Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '16

 
Kategori
Bayramlar
 

23 Nisan 1920 Kurucu Meclis "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı

23 Nisan 1920 Kurucu Meclis "Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
 

İstanbul’un işgalinden sonra Mustafa Kemal, Anadolu’da ulusal bir meclisin toplanmasını düşündü. Daha önce 22 Nisan olarak düşünülen açılış günü, özellikle 23 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Cami’sinde kılınan cuma namazından sonra Ankara’da açıldı. 23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yapan TBMM ’deki milletvekillerinin mesleklerine göre dağılımı şöyledir: 115 memur, emekli; 51 kumandan, subay;46 çiftçi; 37 tüccar; 29 avukat; 15 doktor; 10 aşiret reisi, ağa; 8 tarikat şeyhi,6 gazeteci,2 mühendis.

İlk TBMM’ si mesleklerin dağılımında; memur, emekli, subay ağırlıklı olduğu görülüyor; çünkü o yıllarda, okuryazar bu meslek gruplarında. Ülke genelinde okuryazar oranı kadınlarda % 2,erkeklerde % 4.Ankara Garı’na gelen kravatlılar memur yapılır. Ülkede okuryazarlık düşük olmasına karşın milletvekillerinin eğitim düzeyi oldukça yüksektir.1920-1923 TBMM’deki milletvekillerinin birçoğu yüksek eğitimli, kimisi de birden çok yüksek okul bitirmiştir.

Ülke koşulları dikkate alınırsa yüksek bir eğitim düzeyinde sahip oldukları görülmektedir. Medrese öğreniminin yanı sıra Rüştiye’yi veya İdadi’yi de okumuşlardır. Meclis’te Avrupa okullarını hatta birkaç üniversiteyi bitirmiş doktora yapmış milletvekilleri vardır. Tüm üyelerinin %30,2’si bir yüksek öğrenim kurumunu bitirmiştir. Bu grubun %10,5’i hukuk, %3,7’si tıbbiye ve %4,8’i Harp Akademisi mezunudur..

Üyelerin %2,3’ü sultani, %6,9’u Harbiye, %18,8’i medrese, %8,7’si idadi, %20,8’i rüştiye, %0,7’si iptidai, %1,6’sı meslek okulunu bitirmiş, %7,3’ü özel eğitim görmüştür. Eğitimleri hakkında bilgi edinilemeyen milletvekili oranı %14,6’dır.

1920-1923 TBMM’deki milletvekillerinin 104’ü Fransızca, 84’ü Arapça, 59’u Farsça, 21’i İngilizce, 21’i Almanca,10’u Rumca, 8’i Rusça, 4’ü İtalyanca, 19’u diğer dilleri biliyor. Yabancı dil bilmeyenler 257

Ankara’da toplantıların yapılacağı bir bina bile yoktu. İttihat ve Terakki Kulübü için yapılmakta olan binanın inşaatı hızlandırıldı. Yapılmakta olan bir ilkokulun inşaatının kiremitleri buraya aktarıldı 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da açılır. Ankara, Anadolu’nun ortasındadır. Buradan ülkeyi, Kurtuluş Savaşı’nı yönetmek –tüm zorluklara karşın-daha kolay olmuştur.

Osmanlı’da egemenlik padişahın elindeydi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılmasıyla egemenlik , padişahtan alınıp  halka verilmiştir. Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşır.

Mustafa Kemal, 24 Nisan’da yaptığı bir konuşmadan sonra oybirliğiyle TBMM’si başkanlığına seçilir.

“Olağanüstü yetkilerle toplanan Büyük Millet Meclisi, tüm ülke işlerine el koyarak çalışmaya başladı. Meclis; kanun yapacak, yürütme ve yargı yetkisini elinde bulunduracaktı. ”(Sabahattin Selek,2011,s11)

Bu bir “Kurucu Meclis”ti, yasama, yürütme, yargı yetkilerinin mecliste toplanması doğaldı. Bu Meclis’in önemini, özelliklerini, görevini kavramak için 19 Mayıs 1919’a ve sonrasına bakmak gerekir. 19 Mayıs 1919’da emperyalizmin ağlarını yırtarak Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, bu tarihte Kurtuluş Savaşı’nın temelini atar. Bu tarih, Anadolu insanının silkinişi, uyanışı, emperyalizme başkaldırışıdır.19 Mayıs 1919 Anadolu insanına yeni bir yön verme, ulusal benliğimizi bulma tarihidir. Bu tarih, bir bakıma Atatürk’ün doğuş tarihidir; çünkü bu tarihte kendisini ulusuna adamış, yurdunun kurtuluşu, bağımsızlığına kavuşması için özveriyle çalışmış; ülkemizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmanın yolunu açmıştır.

