- Kategori
- Aşk - Evlilik
Aç kapını ben geldim

Aç Kapını Ben Geldim
Hadi aç kapını, ben geldim.
Farz et ki, uzak kentlerde, yatılı okullarda okuyan çok sevdiğin,
Çocukluk arkadaşın geldi.
Farz et ki, dışarıda yağmur yağıyor, sırılsıklam ıslanmışım, sobanı yak kurut beni.
Farz et ki, dışarısı karanlık, hem çok korkmuşum hem çok üşümüşüm, ısıt beni.
Farz et ki, yüreğinin en dip, en karanlık odalarında saklı tuttuğun en gizli,
en mahrem sırlarını mektuplarında paylaştığın dostun geldi. Şimdi görüşme zamanı bekletme kapında.
Haydi, aç kapını, birde çay demle.
Ellerim ellerinden ısınsın, yüreğim bakışlarından.
Son günlerde kiminle konuşsam hep hüzün yüklü ve yaşamdan kopuk... Neredeyse hayatlar tersine dönmüş ya da değer verilen her ne varsa anlamından ödün vermiş gibi. İnsanlarımız umutsuz ve geleceğe ait planları hep yarım yamalak. Hayaller dağınık, geleceğin güzel düşleri bir sigara dumanı gibi yok olup gitmekte... Oysa her şeye rağmen hayat devam ediyor ve yaşamak doyumsuz. Yaşama tutunduğumuz dallar ne kadar zayıfsa, mutlu olduğumuz anlarda o kadar az oluyor. Acılar denizinde boğulmuş, birçok şey beklentimizin dışında gerçekleşmiş ve hayat bizi yıpratmışsa, elbette geleceğe umut dolu bakabilmek kolay değil. Zaten hayatın sillesini yemiş, fırtınasında sürüklenmiş insanları hüzün ve yalnızlık daha kolay buluyor. Yaşamın tatlı heyecanını kaybedince kendi içimizdeki sorunlarda büyüyor. Sorunlar büyüdükçe insanları sevmez oluyoruz. Her gün biraz daha dostlarımızı aramaktan vazgeçiyoruz. Kazandığımız parayla zaruri ihtiyaçlarımızı giderip kalan bölümünü yatırım yapıyoruz. Ne kadar çok kazansak da doymuyor, hep daha fazla kazanmak istiyoruz. Hepimizin doymayan ve eldekilerle yetinmeyen bir yüreğimiz var.
Oysa insan, sevdiği şeylere kazandığı paradan harcama yapamıyorsa, karşılaştığı arkadaşını çay davetini içten söylemiyorsa, arada bir sevdikleriyle sinemaya gitmiyorsa, sevdiğinin elini karanlık salonlarda tutmuyorsa, tiyatronun yolunu seneler önce unutmuşsa, çok sevdiği bir yemeği kendine ısmarlamıyorsa, sadece özel günler için giyimine özen gösteriyorsa, elbette güncel mutluluğu tartışılır. Uzun yollarda geziye çıkıp şu güzelim sonbaharın tadını çıkaramıyorsa, sararmış ve dökülmüş kuru yaprakların kırılma seslerinden zevk almıyorsa, alamıyorsa yine birçok şeyden mahrum yaşadığı söylenebilir. Çünkü hepimiz hayatı yaşadığımız kadar bilebiliriz.
Sevdiklerimizin sağlıklı ve varlıklı olmalı bizlere sevinç kaynağı olmalıdır. Yakınlarımızın varlıklı olmaları bizim yararımızadır. Dostlarımızı mutlu etmesini bilelim. Çünkü onları bazen çok ihmal ediyoruz ve onları üzüyoruz. Bazen bir merhabayı bile esirgiyoruz onlardan. Oysa yaşamda hiç kimseyi üzmemek ve hiç kimseye kötü davranmamak gerek. Duygu düşlerimiz hep sımsıcak olmalı çocuk yüreğimiz bakışlarımızda olmalı. O saf, o tertemiz çocuk sevgimiz hiç büyümemeli.
Bazen de sevdiklerimizi, dostlarımızı zamansız kaybediyoruz. Çok sevdiğimiz, “aşkımız” dediğimiz insanları kaybediyoruz. Yıllar neden bazı şeyleri fazla yıpratıyor. Neden her gün biraz daha göbeklerimiz yağ bağlanıp, yüzümüzün çizgilerine çizgiler ekleniyor. Neden sağlığımız için bir şeyleri daha düzenli yapamıyor neden boş zamanlarını erkekler kahve köşelerinde, kadınlar ise çay saatlerinde geçiriyor. Çalışan hanımlar hep yorgun dönüyor evlerine. Ev hanımları da çoğu zaman bakımsız ve günün yorucu ev işlerine bırakıvermişler kendilerini. Oysa her gün, kocalarını kapıdan öperek uğurladıktan sonra pencereye koşup ardından el sallamalıdırlar. Saçları karışmış, tırnakların içi paslanmış, göz kapakları yorgun, bakımsız, solgun eller ve asık dudaklar mutluluk veremez insanlara.
Yazar: Mustafa Çifci- www.mustafacifci.com
Not: Bu eser Mustafa Çifci’nin kitabından alınmıştır. Telif hakkı yazarına ait olup, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamında her hakkı saklıdır. Yazarın yazılı izni alınmadan kopya edilmesi, çoğaltılması, dağıtılması, özet olarak belli bir bölümün başka yerlerde yayınlanması yasaktır.