- Kategori
- Sinema
2010 Oscar ödülleri, sinemada militarizm, ölümcül tuzak

Özellikle batıda sinema, artık bir sanat dalı olmaktan çıkmış bir endüstri olmuştur. Elbette önemli yazarların eserlerinden yola çıkılarak önemli sinema sanatçılarına verilmiş rollerle çok iyi filmler kotarılıyor batıda. (Hadi özelleştireyim: Hollywood’da.) Bu iyiyi “kotarma” sırasında bilgisayar başta olmak üzere teknolojik araçların imkanlarından sonuna kadar faydalanmalarının da payı büyük. (Titanic’i ve/veya Avatar’ı hatırlayın.)
Savaş filmleri ve Oyuncuları
Başta Steven Spielberg’in yoğun Yahudi propagandasının yapıldığı, 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudiler’e yapılanları salya sümük anlatan filmleri (Piyanist, Schindler'in Listesi, Çizgili Pijamalı Çocuk…) bir kenara bırakırsak Batıda çevrilmiş western ve/veya savaş filmlerinin ortak bir dilinin olduğu (verilen mesaj açısından) aşikardır.
Western filmlerinde kovboydan tutun “şerif”e kadar bütün başrol oyuncuları mağrurdur, güçlüdür. <ı>(İyi, Kötü, Çirkin, Bir Avuç Dolar İçin, Onu Yükseğe As, Affedilmeyen filmlerindeki Clint Eastwood’u hatırlayın mesela… Cihangir Gaffari de Türk sinemasında bu tür filmlerde oynamıştı.)ı> Havada uçan sineği de vurur, arkasından kendisine ateş etmeye hazırlanan 2. derecedeki kovboyu bile görür ve “mıh”lar. Gerçekte un ufak ettikleri Kızılderililer’i armut düşürür gibi ağaç dallarından “patır patır” aşağı indirirler. Bufalolar, sığırlar, atlar önemli öğelerdir. Film bittiğinde başroldeki kovboy bir “kahraman” olarak hafızamızda yerini alır.
Savaş filmleri de bu format dahilindedir. Her ne kadar filmlerde verilen mesajların içinde “savaş kötüdür” ana fikri olsa da, bütünü düşününce savaş filmlerinde (çoğu Amerikan yapımıdır) gizliden gizliye ve sinsice bir “Amerikan askeri” övgüsü, kahramanlığı gözden kaçmaz. Sinema dilini ve teknolojik araçları kullanmayı iyi bildiklerinden öyle bir yedirirler ki bunu filmin arka planına, bu “asıl mesaj” seyircinin şuuraltına seyirciye fark ettirilmeden yerleştirilir.
Dipnot-1:
Türk Sineması’nda bütün imkansızlıklara rağmen çevrilmiş Cüneyt Arkın ağırlıklı tarihi filmlerle Mehmet Ali Erbil gibi soytarı tipler “Kahpe Bizans” türünden filmlerde oynayarak alay ederler ama ikinci sınıf savaş filmlerinde “Rambo” rolündeki kahramanın Afganistan’ı iki kişiyle hallaç pamuğu gibi atmasını büyük bir hayranlıkla seyreder.
2010 Oscar Ödülleri
8 Mart 2010 tarihinde yapılan törenle “Oscar Ödülleri” sahiplerini buldu. Ölümcül Tuzak filminin yönetmeni Kathryn Bigelow aldığı “en iyi yönetmen” ödülüyle Oscar tarihinde bu ödülü kazanan ilk kadın yönetmen oldu. Yönetmeni olduğu film de “En İyi Film” ödülünü layık görüldü.