Mustafa Kemal, düşmanı denize döktüğü gün asıl savaşın başlamakta olduğunu haber vermişti yakınlarına. Gerçekten de öyle oldu. Atatürk biliyordu ki, asıl düşman içimizdeydi, kanımızdaydı. Onunla amansız bir savaşa girişecekti. Kurtarılmış yurdu ayakta tutmanın, yüzyıllarca korkunç bir sefalet içinde çırpınmış olan ulusunu Batı’nın mutlu ulusları düzeyine çıkarmanın tek yolu, gerilik ve hurafeler üzerine kurulu bir toplum düzenini topyekûn değiştirmekle mümkün olacağını anlamıştı.(Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir ’in önsözünden)

Atatürk’ün hedeflediği,”mutlu uluslar düzeyine”ne derece çıkabildik? “Gerilik ve hurafelerüzerine kurulu bir toplum düzeninideğiştirebildik mi? Yoksa gerilik ve hurafeleredayalı bir düzenin özlemini çekenler, günden güne daha da güçleniyorlar mı? Çocuklarımızı, gençlerimizi, özetle geleceğimizi bu düşünce mi biçimlendirecek? Bu kaygıları yaşadığımız bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum. İlköğretimindeki çocuklara Arapça'yı öğretmenin yararı nedir? Arapçanın çocukların bilişsel, duygusal, devinimsel gelişmesine yararı nedir? Böyle bir eğitim-öğretim anlayışı, bizi gelişmiş, çağdaş ulus olmaya değil; gelişmemiş, demokratik yaşama geçememiş Arap ülkelerinin düzeyine indirecek; çocukların kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çocuğun gelişimiyle bağdaşmayan bu yapının ülkenin yararına olmayacağını düşünüyorum.

Eğitimin amacı, ülke kalkınmasına katkıda bulunmak olmalıdır. Bu da çağdaş, bilimsel bir eğitimle gerçekleşebilir. Bilimin ışığında yetişen kuşaklar, bilgi çağını yakalayabilir. Atatürk, akıl ve bilim yoluna verdiği önem, şu sözlerde en kesin ifadesini bulmuştur:”Dünyada uygarlık için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit (doğru yolu gösteren) ilimdir, fendir.”(Atatürk’ten Düşünceler,1924,s.81)

Atatürk, Anadolu gezisine çıktı. Halka yazı öğretmenliği yapıyordu. Ankara’ya döndükten sonra bazı işaretlerin halka güç geldiğini, alfabeyi daha sadeleştirmemizi söyledi. Öyle de yaptık. Bugünkü yazımız meydana geldi.

Yeni yazı yasalaştıktan sonra biri Atatürk, ikincisi İnönü, hiçbir zaman eski yazıyı kullanmamışlardır. Atatürk’e eski yazı gösterildiği zaman:

 __   Okumasını bilmiyorum, derdi.(Falih Rıfkı Atay, Dünya,10.11.1958)

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bağımsızlık, özgürlük ilkesine oturtur. Kapsamlı anlamıyla Atatürk bağımsızlığı; siyasal, ekonomik, adli, kültürel, askerî alanlardaki bağımsızlıktır. Başka bir deyişle tam bağımsızlıktır. Her konudaki kararları, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hiçbir etki altında kalmadan verir. Toplumun tüm kesimlerinin görüş ve düşünceleri bu Meclis’e yansırdı.

Atatürk, ulusçuydu. Kendi çıkarını değil; ulusun çıkarını, kalkınmasını düşünürdü. Kimileri gibi mal-mülk peşinde de değildi. İsteseydi, ülkenin kaynaklarına sahip olabilirdi. İstemedi. Yurdunun kaynaklarını, ülkesinin kalkınması, gelişmesi için kullandı.

Atatürk’ün başlıca ereğinin Türk ulusunu her bakımdan Batılı bir ulus haline getirmek olduğunu kabul edince, bu ereği gerçekleştirmek için konulmuş her birinin bir evrensellik, insancı bir değer kazandığını da kabul etmemiz gerekir. Bu ilkelerin ereği, Türk ulusunu yükseltmek kadar, insanlığı da yükseltmektir. Türk ulusunu korumak için konuldukları kadar insan özgürlüğünü, insan onurunu, insan değerini korumak için de konulmuşlardır.

Evrensel ulusçuluk bir alçakgönüllülük, kendini küçük görme ulusçuluğu değildir. Ama insan kendi ulusunun yüceliğini, üstünlüğünü önyargılarla, kuru böbürlenmelerle değil, ancak anlının teriyle, kafasının ve gönlünün zenginliğiyle sağlayabilir.                                     

