Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '08

 
Kategori
Siyaset
 

Bitmeyen kavga üzerine düşünceler...

Bitmeyen kavga üzerine düşünceler...
 

http://www.milliyet.com.tr/content/galeri/yeni/goster.asp?prm=0,2793421&id=13&galeriid=1393#galeriSt


Son dönemde AKP’yi kapatma davası ile ilgili konuşanların hukuk adına, demokrasi adına, cumhuriyet adına yaptıkları tespitler ve geliştirdikleri görüş ve önerileri dinledikçe sorunun gerçek temellerinden kopukluğunun altını çizmek gerekiyor.

Türkiye’nin insanlık tarihi açısından bakıldığında kısa sayılabilecek cumhuriyet tarihi kısaca Atatürk’ten ve Din’den geçinenlerin mücadelesi olarak özetlenebilir.

Siyaset esnafı ( Yukarıda söz ettiğim geçinenleri genelleyeceğim yazımın devamında.) ‘nın gerçek anlamda, çağdaş demokrasi gibi temel sorunu olmamıştır. Günün koşullarına göre hukuk’u , yargıyı kendi iktidarını sürdürebilmek için kullanmışlardır.

Gelinen siyaset bunalımında yaşananların sorumlusu Atatürk’ün temellerini oluşturduğu Cumhuriyet olamayacağı gibi, tam anlamıyla bağımsızlığına kavuşamayan Yargı da olamaz!

Devlet erkini elinde bulunduran siyaset esnafının işine geldiğinde hukuka sarılması veya yargılama süreci başladığında aceleyle kurtulmak için paket hazırlaması; hukuk, demokrasi alanında samimiyetsizliklerinin de göstergesidir.

Temel insan hakları, örgütlenme özgürlüğü, memura grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı, parasız ve herkese eşit eğitim hakkı konusunda, siyasi partiler yasası, seçim yasası gibi demokratik açılımlar konusunda parmağını kımıldatmayanların bu gün yaşananlardan yakınma lüksleri olmaması gerekir.

Beş yüz elli vekilin ait olduğu parti liderinin işaretine göre hareket etmeleri, adeta kurşun asker kesilmeleri çok mu demokratiktir.

Kendi siyasi geleceğini liderin iki dudağı arasında gören vekil halkın mı yoksa siyasi parti liderinin mi vekilidir!

Arada haksızlık yapabilirim ama benim sürekli yazılarımda söz ettiğim Türkiye’nin tarihi ile yüzleşmesi, hesaplaşması gerektiği ve siyaset esnafının öngörüsünün siyasi istikbal hesabı ile kısıtlı olduğu gerçeği gün gibi ortadadır.

Yazımın başında da söz ettiğim iki kesim hem siyasi yaşama, hem de toplum yaşamına kendi öngörüleri kadar sınır çizip toplumu bu sınırlara hapsetmiştir.

Devlet adına düşünüp kapasitelerinin yettiği kadar korumak, kollamak adına ya da kendilerini iktidar yapacak toplumsal duyarlılıkları sonuna kadar sömürüp yarattıkları çatışma kültürü sınırının aşıldığını düşündükleri anda ülkeye kendileri elbise biçme yeteneklerini sonuna kadar kullanmışlardır.

Üzerinde tartışma yaratılan laiklik ilkesi hep kâğıt üzerinde kalmış, ülke gerçek anlamda laik olamamıştır!

Laiklik salt dinsel duyarlılıkların yaşam biçimi olarak dayatılmasına karşı rejimin emniyet supabı olarak kullanılırken yönetim erkini elinde bulunduranlar diyanet arcılığı ile dinden elini de çek(e)memiştir.

Sözde özgürlük adına türban ile sembolleşen siyasi harekete karşı gündeme düşen dava ise; dini resmi bakışın dışında farklı algılayıp uygulamaya çalışan ve giderek siyasi söylemlerini dinsel referanslara dönüştürdüğünü gözlemlediğimiz gerçeklik, yazımın başında söz ettiğim kesimlerin iktidar olmaktan öte muktedir olma mücadelesinin geldiği noktadır.

Süreçte ilginç olan; özelleştirme, kendi zenginini yaratma, yargı kararlarını uygulamayarak sağından solundan dolaşılınca ses çıkarmayan, yolsuzluklardan söz etmeyen, yazar, ikinci cumhuriyetçi ve beslemelerin bu gün demokrasici kesilmeleridir.

