Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '19

 
Kategori
Edebiyat
 

21.Yüzyılda Kitap

A.GİRİŞ:

 Tam anlamıyla bir teknoloji çağı olarak tanımlanan 21.Yüzyılda yeni uygarlığın dijital temelli gelişimine bağlı olarak, yazılı ve basılı kaynakların giderek önemini yitireceği, bu meyanda kitaplar ve dergi, gazete gibi süreli yayınların sayısallaşarak, çeşitli teknolojik arayüzlerle okunabilir hale geleceği geçtiğimiz yüzyılın en çok öne sürülen öngörülerinden biriydi. Hatta en önce geleneksel kitap kavramının silineceği, kitapların e- kitap haline geleceği, dergi ve gazetelerin biraz gecikerek de olsa aynı akıbete uğrayacağı reddedilmez bir gerçeklik olarak yazılmış çizilmişti.

Ancak 20.Yüzyıl bitip de, yeni yüzyılın ikinci on yılı da geride kalmaya başlayınca bu saptamanın çok fazla doğru olmadığı anlaşıldı. Acaba ileri nanoteknoloji, makine öğrenmesi,  kuantum ve DNA bilgisayarların yavaş yavaş arzı endam etmeye başlayacağı gelecek on yıllarda kitabın ezeli krallığı sürebilecek mi?

İşte bunu yeterince irdeleyebilmek için kitap, yazar ve yayıncılık üçgeninin geçmişten geleceğe uzanan içyüzüne yakından ve ayrıntılı olarak bakmak gerekir.

 B. TARİHİ BAŞLATAN YAZI VE SÜRDÜREN KİTAPLAR:

 Tarih, yazının icadı ile başlamıştır. Gerçi yazıdan önce de insan toplulukları arasında pek olay yaşanmıştır ama bunlar gerek tablet ve gerekse hiyerogliflerle( Resim yazı) kayda geçirilmediği için yazı öncesi karanlık çağların bilinmezlerinde eriyip gitmişler, belki efsanelerle sonraki asırlara miras kalabilmişlerdir. Bu meyanda Sümer ve Hititlerin yüzlerce yıllık, Mısır Firavunlarının ise binlerce yıllık tarihleri gün ışığına çıkabilmiştir. Kutsal metinler vahyedildikleri bölgenin yazısıyla kitap haline getirilmiş, kimilerinin akıl almaz bir bilim dışılıkla yok saydığı Orta Asya Türk Tarihi’nin sıra dışı olayları, Orhun Yazıtları sayesinde bilinir olmuştur.

Zamanla hayvan derisinden papirüs tabakalarına kadar çok çeşitli malzemeler üzerinde boy gösteren bu büyülü şekiller, Çinliler tarafından keşfi; zamanımıza kadar fenomen yazı uygarlığının doğuşunu hazırlamıştır. Çünkü kâğıdın hem üzerinde çok kolay yazılabilir bir malzeme olması ki, ben de şu anda bunu yapıyorum, hem de katlanabilmesi, cilt haline getirilebilmesi ve nispeten çok daha az yer kaplaması nedeniyle yazılı uygarlığın patlama yapmasına, elle, göz nuru akıtılarak yazılmasına rağmen yüz binlerce el yazmasının kütüphaneleri doldurmasına yol açmıştır. Özellikle 8-9 ve 10.Yüzyıllarda bu konuda atak yapan İslam Dünyasında Bağdat ve Kurtuba Kütüphaneleri bir milyona ulaşan yazma eserle büyük bir ün kazanmışlar ve dünyanın dört bir yanından gelen araştırmacıların başta gelen uğrak yeri olmuşlardır. Hatta Avrupa’da Rönesansın bu suretle başladığı kabul edilir. Ancak bu parlak dönem İspanyol ve Moğol kâbuslarıyla sona ermiş, o muhteşem kütüphaneler elleri asla titremeyenlerin attığı meşalelerle küle dönmüştür. Bu acıklı yıkım İslam Dünyasındaki bilimsel gelişmelerin köküne kibrit suyu dökmüş, aydınlıkla karanlığı ikiye bölen giyotin gibi çalışmıştır. Tabii bu neticede başta İmami Gazali olmak üzere nakli kesinkes öne koyup, akli kötüleyen alimlerin de rolü büyük olmuştur. Buna karşılık Avrupa’da tersi bir gelişme yaşanmaya başlanmış, kilisenin boğucu baskısından yavaş yavaş kurtulmaya başlaya düşünce sahipleri Rönensasa giden yolun taşlarını döşeyen araştırmalar yapmaya, kitaplar yazmaya başlamışlardır.