(Tahsin, Yücel,Atatürkçülük”,hzl: Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir? s.270,271)

O’nun ulusçuluğuna yön veren felsefeyi, emperyalizme karşı açtığı savaşın adından da çıkarabiliriz. Milli Mücadele başka bir deyişle Ulusal Kurtuluş Savaşı. Bu savaş sonunda, ulusal bir devlet olma yolu açılmıştır. O halde ulus devlet olmak, ne demektir? Bu sorunun yanıtını Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim yapısına bakarak verebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nun temel dünya görüşü ümmetçiliktir. Türkler, bu ümmetin tarihsel özü; ama bir parçasıydı. Türk dili, Türk tarihi, Türk uygarlığı Osmanlı potası içinde eritilmişti. Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı, bağımsızlık ilkesine dayanır. Bağımsızlık olmayınca ulusçuluk gerçekleşmez. Bu temel ilkeye bağlı olarak da ulusal değerler, yaşar ve gelişir. Bu gelişmenin bilimsel ve çağdaş düşünce doğrultusunda olmasına özen gösterilir. Bu düşünceyle Anadolu insanı, us (akıl) dışı ve kaderci özelliklerinden uzaklaştırılır. Batıl ve kaderci felsefenin filizlenip yeşerdiği yerler olan tekkeler kapatılır. Böylece çağdışı yapılanmaya son verilir.

Atatürk, skolâstik düşünceyle bilimsel düşüncenin bağdaşmayacağının bilincinde olduğu için tekkeleri kapatmıştır; çünkü skolâstik düşünce bilimsel, özgür düşünceye kapalıdır. Onun için Atatürk, bağımsızlığı, özgürlüğü, temel ilke olarak almış; gelecek kuşakların bu doğrultuda eğitim almalarına özen göstermiştir

İslam ülkelerinde, Atatürk’e gelinceye değin, ülkelerin yönetiminde bilimsel yaklaşımlardan, bağımsızlıktan söz eden devlet başkanı göremiyoruz. Hükümdarlar, halifeler kutsallık perdesi arkasından ülkelerini yönetme yolunu tutmuşlardır.(Bugün sözde Arap Baharı olarak anılan birçok Arap ülkesini sarsan, iç savaşa sürükleyen nedeni de sözünü etiğimiz yönetim biçimleridir. Ne var ki bu ülkeler, tek kişi ya da oligarşi yönetiminden kurtulalım derken radikal İslam’ın pençesine düşeceklerinin bilincinde olduklarını sanmıyorum.) Bu yöneticiler, çıkarlarını ön planda tutmuşlar, halklarının istemlerini duymazlıktan gelmişlerdir. Atatürk’se, bu yola sapmayarak ulusal güçten yararlanmayı erek(amaç) edindiği için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını zorunlu görmüştür. Bu yöntemle ulustan güç almış; Türkiye’yi uygar bir toplum durumuna getiren devrimleri gerçekleştirmiştir. Böylece ulusumuz demokrasi anlayışı, düşünüşü, yaşayışı ve ulusal kurumlarıyla çağdaş, uygar bir ulus olmanın ilk adımını atmıştır. Bağımsızlık, özgürlük temel ilkedir.

23 Nisan 1920’de kurulan Meclis’e ulusçuluk, laiklik, devrimcilik, halkçılık, devletçilik, demokrasi ilkeleri egemen olmuştur. Bu ilkeler doğrultusunda “Egemenlik, kayıtsız, koşulsuz ulusundur.anlayışı ülkemize yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımla ülkemiz, ümmetçilikten, Osmanlıdan, padişahlıktan kurtarılmış; demokratik kurum ve kuruluşlara kavuşmuştur. Atatürk, özellikle laiklik ilkesiyle ülkenin yönetiminde dinin etkinliğini kaldırmış; akılcı ve çağdaş yönetim anlayışını, ülkeye yerleştirmeye çalışmıştır.

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Herhangi bir din, mezhep ya da tarikat devlet işlerine kesinlikle karışamaz, kendisi için bir ayrıcalık isteyemez. Devletin yasaları, uygulamaları bir dine ya da mezhebe göre olamaz. Devlet bütün din, mezhep ve inançlar karşısında tarafsız olacaktır.”(hzl: Sina Akşın ve diğerleri,  Yakınçağ Türkiye Tarihi,s119)

Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmazı olan laiklik ilkesi, zaman zaman yıpratılmış, yok edilmeye çalışılmıştır.”Ortaçağ düzeninin devamında çıkarı olanlar, laiklik kavramını yıkmak için ellerinden geleni yaptılar; yapmakta da devam ediyorlar. Bağnazlar her toplumda vardır; fakat etkileri bizdeki kadar kötü olabilmek kudretini yitirmişlerdir artık.”

