Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Şubat '09

 
Kategori
Güncel
 

Hepsini cebimize koyuyoruz!...

Hepsini cebimize koyuyoruz!...
 

" Dünya Barışı için, birşeyler yap!..."


Bala’nın Karahamzalı köyündeki ahıra elli dört seçmen yerleştirdiğimiz, şu işsizlikte “ Goygoyculuğu” yeni meslek edindiğimiz ve ihmal yüzünden, üzerimize cam düşürüp yurdumun insanını yaralandığımız sırada, Başbakan Erdoğan’ın Davos’da, İsrail Cumhurbaşkanı ile geçen olumsuz diyalogu, bir anda dünya gündemine oturuverdi.

Yalnız dünya gündemi mi? Yurt içinde de, yaptığı hareketi kahramanca karşılayıp, milli kahraman ilan ederek, dönüşünü çılgınca alkışladık. Artık ne işsizlik, ne bedava kömür, nede doğalgazın pahalılığı umurumuzda değil! Seçimlerde nasıl olsa yaklaştı. Verdik gitti oylarımızı! Başbakan haklı mı derseniz. Bence haklıydı. Kimse, Türk Heyeti’nin onuru ile oynayamaz. Kim olsaydı da oynatmazdı. Başbakan gibi ağzının payını oracıkta verirdi. Zaten, insan sıfatında olan hiçbir kimse, “Savaş” istemez. Hele savaşlarda sivillerin ölmesini hiç istemez. Ancak, Türkiye’nin, ABD’nin başlattığı Irak Savaşı’ndan önceki tutumunu da unutmamak lazım. Savaş öncesi yapılan pazarlıklarda, Habur sınır kapısı ve Turizmi bahane ederek ABD’den dolarları istedik fakat Erdoğan’ın Washington ziyaretinde bize para yerine “ Ankara’yı ABD’ye bağlayan ana askeri ve ekonomik çıkarların varlığı” hatırlatılmasının ardından ilk bombanın Irak’a düşmesinin ardından, içinde çocuk ve yaşlılarında olduğu bir milyona yakın insanın ölmesine duyarsız olmak da, insanlığın ayıbı ve vicdansızlığı oldu. Bir ülke şimdi üçe bölünmenin eşiğinde, bu durum, yanında bulunan diğer ülkeleri de tedirgin ediyor. Türklerin göz bebeği olan askerimizin başına geçirilen çuval için incindik, bir Türk olarak kahrolup öldüğümüzde, dünyaya neden haykırmayıp, sessiz kaldık?

Davos nerede? Batıda. Orada toplantıyı terk ederken ne dedik? “ Bu şartlarda bir daha Davos’a gelmeyiz.” Yani biz artık Araplardan yanayız. Ortadoğu’da tarafsız değiliz. Hamas ve onu destekleyenlerle birlikteyiz” dedik. İç politika her ne kadar dış politika ile sıkı sıkıya bağlı olsa da, dış politika ince nüanslar isteyen bir uğraştır. Domino taşlarını dizerken eliniz titremeyecek, nefes alışlarınız farklı, bakışlarınız keskin olacak. Yoksa, bir taşı düşürdüğünüzde dizdiğiniz bütün güzel görünüm bir anda sıfır olur, tekrar dizmek için başa dönerek büyük emek sarf etmek zorunda kalırsınız.

Gelin bir de Atatürk’ün dış politikaya bakışını anımsayalım;

Atatürk, “ Milletlerin siyasetinde ancak menfaatler vardır. Kimsenin kimseye dost olamayacağını bilelim” Yine Atatürk Türkiye için “Milli Siyaset” olarak belirlemiştir. Bundan kasıt olarak, “ Kendi sınırlarımız içinde, her şeyden önce, kendi gücümüze, kuvvetimize dayanarak varlığını muhafaza etmek sureti ile millet ve memleketin saadet ve imarına çalışmak, aşırı emeller peşinde millet meşgul etmemek ve zarara sokmamaktır” derken, “ Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimiz ve hareketlerimiz ile gösterebilmeliyiz. Bilelim ki, milli benliği bulamayan milletler, başka milletlerin avıdır” demiştir. Atatürk, her ne kadar batılı devletlerle emperyalist mücadele verdiyse de, dış ilişkilerde Batı’ya öncelik tanımış ve Türkiye’nin çağdaş, uygarlık düzeyine kavuşmasını “Batılılaşmada” görür. Ve ‘Batılılaşma Değimi’ni de, “Çağdaşlaşma, modernleşme ve uygarlaşma” ile eş tutar. Ve yine bir sözünde; “Bütün dünya milletleri aşağı-yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve saadetini düşünmelidir” derken, “Yurtta sulh, dünyada sulh” sözünün ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.

Yazımı, İsmet İnönü’nün Lozan’daki bir anısıyla noktalamak istiyorum.

Tarihimizde önemli bir yeri olan ve sınavlarımızda özellikle tarihi sorulan “Lozan Antlaşması” görüşmelerinde İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon isteklerini kabul ettiremediği Türk Heyetine; “ Tekliflerimizi ret ediyorsunuz, hepsini cebimize koyuyoruz, yarın öbür gün bizden borç isteyeceksiniz, o zaman bu siyasi koşulları cebimizden çıkartıp size kabul ettireceğiz” dediğinde, İsmet İnönü; “ Gelip önünüzde diz çökersem, o zaman çıkartırsınız” demişti…

Şimdi?

- Birkaç milyar dolar almak için, İMF ile görüşmeler devam ediyor…

- Ekonomimizin can damarı kuruluşların büyük bir bölümü yabancı şirketlere satıldı ve satılmaya da devam ediyor…

- İslam’ın tüm insanlara indiği ve önüne hiçbir unvan konulamayacağının bilinmesine rağmen, ABD’nin bir önceki Bush yönetimince, Türkiye’ye atfedilen “Ilımlı İslam” model sözcüğünün Obama yönetimince de devam edip etmeyeceği görüşü kafamızı karışmaya devam ediyor.

Sağlıcakla ve Barışça kalın…

Ertuğrul ERDOĞAN

1 Şubat 2009/Bursa

Not: “DAVOS ve NAİROBİ” başlıklı yazımın linkini veriyorum

hikayeler.net/yazilar/4658/davos-ve-nairobi/

Bir daha okursanız sevinirim.

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara