- Kategori
- Özel Günler
Acımak ve masumiyet üzerine...

Öğrendiğim ilk ders ve fakat geçemediğim tek ders olarak kaldı “acımak”…
Ölümden geçtim, doğumu gördüm, yaşamı tırmaladım, yok oluşu soludum kaç kere… Kaç kere ateşten gömlek biçti hayat… Kaç kere buz dağlarında kaldı cesedim… Bir tek bu dersi geçemedim…
“Acımamalısın, acımak seni zayıflatır” diyordu öğreti. Öğretilerin en sertiydi.
Fakat haklıydı…
Yaşamı, paylaşım ve zenginlik olmaktan çıkarmış; feodaliteden geçip, egoizmde pişmiş, nihayet adı kapitalizm olmuş, mücadelenin karşısında güçlü olabilmek için, acımamak gerekiyordu.
Haklıydı…
İnsan dediğimiz canlı türünün karşısında eğilmeden durabilmek ve borçlu kalmamak için hiç birine ve ağır bedel ödememek için kimseye, acımamak gerekiyordu.
Haklıydı…
Duygularının ırzına geçilip, bir köşeye boş çuval gibi fırlatıldıktan sonra, için için uğunurken ve en koyak ağıtları bile beğenmezken, yeryüzünde “can” dediğin herhangi birine derdinin katresini bile söyleyemediğin anlarda kendine acımaya başlamışsan, acıyan her uzvunu kesip atmak ve acımamak gerekiyordu.
Haklıydı…
Aynı mahallede değil; kapı karşısındaki aç iken kendisi tok yatabilen, komşusundan bir avuç külü sakınanlarla birlikte yaşayabilmek için acımamak gerekiyordu.
Haklıydı…
Sen acıdan ve ağrıdan dönenirken, sözüm ona senin dostun olan biri seni üç gün dinlemeye üşeniyorsa ve acıkabiliyorsa sen tüm iştahını kaçırdığında; sen, sen olmaktan çıkıp; kendinden geçtiğinde, yerine sen olmayı başaramıyorsa, acımamak gerekiyordu.
Oysa…
Oysa ben bunu başaramadım…
Nerede bir ağlayan çocuk sesi duysam, ciğerim parçalandı, dört dönerek aradım onu. Bulduğumda ya balonu patlamıştı yahut da dondurması düşmüştü yere. O kadar olduğuna, bin şükürle yenisini aldım. Gözlerindeki sevinci içime çekmekse ödülümdü.
Ben çocuklara acıyorum… Hele de savaşın, terörün, doğal afetlerin, bilinçsizliklerin, çatışmaların ortada yapayalnız bıraktığı, umutsuz çaresiz çocuklara… Onlar masumlar…
Oysa ben aptal bir makosenin veya şıpıdık bir terliğin altında ezilen karıncaya da acıyorum. Komünel çalışabilen, insandan çok daha asil bir topluluğun üyesi iken, insan kulağının duymadığı çığlıklar arasında debelenerek ölürken ve de gözle görülmeden dostları tarafından cenazesi sessiz sedasız kaldırılırken içim kanıyor…
Ben hayvanlara acıyorum… Hele de katliam yapar gibi avlanırlarken, türleri öldürme hazzı içinde yok edilirken, doğadaki varlıkları hiçsenirken… Onlar masumlar…
Oysa ben, acımasız bir elin kendisine doğru gelişini sezdiği halde toprağa çakılı olduğu için kaçamayan zavallı bitkilere de acıyorum. İnsan denilen testereli canavarın aç gözlülüğü yüzünden yok edilen ormanların yanı sıra, hiç önemsenmediği için üstüne basılıp geçilen küçücük çiçekli otların nasıl da canlarının yandığını ta özümde duyuyor ve onlarla yaralanıyorum… Kolum kopuyor onlardan birinin dalı koptuğunda. Kopan parçamdan geri kalan sinirlerim salkım saçak ve seyirerek dökülüyorum... Bir ağaç umarsızca kesilirken, başım giyotin altında kalmışçasına gövdemden ayrılıyor. Öylece bakıyorum gövdeme, henüz ölmemiş beyin hücrelerimle. Tam anlamlandırmaya çalışırken yok oluveriyor bilincim, bir karanlık dehlize düşüyorum, kurtaramıyorum kendimi...
Hele de toprak açmak için ormanlar yakılırken, içimde ormanlar yanıyor, su bulamıyorum söndürmeye… Öteden bir siyaset adamı çıkıp; “ne olacak yahu, hepi topu maki topluluğu işte!” derken, öfkemi sığdıracak kap bulamıyor, kahroluyorum…
Çocuklara, hayvanlara, bitkilere, kısaca; masum olan tüm değerlere acıyorum…
Bugün 22 Temmuz Dünya Masumlar Günü.
Dünyayı yöneten kirli siyasete ve pis kapitalizme inat hala temiz kalabilmiş tüm masumların gününü kutluyorum ve sizleri bir dakikalığına masum olan değerleri düşünmeye davet ediyorum…
...