”(Muzaffer Hacıhasanoğlu,”Düşünür Atatürk” Varlık, S.585,1Kasım 1962)

Kurtuluş Savaşı’nda sayısız şehit çocuğu öksüz ve yetim kalmıştı. Bu kutsal emanetlere sahip çıkabilmek için, bizzat Mustafa Kemal’in himayesinde 1921’de Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu.

23 Nisan 1923’te TBMM’de yapılan Hakimiyeti Milliye Bayramı töreninde, Mustafa Kemal’in isteğiyle, Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı’na protokolde yer verildi.

23 Nisan 1924 törenlerinde Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım temsil etti.

23 Nisanlar cemiyetin tanıtımı için fırsat olarak değerlendiriliyordu. Gelir elde etmek için rozet satılıyordu, 23 Nisan törenlerine katılan herkes bu rozetleri takıyordu. Gazeteler rozet satışlarını teşvik edici yayınlar yapıyordu, her rozet, bir şehit çocuğuna destek anlamına geliyordu.

23 Nisanlar, Himaye-i Etfal ’le özdeşleşmişti. 23 Nisan denilince şehit çocukları, şehit çocukları denilince 23 Nisan akla geliyordu.

Milliyet gazetesi 23 Nisan 1926’da “Çocuk Bayramı” manşeti attı. Alt başlığında “bugün istiklal günü, vatanın kimsesiz çocuklarına yardım edelim” deniliyordu. Bağış patlaması oldu. Cemiyet, yardım kutuları koydu, para atmak için kuyruk oluştu. Ankara’nın lokantacı, kahveci, otomobilci esnafı 23 Nisan hasılatlarını Himaye-i Etfal’e verdi.

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması üzerine ilan edilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı, Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından Çocuk Günü olarak 23 Nisan’1927’den itibaren bir bayram gibi kutlanmaya başlanmıştır.

23 Nisan 1927’’de… Mustafa Kemal Paşa, otomobillerinden birini, törenlerde çocuklara tahsis etmiş, Cumhurbaşkanlığı bandosunun çocuk bayramı için görev yapmasını sağlamıştır. Çocuklarımız ne kadar övünse ve sevinse yeridir.”

23 Nisan 1928, artık tamamen “Hakimiyeti Milliye ve Çocuk Bayramı” adıyla kutlanıyordu.

23 Nisan 1929, sadece bir günlük bayramla bırakılmadı, Mustafa Kemal’in talimatıyla yedi güne çıkarıldı, “çocuk haftası” ilan edildi. Etkinlikler çığ gibi büyümüş, tüm yurda yayılmıştı. Himaye-i Etfal’ in bu etkinlikleri tek başına yapabilmesi artık olanaksızdı. Balolar, konferanslar, anne eğitimleri, müsamereler, yarışmalar, şenlikler içeren kapsamlı kutlamaların düzenlenmesi dönemin en büyük sivil toplum kuruluşu Türk Ocakları’na verildi.

Himaye-i Etfal, sadece üç kuruşluk rozet satarak başladığı macerada… Yedi sene gibi çok kısa sürede 300 binden fazla şehit çocuğuna ulaşmayı başarmıştı. 1929 itibariyle, 300 binden fazla yetime düzenli olarak kitap, elbise, çamaşır, oyuncak, süt, yemek ve şeker dağıtır hale gelmişti.

Birleşmiş Milletler ’in 1979 yılını “Dünya Çocuk Yılı” olarak kabul etmesinden 59 yıl önce Atatürk, Ulusal Egemenlik Bayramı’nı çocuklara adayarak onlara ne denli önem verdiğini kanıtlamış ve dünyaya göstermiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, çocuklara verilecek eğitimin temel ilke ve hedeflerini şöyle belirtmişti:

“…Okul genç kafalara, insanlığı saymayı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir; bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için tutulması gereken en doğru yolu öğreten okuldur. Ülkemiz içinde uygar düşüncelerin, çağdaş ileriliklerin vakit yitirilmeksizin yayılması ve gelişmesi gereklidir. En önemli ve verimli ödevlerimiz eğitim ve öğretim işleridir. Bu işlerde ne yapıp yapıp başarıya ulaşmamız gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu bu yoldadır. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek can, tek düşünce olarak belirli bir düşünce üzerinde çalışmamız gerekir. İleri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı ortasında yaşayacağız.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün niteliğini belirttiği eğitim temeli; insanlığı saymayı, ulus, ülke sevmeyi, bağımsız yaşamayı… içerir. Onun amaçladığı, çağdaş, ileriye dönük; akıl, bilim ve teknolojiye önem veren bir eğitim –öğretimdir. Soyut düşüncelerden, hurafelerden uzak bir anlayıştır bu. Türkiye Cumhuriyeti, dar gelirli aile çocuklarını, Köy Enstitüleri’nde, öğretmen okullarında, yatılı liselerde; devletin güvenli ellerinde, ülke için özveriyle çalışan insanlar olarak yetiştirildi. Bu eğitim politikasında ülkenin geleceği çocuklar, birtakım ne olduğu belirsiz vakıfların ellerine bırakılmamıştır.

23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu düşünceyi ve anlayışı silerek ulusu demokrasiye, özgürlüğe, bilimsel düşünceye yöneltmiş; ulus olma bilincine ulaştırmıştır. Ülkemizin gelişmesi, kalkınması Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yoludur. Bu yol, ülkemizi aydınlatacak; çağdaş, gelişmiş, kalkınmış ülkeler düzeyine çıkaracaktır. Hatta bu yol, ülkemizi Atatürk’ün de amaçladığı gibi çağdaş uygarlığın da üstüne çıkarmada rehber olmalı.

Özetle, Cumhuriyetle Osmanlı İmparatorluğu’yla medrese ve ulema düşüncesi de tarihin derinliklerine gömülmüştü. Ne yazık ki tutucu, gerici çevrelerin egemenliğinde tarikatlar, cemaatler yeniden hortlamış; çocuklara, gençlere kancalarını takmışlardır. Bunlar, genç dimağları şeriatçılık suyuyla yıkayıp ümmetçiliğe kaydırmak isteyenlerdir. Atatürk devrimlerinin yerini nurculuk ilkeleri almaktadır. Bu ilkeler doğrultusunda yetişen gençler, elbette ekonomik emperyalizmin bir ahtapot gibi ülkeyi sardığının farkına varamayacak, dünyadaki ekonomik gelişmelerden ve sömürü sisteminden habersiz olarak yetişecek, ülkenin ilerlemesini bir Orta Çağ görüşü olan ümmetçilikte arayacaktır. Bu düşünceyle demokrasi, özgürlük, bilimsellik bağdaşmaz; çünkü bu düşünce sorgulamaya, irdelemeye, incelemeye izin vermez.

Nisan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” salt Türk çocuklarının değil; dünya çocuklarının da bayramıdır. Bu bayram, tüm dünya çocuklarına açıktır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen çocuklar, bayrama renk ve canlılık katarlar. Onlar, barışın, kardeşliğin, dostluğun simgesidirler. Bayramı el ele kutlarlar. Ülkemiz çocukları, dış ülkelerden gelen çocukları dostça bağırlarına basarlar. Dünya çocuklarla güzel, onların bayramlarını ellerinden alarak donuk kuşaklar yetiştirmeyelim. Cıvıltılarını duyalım. Bu yönüyle de bu bayramın ayrı bir anlamı ve önemi vardır.

Nisan törenlerini “şehitler var” gerekçesiyle iptal etmek, sadece Atatürk’e, Atatürk ilkelerine, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine karşı olmak değil; şehitlerimize, şehit çocuklarına da ilgisizliktir.

Geleceğimiz olan çocuklarımızın ve tüm dünya çocuklarının bayramını kutluyorum.      

Kaynakça

Hzl: Aksin, Sina ve diğerleri,Yakınçağ Türkiye Tarihi, İstanbul: Milliyet Yayınları.

Atatürk’ten Düşünceler,1924,s.81.

Atay, Falih Rıfkı,Dünya,10.11.1958

Aydemir, Şevket, Süreyya,Tek Adam Mustafa Kemal, İstanbul: Remzi     Kitabeci,         C.2,1964        

Başdoğan, Hüseyin.Cumhuriyet Bayramı “konuşması, Acıpayam Postası, 2 Kasım

            1970.

            Bütün Dünya, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, Sayı:2016/04.

            ”Hacıhasanoğlu Muzaffer,”Düşünür Atatürk” Varlık, S.585,1Kasım 1962.        

            Hzl: Nabi, Yaşar,Atatürkçülük Nedir? İstanbul: Varlık Yayınevi,1963.                                

           Selek, Sabahattin Milli Mücadele I,II, İstanbul: Milliyet Yayınları,2011.                                                           Anadolu İhtilali I,II İstanbul, İstanbul Matbaası, 1965.                              

            .

 

 

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..