Kathryn Bigelow ve Ödül Törenindeki Konuşması
“Savaş kötüdür.” savaş filmlerinin ana fikridir, değil mi? Oscar ödülü alan bu Ölümcül Tuzak (yönetmeninin ağzından) hiç de öyle bir fikir vermiyor bize. “En iyi yönetmen” “oscar”ını “etekli erkek” Kathryn Bigelow ödülü aldıktan sonraki konuşmasında bakın neler diyor: <ı>“Filmimi, Irak, Afganistan ve dünyanın değişik ülkelerinde bulunan Amerikan askerlerine, tüm üniformalılara adıyor; evlerine sağ salim dönmelerini diliyorum.“ı>
Bu tam bir militarizm “söylem”i. Yönetmen de tam bir sivil militarist. Ne ala iş! Mensubu olduğun millet, kıtalar aşıp Irak’a girecek, Irak’ı bir kan gölüne çevirecek, çoluk çocuk, kadın demeden milyondan fazla Iraklı’nın ölümüne sebep olacak, Iraklı kadınlara tecavüz travmasını yaşatacak, emperyalist bir iştah ile Irak’ın kaynaklarını kullanacak, zerre kadar hakkı olmamasına rağmen bölgede güç dengeleriyle oynayacak, sen de kalkıp bunca yaşananı Amerikan askeri cephesinden ele alarak (Amerikalı askerlere moral desteği verdiğini gizlemeden) bir filme aktaracaksın sonra da ödül aldığın törende filmini “Amerikan askerleri”ne adayacaksın. Bu nasıl bir yüzsüzlük? Sanatların hepsinin ortak değerlerinden biri “barış” değil midir?
Hep söylerim: Emperyalist ve kapitalist “Vahşi Batı”nın nazarında yok edilen (hele bir de Müslüman’sa) insanlar sadece bir figürdür. (Bakmayın siz ara ara kilise avlularında mum yakarak timsah göz yaşları döktüklerine.) Sovyet kasabı Stalin’in bir sözü vardır. Hatırladığım kadarıyla şöyle: “Bir kişiyi öldürürseniz bu cinayettir. Çok kişinin öldürülmesi ise sadece bir istatistiktir.” Batılının da mantığı bu paralelde işler.
The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) Filmi Üzerine
Film aslında 2 Ekim 2009’da Türk seyircisiyle buluşmuş sadece 4 bin 586 kişi izlemiş bir yıl önce. Filme rağbet edilmemiş yani.
Ödüllere dikkat edilirse filme ve filmin yönetmenine “en iyi” ödülleri verildi sadece. “Ölümcül Tuzak” filminde rol alan oyuncuların hiçbiri “oscar” alamadı. Alamadı çünkü hiçbir oyuncunun üslendikleri rollerle sinemaya getirdikleri hiçbir şey yok. Jest ve mimikleri berbat. Göze ilk çarpan, Irak’taki “bomba imha ekibinin” ekiptekilerden birinin filmin başında havaya uçmasından sonra ekibe katılan çavuş James’in (Jeremy Renner) kendine olan güveni. (Amerikan askeri bu işte, demenin dolaylı yolu.) En zor şartlarda bile bombaları buluyor, kabloları keserek, bombaları etkisiz hale getiriyor. Film, baştan sona bu üç kişilik “bomba imha ekibi”nin çevresinde gelişiyor. Amerikan askerlerine CD satan çocuğu, canlı bombayı ve çavuşun girdiği evdeki Iraklı aileyi saymazsak, filmde Irak halkı silüet şeklinde balkonlarda, perde arkalarında… Harap edilen Bağdat sokakları bomboş.
Filmin bir yerinde Amerika’ya geçici olarak dönen çavuş James’in küçük oğluyla ilişkisi (ki son derece başarısız ve etkisiz) karelere girerken, bedenleri “Amerikan askerleri”nin ateşiyle paramparça olan Iraklı bebeklerin esamesi bile okunmuyor.
Özetle; Oscar jürisince 2010’un en iyi filmi seçilen “Ölümsüz Tuzak” “iyi sinema”ya değil de “militarist” zihniyete (bilinçli bir seçimle) verilmiş bir ödüldür. Her zeminde ve her zaman “İslami terör” mavalından yola çıkarak ülkeleri işgal etmeyi kendine hak sayan Amerika, bu filmle “haklılık propagandaları”na sinema aracığıyla bir yenisini ekledi.
Son söz:
Türkiye’de yeniden gösterime girecek “Ölümcül Tuzak” taşralara gelmez. Gerek de yok zaten. Ama meraklıları internet üzerinden filmi bulabilirler. Bu filmi indirmişken Amerikan’ın cehenneme çevirdiği Irak’ı (üstelik Amerikan askerlerinin kamerasından) daha doğru anlatan “Örtülü Gerçek” filmini de bilgisayarınızın filmler klasörüne atınız.