Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '07

 
Kategori
Siyaset
 

AB: Yoksa onlar " ortak " biz " pazar " mıyız?

AB: Yoksa onlar " ortak " biz " pazar " mıyız?
 

Avrupa Birliği’ nin biri ekonomik, diğeri ise demokratikleşme ve insan haklarını içeren iki farklı yüzü vardır.

AB’nin ekonomiye ilişkin yüzü büyük ölçüde Maastrich Anlaşması ile şekillenirken, demokrasi ve nisan haklarını içeren yüzü Kopenhag Şartları olarak tanımlanmaktadır.

Maastrich Anlaşması, özellikle ABD ile tek başına rekabet edemeyecek ülkelerin tek bir ekonomik güç haline gelmesini ve ortak bir savunma politikasını hedeflemektedir. Maastrich Anlaşması’nın ekonomik birlik olmakla hedeflediği tek piyasa, tek para birimi ve bağımsız bir Avrupa Merkez Bankası’nın kuruluşunun yanı sıra yeni liberal politikalar ile ortaya konulan liberalizasyon, özelleştirme ve yeniden yapılanma programlarının, tek tek ulus devletler içerisinde kamu harcamaları ve bütçe açıklarının sınırlandırılması ve ortak bir politika geliştirilmesine yönelik olarak biçimlendirilmesidir.

AB’nin Maastrich Anlaşması’yla da belirginleşen neo-liberal politikalara bağlılığı, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) içinde ABD ile birlikte belirleyici iki güçten biri olmasıyla da pekişmektedir.Bu bağlamda AB, çeşitli vesilelerle, DTÖ ile IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların faaliyetleri arasında daha fazla uyumun ve koordinasyonun sağlanarak, küresel ölçekteki yönetişim mekanizmalarının güçlendirilmesi yönündeki arzularını açıkça ortaya koymuştur.Diger bir deyişle, küresel finans hareketinin bölgesel bir parçası olma istegini dillendirmiş ve bunu da izledigi politikalarla açıkça sergilemektedir.

AB’de sözü edilen neo- liberal politikalar doğrultusunda üye ülkelerde kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, özelleştirmeler, çalışma yaşamının esnekleştirilmesi gibi düzenlemelerle yaşama geçirilmeye başlamıştır.

Bu uygulamalar ile birlikte, başta emekçiler olmak üzere Avrupa toplumunun sermaye dışı tüm kesimlerinin iş, çalışma saatleri, ücret, sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık gibi birçok alandaki kazanılmış hakları geri götürülmektedir. Kazanılmış hakları geri götürülen emekçilerin Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da ve diğer Avrupa ülkelerindeki tepkileri, bu ülke yönetimleri tarafından yakından bilinmektedir. Öte yandan, Uluslararası Hür İşçi Sendikalar Konfederasyonu’nun (ICFTU) geçtigimiz dönemde hazırladığı “Avrupa Birliği’nde Çalışma Standartları ve Sendikal Politikaları” içeren raporu da yine AB’deki çalışma yaşamına ilişkin hakların ne denli geri götürüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Tüm bunlar, AB’nin benimsediği ekonomi politikalarının demokrasi ve insan haklarını içeren Kopenhag Kriterleri’ni de ne denli işlevsiz hale getirdiğini ve kim için demokrasi istendigini bir kez daha gözler önüne sermektedir.(Nasıl bir demokrasi isteniyor meselesini sonraki bir yazımızda ayrıca inceleyecegiz)

AB, benimsemiş olduğu yeni liberal politikaları üye ülkelerde uygulamakla kalmamaktadır. Birliğe üye olmak isteyen ülkelere de bu yönde düzenlemeler yapmalarını, üyeliğe koşul olarak dayatmaktadır. Böylece AB’nin gerek benimsemiş olduğu ekonomik politikalarla, gerekse bu politikaları diğer çevre ülkelere yaygınlaştırma işlevi ile kapitalist sistemin diğer kurumları olan IMF ve Dünya Bankası’ndan hiç de farklı olmadığı açıkça görülmektedir. Zaten bizzat IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü asli işlevleri geregi bir bütünün parçaları gibi olup, tüm dünya da arzu ettikleri bir zeminin oluşması için üç koldan koordineli bir şekilde faaliyet göstermekte ve herkesi, kendilerinin şeytan ötekilerin kurban oldugu bir cehennemin içine çekmeye ugraşmaktadırlar.

