Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '08

 
Kategori
Deneme
 

80 yaşında ölmek

Türk şiirinin gürül gürül akan ırmağı Hasan Hüseyin Korkmazgil 2 Haziran 1970’de ölen Orhan Kemal’in güzel anısına adadığı “Haziranda ölmek zor” şiirinde sızlanır Nazım Hikmet’in erken ölümünden “…ah yavrum /ah güzelim / canım benim / sevdiceğim / bitanem / kısa sürdü bu yolculuk / n'eylersin ki sonu yok! / gece leylâk / ve tomurcuk kokuyor / uy anam anam / haziranda ölmek zor!”

Elbette her ölüm erken; her ölüm kalanlara acı, özleyiş, arayış yüklüyor. Cemal Süreya “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte. // Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum tanrım. // Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir... // Üstü kalsın...” Ölümünü önceden sezdiği için mi bu dizeleri tarihe düştü Cemal Süreya dersiniz? Bir özdeyiş, bir kaynak söz olarak belleğimize kazındı bu dizeler. Ölüm karşısında ne kadar çaresiz, ne kadar dirençsiz insanoğlu! Dirimle ölüm arasında bir ayraç içine sığıyor tüm yaşadıklarımız sanki. Tıpkı Behçet Necatigil ustanın dediği gibi:

Adı, soyadı / Açılır parantez / Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti / Kapanır, parantez.”

Türk basının unutulmazlarından, İzmir’in renkli yüzlerinden gazeteci İsmail Sivri “80 Yaşında olmak” adlı yazısında “Gençliğimde, bu yaşa kadar yaşayacağımı ummazdım.” diye not düştüğünde, yakın tarihlerde ölümünü düşünememiştik. Güleç, sevimli, insan gönlünü alan kişiliğiyle. Tam 80 yaşında bu yaşamdan kopuverdi sivri. Sanki 80 yaşında son noktayı koymak ister gibi ömrüne. Çocuk yaşlarımızda, ergenliğimizde, gençliğimizde 50’li, altmışlı yaşları çok yaşlı, çok ihtiyar olarak algılardık. Şimdi yaş altmışlara varınca, yaşlılığı, ihtiyarlığı konduramıyoruz kendimize. Bu da bir şans. Çok yaşamak elbette güzel; ama dolu dolu yaşamak, yaşamanın anlamına, bilincine varmak, yaşamın bütün olanaklarıyla bütünleşmek, sevgi, barış, dostluk, aşk, kavramlarını içselleştirmek… Böyle olunca yaşamak daha bir anlam ve özellik kazanıyor elbette.Tüm olumsuz koşullara, sıkıntılara, kırılmalara karşın Nâzım usta “Yaşamaya Dair” şiirinde ne güzel dile getirir yamanın bu varsıl yanını: “…öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, / yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, / hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, / ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, / yaşamak, yani ağır bastığından.”

Geçtiğimiz günlerde, kitapları 150 dile çevrilen ünlü Kırgız romancı Cengiz Aytmatov da 80 yaşında sevenlerinin, okurlarının gönlüne gönlünü bırakıp gidiverdi öte yana!

20.yüzyılın son divası diye bilinen soprano Leyla Gencer de 80 yaşında dünyaya elveda diyenlerden. Necati Cumalı 2002 ‘de öldüğünde 80 yaşında olduğunu yazdı gazeteler. Attila İlhan 2005 yılında şiire, hayata el sallarken 80 yaşında ihtiyar olamamıştı hâlâ! Tiyatro sanatçısı, oyun yazarı, aktör İ. Galip Arcan da 1974 yılında öldüğünde 80 yaşındaymış. Türk gülmece sanatının ustası Aziz Nesin de eylemli, söylemli, gülmeli, düşündürmeli yaşamıyla, iz bırakan yüz akı yazarlarımızdandı. “Türkiye’de her beş kişiden beşi şair” sözünü güncel yaşamımıza sokarak, sokaklarımızı terk etti. Tarihimize kara bir sayfa olarak geçen Madımak yangınından kurtulduğunda sevinmiş, 5 Temmuz 1995 yılında İzmir Çeşme’de öldüğünde ne kadar erken bir ölüm diye yazıklanmıştık.