Batı Dünyasında kitapların öncülük ettiği bilimsel gelişmelerin esas dayanağı matbaanın icadı olmuştur. Bu icatla birlikte vücuda getirilmesi çok zahmetli ve pahalı olan kitaplar büyük bir kolaylıkla ve kütle halinde basılarak geniş kitlelere dağıtılır olmuştur. Bunların arasında İncil’in de olması dini öğretiyi ruhban sınıfının tekelinden çıkarmış, rönesansın başlıca dinamiklerinden biri olan Hristiyanlıkta reform hareketleri başlamıştır.

Osmanlı ülkesine İbrahim Müteferrika sayesinde oldukça geç gelen matbaa büyük bir dirençle karşılaşmış ve “Gâvur icadı” ilan edilerek ülkede yaygınlaşması engellenmeye çalışılmıştır. Tabii bu direnişte tutucu çevrelerden çok elle yazdıkları kitaplardan önemli bir gelir elde eden kâtiplerin rolü büyüktür. Yani matbaaya karşı olanların asıl hareket noktası dini değil ekonomikti.

Ancak yatağını bulan sular nasıl engellenmezse matbaa çok geçmeden resmi çevrelerde benimsenmiş, Kuran dahil birçok kitap burada basılmaya başlanmıştır. Bu amaçla Osmanlı Devleti Matbaa-i Amire’yi kurmuştur. Bununla birlikte Kuran’ın “Oku” emrine rağmen kitabı ve okumayı adeta yasaklayan gerici çevreler yüzünden Osmanlı’daki okuma yazma oranları ve basılan kitap sayısı çok düşük kalmıştır.

Cumhuriyetle beraber daha kolay okunan ve yazılan Latin Alfabesi’ne geçilmesi, antik çağlardan bu yana batılı kaynakların tercüme edilerek Türkçeye çevrilmesiyle birlikte söz konusu oranlar hızla artmaya başlamıştır. Bu döneme getirilecek en önemli eleştiri; Latin Alfabesine geçilmesinin eski yazılı kültürle olan bağımızın birdenbire kesilmesidir. Halbuki devrim değil, yumuşak bir geçiş tercih edilseydi söz konusu bağlar bıçak gibi kesilmemiş olurdu. O kadar ki Atatürk’ten sonraki dönemde eski yazı ile yazılmış bir kitabı evde bulundurmak ağır hapsi gerektiren bir suç haline gelmişti.

Bu yasakçı düşünce daha sonraki tüm siyasi ve askeri yönetimler zamanında da devam etmiş, kim kendi iktidarı için zararlı görmüşse o kitapları yasaklamaktan ve hatta yaktırmaktan çekinmemiştir. Bu tutum bir ölçüde Bağdat Kütüphanesi’ni yakıp yıkan Hülagü ile kıyaslanabilir. Tüm bunların tabii bir sonucu olarak kitap dünyada baş tacı edilir ve milli kütüphaneler milyonlarca kitabı ile öğünürken Türkiye’de çoğu zaman yerlerde sürünmüştür. Söz gelimi günümüzde dünyada ve ülkemizde kitap okuma oranlarına bakılırsa bu acı gerçek tüm çıplaklığıyla anlaşılabilir:

                          

             Ülkeler /   Oranlar

             Fransa           21

              İngiltere        14

              Japonya        12  

              İspanya           9

              Türkiye            0,1       

 

Görüldüğü gibi yüzde 0,1 gibi handiyse yok denilebilecek bir oranla dünyada 86.sırada gelen Türkiye’nin durumu gerçekten acıklıdır..Üstelik okunan kitapların büyük bölümü edebiyat veya bilimsel kitaplar değil kutsal kitap ve Yasin ve Sureler gibi dini kitaplardır. Halbuki kitabın değeri en çok bulunmadığı, ona kolayca erişilemediği zaman ve zeminlerde anlaşılır. Günlük Gazetelerimizden birinin yazarına hapishanenin birinden yazılan mektup bu eksikliği çok güzel bir şekilde anlatmaktadır:

