde düzen vardı, askerler de bizim askerlerimiz.Ve nihayet İstanbul göründü. 

Kişilerin, kurumların eserleridir, onların değerlendirilme ölçütü. 1961 Anayasası 27 Mayıs hareketinin eseri... 

Çeşitli odaklardan ona yüklenen olumsuz yargıları gerçekten hak ediyor mu, bir bakalım. Onu suçlayanlar 1961 Anayasasını, önyargıdan arınıp, içeriğini inceleyip diğer çağdaş anayasalarla karşılaştırmalı. 

Türkiye çoğulcu sisteme geçişinden az sonra dikta yönetimi girişimiyle karşılaşmıştı. Sütten ağızı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş. Öyle de oldu. Siyasi partilerin diktatörlüğe yönelme eğilimleri, 1961 Anayasasının getirdiği güçlü tedbirlerle önleniyor: 

Seçim sistemi değiştiriliyor. Tek turlu geniş alanlı çoğunluk sisteminden, ‘proportionnel’ seçim sistemine geçiliyor, baraj düşük tutuluyor; 

Parlamento iki meclisten oluşturuluyor. İkinci meclis ‘Senato’nun seçimleri birinci meclisten ayrı tahrilerde ve adaylarında aranılan nitelikler farklı. Kanunların, bu iki meclisten de geçme şartı var; 

Anayasa Mahkemesi kuruluyor. Görevi kanunların Anayasaya uygunluğunu denetlemek, aykırı olanları iptal etmek. 

Ayrıca, 1961 Anayasasında Yasama, Yürütme ve Yargı’dan oluşan kuvvetler ayırımı ön planda. Yargı bağımsız ve sadece Anayasa’ya taraflı. 

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) özerklik kazanıyor, Anayasada görevi açıkca belirtiliyor. 

Düşünce ve inanç özgürlüğü, ayırım gözetilmeden tüm vatandaşlara, özerklik üniversitelere, kurumsal özgürlük siyasi partilere ve cemiyetlere tanınıyor. Basın özgürlüğü garanti altına alınıyor, sansür yasaklanıyor. 

1961 Anayasası, halkcılığın gereği, vatandaşını koruyan sosyal devlet kavramını ve uygulanmasını öngörüyor. 

Yıpratılan demokrasimizi onaran, bizi yeniden özgür yaşama kavuşturan 1961 Anayasasının amacı neden akim kaldı? 1961 Anayasasının, ülkemize sağladığı kazançlar nedeniyle değil de, salt 27 Mayıs 1960 harekâtının eseri olduğu nedeniyle dsuçlanması çok yanlış. Eşyanın tabiatına aykırı. Suçun daha çok yönetenlerde (yönetemeyenlerde) aranması doğru olur. Buna, bir de kuramsal olarak tanıdığı geniş özgürlük sınırının, o tarihteki ülke sosyal yapısıyla tam bağdaşamadığı gerçeği de eklenebilir. 

 
Toplam blog
: 48
: 480
Kayıt tarihi
: 02.04.09
 
 

10 Şubat 1931'de Ankara'da dogdum. Ilk, orta ve liseyi "Galatasaray" Lisesinde tamamladim. Isviçre, ..