Sevdiğimiz, yüreğimizde saygınlığıyla yerini almış, kalemini, gönlünü şiire, yazıya, çizgiye adamış genç ölümlerle dolu edebiyatımız, sanat dünyamız. Şöyle bir anımsayacak olursak Rüştü Onur (22), Muzaffer Tayip Uslu (24), Arkadaş Z.Özger (25), Zafer Erkin Karabay (27), Ender Sarıyatı (28), Nilgün Marmara (29), Ali Rıza Ertan (35), Orhan Veli (36) , Ömer Seyfettin (36) Sait Faik (48), Tevfik Fikret (48), Sabahattin Ali (41), Ahmet Haşim (48)… gibi sanatçıları, yazarları düşününce 80 yaşında ölmek ayrıcalık mı ne diyesi geliyor insanın.Şaka bir yana, bir sanatçı, edebiyatçı, ürettiği sürece dinç, genç, diri, devingendir bana göre. Kuşkusuz üreten, katkı koyan, yararlı işler yapan tüm insanlar için de geçerli bu dediklerim. Ama şair, öykücü, romancı, ressam, yontucu…ülkesinde ve dünyada iz bırakmış tüm sanat ve edebiyat insanları söz konusu olunca, toplumun değer verdiği, önemsediği, sevgi ve saygı duyduğu insanların ölümü karşısında daha bir farklı davranıyoruz. Çünkü özlüyoruz onları.

Dün ölen bestekâr Avni Anıl için de aynı şeyler geçerli elbette. “Dilşâd olacak diye kaç yıl avuttu felek, Sevmiyorum seni artık gözlerimi geri ver, Biraz kül biraz duman, Unutulmuş ne varsa sevgiden geri kalan, Mihrâbım diyerek sana yüz vurdum, İçimde nice uzun yılların özlemi var, Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun gelmiyorsun” Olası mı unutmak bu şarkıları? Ezginin evrensel anlamı bu bir bakıma. Avni Anıl’la TRT İzmir Bölge müdürlüğü binasında çok karşılaştık, hal hatır sorduk.Hep yanı başında elini öpen öğrencileri, sanatçı dostları olurdu. Onları öper, okşar, onlar birlikte çalışırdı. TRT’nin İzmir Bölge Müdürlüğ binasında İnce Oda adını verdiğim o 4 metrekatrelik odamda şair Onur Şenli’yle ne zaman birlikte otursak, mutlaka Avni Anıl, Ali Rıza Avni gibi dostlarından anılar, fıkralar, kesitler anlatırdı.Özellikle meyhane anılarına doyamazdım. Şiirle, şarkıyla, duyarlıklarla dolu zamanlar… Onlar ölünce de yapıtları, kitapları, anıları yaşamalarını sürdürüyor. İşte sanatçının, edebiyatçının anlamlı kalıcılığı da bu…

Evet 80 yaşında olmak ve 80 yaşında ölmek… Ölüm bir yerde bulup yaşın sonuna noktasını koyuyor.

Şimdi 70’lerini, 80’lerini, 90’larını süren daha çok yaşamaları, daha çok üretmelerini, bizimle olmalarını gönülden istediğimiz tüm sanatçı, edebiyatçı büyüklerimize saygılarımızı sunarak, ben de bu yazıya bir nokta koyuyorum. Ömürleri, yazıları, şiirleri, resimleri çok olsun

 
Toplam blog
: 178
: 1483
Kayıt tarihi
: 01.06.08
 
 

1946 yılında Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde doğdum. İlkokulu aynı ilçede, ortaokulu Ceyhan’da, li..