“Bulunduğum hapishanenin kütüphanesinde bulunan bütün kitapları neredeyse okudum. Bir süredir bu kitapları yeniden okumak durumunda kalıyorum. Okumaya, bilgiye, eğitime, öğrenmeye aç bir insanım.  Okumak benim dört duvar arasından dışarıdaki havayı soluyabilmek için tek nefes yolum. Şu sıralarda bu nefes yolum tıkandı. Kitap açlığı konusunda ismimi ve bu yoldaki düşüncelerimi dilediğiniz gibi kullanarak yardımcı olmanızı çok rica ediyorum. Bana yardım eder misiniz?”  (1)

 Geçenlerde de bir Endüstri meslek lisesi müdürü okul kütüphanesini kapatarak kitapları depoya kaldırmış ve mekanı mescit yapmıştı. Belki okul binasında mescit olacak başka yerler de vardı ama müdürün bol bol kitap okuyarak kendisini sorgulayacak öğrenci bireyler istemediği kesindir. Zaten sittin sene okumaya araştırmaya değil, verilen bir ders kitabını veya öğretmenin yazdırdıklarını ezberlemeye dayanan bir sistem fazla kitabı ne yapsın?Böyle bir “Manzara-i Umumiyede” bizim Cumhuriyetin Yüzüncü yılında yaptığımız “Süper Kütüphane” ütopyası hiçbir zaman gerçek olmayacak demektir:

 İşte Cumhuriyetin yüzüncü yılına yakışacak büyük bir kütüphane kurma fikri 2010’ların sonunda filizlenmiş, nüfusu 20 milyona varan İstanbul’un en merkezi yerlerinden biri olan Haliç kıyısındaki eski tersane sahasında yer tahsisi yapılmıştı. Bir yandan inşaat devam ederken, çok büyük bir bütçe ayrılarak yüzbinlerce kitap ve basılı kaynak satın alınmış, Osmanlı Arşivlerindeki yazma eserlerin buraya nakledilmesine karar verilmişti. Devasa depolarda istiflenen bu kitaplar yeni kütüphane binasına taşınıp, tasnif edilerek raflardaki yerini almayı beklerken inşaat da kısa zamanda tamamlandı.

Yeni kütüphane yalnızca binalardan oluşmuş bir kompleks değildi. Parkları, havuzlu bahçeleri, kafe, restoran, sinema ve konferans salonlarıyla adeta bir üniversite gibiydi. Binalar arasında ulaşımı sağlamak için golf arabalarına benzeyen vasıtalar bile tahsis edilmişti. İnsanı okuma ve araştırmaya özendiren ortasında fıskiyeli, kış bahçesi şeklinde düzenlenmiş çok güzel okuma salonları vardı. İstenen bir kitabın oturduğunuz masaya gelmesi için dakikalar yeterli oluyordu. Kütüphanede bilim ve teknoloji konulu onbinlerce yerli - yabancı kitap ve dergi yanında, temel bilimlerden uzay araçlarına kadar görsel malzeme dolu salonlar vardı. Bu kütüphanede çok rahatlıkla bilimsel araştırma ve Ar- Ge çalışması yapmak mümkündü.

Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünde düzenlenen etkinliklerden biri de bu süper kütüphanenin açılışıydı. Bizzat cumhurbaşkanının da iştirak ettiği büyük bir törenle açılan bu görkemli kütüphaneye tarihi bir ad verilmişti: Dersaadet Kütüphanesi..

Dersaadet Kütüphanesi takip eden yıllarda dünyadaki rakipleriyle yarış eder bir hale geldi. Sahip olduğu kitap hazinesi bir milyondan on milyona çıkmıştı. (2)

