Ama öyle ama böyle! Benzemez hiç biri bir diğerine! Gecenin sessizliği yırtan bir telefon sesi. Bu saatte hiç kimse aramaz diye düşündü kadın ama baktı..
Beyaz, bembeyaz… Her yer bembeyaz. Gökyüzü beyaz, ağaçlar beyaz, yapraklar beyaz, dalga dalga deniz beyaz, kelebeğin kanatları bile beyaz. Bekliyorum… Otogarın mahşeri kalabalığı ..
‘’Kapalı gözlerim, dinliyorum dalgaların sesini Her çırpınış, her vuruşta hatırlatıyor bana seni Yine sessizlik çığlık çığlığa haykırıyor İçimden bir parça, bir parça daha kopuyor..
Yılların yorgunluğu vardı üzerinde. Kadın, Meltem’in esintisiyle uçuşan saçlarını topladı başının üstünde. Geminin güvertesine çıktığında, uzun uzun baktı geride bırakmaya hazırland..
Tüm ışıklar söndü, aydınlık yerini kara kapkara bir karanlığa bıraktı birdenbire. Karanlığın koynunda buldu kendini dalga dalga. Uçsuz bucaksız, sonu belirsiz bir dehliz. Elinde solgun ve ölgün ışı..
''Bir de benden dinle… Neden?'' ''Gün yine aynı Yok ki öncekinden bir farkı... Ha bir evveli, ha bir evveli Akan yalnız duyguların çaresiz seli… De..
‘’Bulursun belki sevgiyi, sehersiz yellerde!’’ ‘’Ört perdeleri, girmesin Ay Işığı gönlüne!’’ ‘’Kaç her şeyden kaç, kaç kaçabildiğince!’’ Uzun bacaklarını..
Bizim MEZİYET abla vardı. Komşunun kızı. Adı Meziyet, kendi ise safi meziyet. Çok anlayışlı, marifetli ve kanatsız melek mübarek! O zamanlar, Ankara’da böyle yüksek yüksek binalar falan yo..
‘’UMUT’’ koymuştu minik kuşun adını, küçük kız. Her sabah, yeni güne uyandığında; yanına ilk gelen UMUT olurdu. Gözyaşlarının uykuya yenilip de, kuruyan damlacıklarını da Umut silerdi, minicik dili..
Bölük pörçüktü tüm gece uykusu. Hatta yarı uyur, yarı uyanık. Bir sağa döndü, bir sola, yatağın içinde. Sabah mahmur bir halde uyuyup, uyuyamadığını anlayamaz bir halde kalktı,..
Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..