Tüm bunların ortaya çıkardığı sonuç, AB’nin uluslar arası tekelci kapitalizmin siyasal ve ekonomik bir uzantısı oldugu ve sistemle birebir özdeş olduğudur. O halde azgın bir saldırı halinde olan tekelci kapitalizmin, küresel sermayenin bu aşırı kar hırsına karşı olmak, aynı zamanda AB’ye karşı olmayı da gerektirir.

Bu bağlamda benim mevcut işlevi itibariyle AB’ye karşı olmam, bahsetmekte oldugum bu ve benzeri bir çok olumsuz somut gelişmelere ve bunun kökeninde olan anlayışa karşı olmamdan kaynak almaktadır.Yoksa bazılarının kasıtlı olarak iddia edecegi gibi şoven, antidemokratik düşünce kalıpları içinde olmamdan veya kapalı toplum özentisi içinde, sivil toplum anlayışına karşı durmaya çalışmamdan degildir.

Aksine ben herkesten daha çok demokrasi istiyorum ama işleyen sürec degil demokrasiyi getirmek, aksine sivilleşme adı altında emege dayalı yaşam sürdüren insanları her tür korunaklarından arındırarak tamamen savunmasız bırakmayı hedeflemektedir.Bu tarihi dönemeçte “ulusal devlet” kavramının tasfiye edilme süreci de eş zamanlı olarak devreye alınmakta ve geri dönülmez bir yolda adımlar atılmaktadır.Miladi başlangıcı aslında 12 Eylül 1980 dönemine uzanan bu koşunun start noktasını oluşturanlardan darbeci Kenan Evren'in Federasyon söylemlerini ortaya atması da bir tesadüf degildir.Onlar ki, aynı zamanda cumhuriyet Türkiyesi'nde islami ekolün bukalemun karakterini de yeniden inşa ederek piyasaya süren, Amerikancı Büyük Ortadogu paradigmasının da mimarlarıdır ve tarih onları hiç unutmayacaktır.

Kısaca söylemek gerekirse onların “ortak” bizim gibilerin ise “pazar” oldugu bir küreselleşmeye dogru koşar adım gidilmektedir.

Türkiye’nin üyeliği konusuna gelince; Türkiye, IMF, Dünya Bankası ya da DTÖ çerçevesinde altına girmiş olduğu yükümlülüklerle ve bu doğrultuda uygulamakta olduğu ekonomik programla zaten bu söyledigimiz neo-liberal yapılanmanın tüm gereklerini yerine getirmektedir. AB’ye üyelik sürecinin Türkiye üzerindeki yegane etkisi, demokrasi, insan hakları söylemleri ile “iyi polis” rolünü üstlenen AB’nin neo-liberal yeniden yapılanma sürecinde toplumun gözünü boyamasından ibarettir.

Öyle ki bu yeniden yapılanmanın savunuculugunu yapmaları için “sivil toplum” örgütleri denen ve bazen açık bazen dolaylı yoldan örgütlenmesini savundugu kurumların güçlenmesi için inanılmaz büyük fonları tahsis etmekte bir an dahi tereddüt etmemektedir.Böylece özünde demokratikleşmenin önemli bir ayagı olan sivil toplum kavramının içi de boş bir hale getirilmekte ve toplumsal bir pasifizm her yere hakim olmaktadır.Bu da emekçilerin neo-liberal politikalar karşısındaki mücadele gücünü kırması ve sivil halkı kendi içinde karşı karşıya getirmesi açısından bakımından küçümsenemeyecek bir tehlikedir.

Bir anlamda bu fonlar, küreselleşme hareketinin bizim gibi ülkelerdeki bozuk halkalarının tamirine dönük olup ve son tahlilde hayata geçirilmek istenen şey, bütün bu tip kurumlar aracılıgıyla koro halinde bir AB üyeligi ideolojisinin nesnel temellerinin oluşturulması ve muhalif olanların ise seslerinin kısılması hedeflenmiştir.

Bu renkli sinemaskop ama dramatik filmin devamını çekme üzere yazımıza burada ara verirken, herkese olan bitene biraz daha alıcı gözle bakmasını, zira herkesin aynı trende oldugunu hatırlatmak isterim.

 
Toplam blog
: 88
: 1115
Kayıt tarihi
: 09.01.07
 
 

Ankara SBF'yi bitirdim. Öğrencilik yıllarında gazetecilik, sonrasında uzun yıllar özel sektörde ü..