 21.Yüzyılın ikinci on yılını da bitirirken Türkiye’de değişen fazla bir şey yoktur. Hatta kitap sahibi olma ve kitap okuma oranları en diplerde seyretmektedir. Liselerde kütüphaneler kapatılarak başka amaçlarla kullanılmakta, kağıt zamlarını bahane eden yayıncılar tanınmış imzalar haricinde kitap basmamaktadır. Başlangıçta okuma oranlarını çıldırtacağı zannedilen e- kitaplar da pek işe yaramamıştır. Milyonlarca insanın cep telefonu, tablet ve dizüstü bilgisayar göz önüne alındığında veba bulaşmış gibi klasik kitaplardan kaçanların E kitap okuyacağı sanıldı. Hatta e- kitap cirolarının milyonları bulacağı, yayınevi ve yazarların ihya olacağı öngörüleri yapıldı. Ancak sonraları belki şaşılarak görüldü ki hiçbir şey değişmemiş…Kâğıttan kitap sayfalarını çevirmeye üşenenler aynı şeyi e- kitaplara da yaptılar. Bunun sonucu olarak da e- kitap ciroları çok sınırlı kaldı. Beklenen patlama bir türlü gerçekleşmedi. Bu durum yalnız Türkiye’ye özgü de değildi. Bütün dünyada aşağı yukarı böyle oldu.Sanıldığı gibi E kitap geleneksel kitabın yerini alamadı.  Okuyucuların büyük ekseriyeti elleriyle dokunabileceği, sayfalarına işaret ya da ayraç koyabileceği bildiğimiz kitabı tercih etti.

Bu durumun kâğıdın hammaddesi ormanların tahribatını devam ettireceği ileri sürülebilir ama kâğıt üretiminde geri dönüşüm malzemeler daha fazla oranda kullanılmakta ve giderek daha az odun gerektiren üretim yöntemleri geliştirilmektedir. Belki de önümüzdeki on yıllarda kâğıt; odun yerine başka bir maddeden imal edilecek ve kitabın özündeki tek olumsuzluk da ortadan kalkmış olacaktır.

Sanal gerçekliğin yayılarak ilerleyeceği, bilgisayar teknolojilerinin, yapay zekânın akıl almaz merhaleler kaydedeceği 21.Yüzyılın gelecek on yıllarında insanı tamamen kuşatıp esir edecek sanal ortamlar, hologramlar, eğlence türlerindeki sınırsızlığın bile aşılması ( Uyurken kafaya takılacak bir cihazla ısmarlama rüyalar görülebilecektir. Bu durumda kim uyanıp da kitap okumak ister?)  durumunda bizim kâğıttan yapılmış gariban kitabın tamamen yok olacağı söylenebilir mi? Bizce hayır..Nasıl ki sinema ve TV faktörü tiyatroyu yok edememişse her elimize aldığımızda sıcaklığını hissettiğimiz, sayfalarını çevirirken geçmişten tatlı anılar duyumsadığımız kitap da yok olmayacaktır. Bu meyanda ünlü gelecek bilimci Michio Kaku’nun kitabında yazdığı gibi teknoloji kitabı sarsacak ancak yok edemiyecek,

Büyük miktarlarda ezber yapmak zorunda olan bir aktör, müzisyen ya da icracı bir sanatçı iseniz, ileride tüm satırları, ya da şarkı sözlerini, notaları son teknoloji kontakt lensinizde göreceksiniz. Telepromptere, hatırlama notlarına ya da kâğıda dökülmüş notlara  (Aynı zamanda kitaplara) ihtiyaç duymayacaksınız. Artık hiçbir şeyi ezberlemek zorunda değilsiniz. (3)

 Ya da ünlü bilim kurgu yazarlarından birinin betimlediği “Geleceğin Hülâgüları” distopyası hiçbir zaman gerçek olmayacaktır:

“Şimdilerde bile herhangi bir kitap veya yazılı metin bulsalar hemen imha ediyorlar” dedi kız. ”Şiir ve Sanat Bakanlığı’nın başlıca bürolarından biri Kitap Konumlandırma Ofisi’dir. Bu birimin görevi kitapların yerini tespit edip onlara el koymak ve inşaat malzemesine dönüştürülmek üzere ezilip adeta püre haline getirilecekleri fabrikalara göndermektir. Tam olarak ifade etmek gerekirse, izolasyon malzemesi yapılıyorlar. Eski kitaplar için pürelik tabiri kullanıyoruz. O birimde çalışan bir kadın Dovza’da daha fazla pürelik kalmadığı gerekçesiyle kendisini başka bir büroya tayin ettiklerinden bahsetmişti. Dediğine göre Dovza temizlenmiş. Arındırılmış. (4)

 (Devam edecek)

  

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..