Hiç kimse iddianamede yer alan olayları gündeme getirmiyor. Dayatılan “Yüzde kırk altı oy almış bir siyasi partiye bu yapılır mı!” ekseninde demokrasi havariliği. Bu mantık ile gidersek, ne kadar oy alırsan (eksiklerine rağmen) yapılan iktidar icraatları meşruiyet mi kazanır! Yasamanın, icraatlarının hukuka, laiklik ilkesine (ki demokrasinin olmazsa olmazı) aykırı olmaması gerekmez mi?

Şimdi dönüp hangi yazımda söz ettiğimi araştırmayacağım ama bir arada yaşamanın olmazsa olmazının laiklik ilkesi olduğunu yazmıştım. İktidarı eline geçirenlerin (beğenmese de) uymak zorunda olduğu laiklik ilkesini işlevsiz kılacak her türlü çaba bir şekilde hukukun terazisinde tartılacaktır.

Çok partili siyasi yaşam ile iki temel kesimin arasındaki mücadele; toplumsal uzlaşmaya dayalı, özgürlükçü, hukukun üstünlüğünü , laiklik ilkesini, insan haklarını temel alan çağdaş bir anayasa yapılsa bile (Laiklik ilkesi yer alacağı için) ara vermeyecek gibi görünüyor.

Ve bu mücadele sürerken siyaset esnafının beceriksizliklerini ve yeteneksizliklerini ayıplarını örtmeye devam edecek. Arenada süren bu mücadelenin ekonomik kalkınmamıza katkısı olmayacak ama temennim yurttaşın sadece taraf olarak kalması. Siyaset esnafı kendi başarısızlığını örtmek için değerleri sınırsızca sömürürken bizde tarihteki üçüncü ligden Atatürk’ün hedef gösterdiği “Medeni, muasır memleketler …” seviyesine asla ulaşamayacağız.

İktidarı elinde bulunduranlar ve kendini devletin sahibi sananlar arasındaki mücadele roller zamanla değişse de perspektif değiştirmeden süregelmiştir.

AKP buzdolabına koyduğu demokratik açılımları yeniden gündeme taşımalı ama iş başa düşünce demokrasi havarisi kesilmesi samimiyet sorgulamasını da beraberinde gündeme taşıyacak kuşkusuz.

Görünen o ki siyaset esnaflığından, oy avcılığından, dinsel normları yaşama taşımanın yarattığı toplumsal algılamadan kurtulmanın yolu kendine demokratlığı terk etmekten geçiyor.

İmamhatip mezunu olmanın, türbanlı eş kriterlerinin yerini liyakata bırakmasını beklemek ham hayal olarak kalacağına göre AKP elitinin bu badireyi atlatırsa daha bir referanslarına sarılmayacağını kim söyleyebilir.

Medyada yer alan dava ile ilgili tartışmalarda yazar elitinin yazılarını okuyunca ;"At sahibine göre kişner." , (yoksa it mi olacaktı) atasözü aklımdan bir türlü çıkmıyor. Komik olan ise yazılanların, öne sürülen düşüncelerin "özgürlük", "demokrasi" adına yapılıyor olması.

Kısa Cumhuriyet tarihi Atatürk'ten geçinenler ile dinden geçinenlerin iktidar ve muktedir olma mücadelesidir.

Meramımı anlatabildim, umarım...

**********

KAĞNILI İLKELLİĞİN ŞİİRİ

ben göremeyeceğim

“güldüğüm oldu” baharları

yüreğimde

ateş

yangını kardeşliğin

sevincin

sevincim

umut, ölüm gibi sessiz

ve küskün düşmüş toprağa

kanıyor

haremlik

selamlık

ama

insanlık treni ışık hızı

ışık hızı treni insanlık

ben seyrederim

seyreder beni gibi ölüm

ben göremeyeceğim

güldüğüm oldu baharları

baharları oldu güldüğüm

insanlık treni ışık hızı

ışık hızı treni insanlık

meğer

çoktan geçmiş

ar bedenden

bir hicaz

yemen

tren kağnı kalmış

kağnı tren

***********

Ankara.21/03/2008 N.Tüfekçi

 
Toplam blog
: 1114
: 827
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Ankara'da yaşar, dünyalı,aynadaki görüntüsüne muhalif, vicdan hesapları yapmaktan yorgun, yaşanıl..