Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '21

 
Kategori
Kitap
 

Acımasız Dünyaya Meydan Okumak

Bu yazı aslında "Acımasız Dünyaya Meydan Okumak" kitabından yaptığım alıntılar. Bana iyi gelen altını çizdiğim cümleler... Kitabım şu an çok sevdiğim bir kütüphanede. Uzun yıllar da orada kalsın. Mutlu olurum.

Hiçbir yere ait olmadığını- her yere ait olduğunu- tam anlamıyla hiçbir yere ait olmadığını fark ettiğin zaman özgürleşebilirsin. Bunun bedeli ağır, ödülü büyüktür.

Maya Angleou

Ailemize ait olmamak en tehlikeli acılardan biridir. Çünkü kalbimizi kırar; maneviyatımızı zedeler, özdeğerimizi yok eder. Bu kırıldığı zaman 3 şey ortaya çıkabilir:

1. Sürekli ıstırap içinde yaşarsınız ve bu ıstırabı uyuşturarak ve/ya da başkalarına aktararak rahatlamanın yolunu ararsınız.
2. Istırabınızı inkar ederseniz ve bu inkarınız onu çevrenizdekilere aktarmanızın ve çocuklarınıza geçirmenizin garantisidir; ya da
3. Bu ıstıraba sahip çıkacak cesareti bulursunuz ve hem kendiniz hem de başkaları için bir empati seviyesi geliştirirsiniz; bu da dünyadaki ıstırabı kendinize özgü bir şekilde fark etmenizi sağlar.

Görülmenin gücünü asla küçümsemeyin; birisi sizi gerçekten görür ve severse durmadan kendinizi tahrip etmeniz zordur.

Aidiyet bizden daha yüce bir şeyin parçası olmak konusunda doğuştan gelen bir arzudur. Bu özlem o kadar ilkseldir ki, genellikle uyum sağlayarak ve onay arayarak gidermeye çalışırız; ancak bunlar sadece ait olmanın işe yaramaz ikameleri olmakla kalmazlar, genelde ona engel olurlar. Hakiki aidiyet ancak özgün, kusurlu kişiliğimizi dünyaya sergilediğimiz zaman elde edilir; ait olma duygumuzun düzeyi kendimizi kabul etme duygumuzun düzeyinden daha fazla olamaz.

Kendimiz olmak bazen tek başına ayakta durabilecek, tamamen yalnız olabilecek cesarete sahip olmak demektir.

Spiritüellik hepimizden daha üstün bir güç sayesinde, ayrılmaz şekilde birbirimizle bağlantılı olduğumuzu kabul etmek ve kutlamaktır. Bu güçle ve birbirimizle bağlantımızın temeli sevgi ve şefkattir.

1. İnsanlara yakından bakınca nefret etmek zordur. Yaklaşın.
2. Boş konuşacağınıza gerçeği söyleyin. Medeni olun.
3. El ele tutuşun. Yabancılarla da.
4. Yüzünüz yumuşak, sırtınız güçlü, yüreğiniz çılgın olsun.

Yolunuzun adım adım önünüze serili olduğunu görüyorsanız, onun sizin yolunuz olmadığını bilin. Kendi attığınız her adımla inşa ettiğiniz yol sizin yolunuzdur. Tam da bu nedenle o yol sizindir.

Hakiki aidiyet insanın benliğinin en kendine özgü özelliklerini dünyayla paylaşabilecek ve hem bir şeyin parçası olmakta, hem de yaban bir ortamda tek başına ayakta durmakta bir kutsallık bulabilecek kadar kendine inanması ve kendisine ait olmasıdır. Hakiki aidiyet olduğunuz kişiyi değiştirmenizi gerektirmez: olduğunuz kişi olmanızı gerektirir.

Kategorize etme seviyesi arttıkça yalnızlıkta artar.

Neyse ki, farklılıklara rağmen sevgi duyabileceklerine ve bağlantı kurabileceklerine inanan belli bir insan sayısı her şeyi değiştirmeye yetecektir. Ama bunu denemeye bile niyetimiz yoksa uğruna mücadele ettiğimiz şeyin değeri de fena halde azalacaktır.

Sana ihtiyaç duyarsam
bana gelir misin?
Yanıma gelip
acımı dindirir misin?
Bana ihtiyaç duyarsan,
sana geleceğim.
Acını dindirmek için
denizleri aşacağım.

İnsanların nefretlerine bu kadar inatla tutunmalarının nedeni, bir kez nefret biterse acıyla yüzleşmek ve başa çıkmak zorunda kalacakları olmalarıdır.

James A. Baldwin

Bazen tüm dünyayı bir Word belgesine koyabildiğimi ve nefretle ilgili tüm sözleri ve eylemleri ıstırapla ilgili sözler ve eylemlerle ""bul ve değiştir"" uygulamasına tabi tuttuğumu hayal ederim.

Ama nereye kadar? Kendimizin ve başkalarının ıstırabına aldırmamak işe yaramaz. Daha ne kadar süre suyun başına gidip de ıstırabın kaynağını bulmak yerine ırmakta boğulan insanları teker teker çekip çıkartmaya çalışacağız? Bu her konuda kendini haklı görme duygusundan kurtulup hep birlikte hepimizin üzerine son derece yüksek bir hızla gelen ve bu nedenle muhtemelen herkesi kurtarma imkanımızın da olmadığı acının beşiğine nasıl ulaşacağız?

Eksik insan kitabının yazarı David Smith dehümanizasyon'u çatışan motiflere bir tepki olarak tanımlar. Dehümanizasyon varoluşumuza ters düşen engelleri ortadan kaldırmanın yoludur. Bir süreçtir. Düşmanı şeytanlaştırma psikolojik sürecidir. Düşmanı insandan daha değersiz ve insan olmasına gerek olmayan bir şeye dönüştürmektir. Genellikle bir düşman imgesi yaratarak başlar. Taraf tuttukça, güvenimizi yitirdikçe, giderek daha fazla öfkelendikçe sadece düşman fikrimizi güçlendirmekle ve sabitlemekle kalmaz; dinleme, iletişim kurma ve asgari düzeyde empati kurma becerimizi de yitirmeye başlarız.

Dehümanizasyon her zaman dille başlar; sık sık imgelerle devam eder. Bunu tarih boyunca izleriz. Holocaust sırasında Naziler, Yahudileri, "alt insan" olarak tanımlamışlardı. Onlara fare diyerek adandırarak askeri yayınlardan çocuk kitaplarına kadar hastalık taşıyan sürüngenlerle eşdeğer tutmuşlardı. Hutular Ruanda soykırımında, Tutsilerin hamamböcekleri olduğunu söylediler. Yerlilere genelde vahşiler denir. Sırplar Bosnalılara yaratık dedi. Tarih boyunca köle tüccarları kölelerin alt insan, hayvan olduğunu varsaydı.

İş dünyasından danışanlarıma ve lisansüstü öğrencilerime verdiğim en önemli tavsiyelerden biri niyetlerini açıkça dile getirmeleridir. Konuşma ne hakkında? Tartışma gerçekten ne hakkında? Bu basit gibi gelir, ama söylemesi kolay, yapması zordur. Çünkü bu niyet o konunun o kişi için neden önemli olduğunun en derindeki nedenidir. Bizim için neyin gerçekten önemli olduğunu anlamak zorundayız.

Hikaye kitaplarında yer alan hikayelerin anlatılmaya değer hikayeler olması konusunda dile getirilmeyen bir mesaj vardır. Bu doğru değildir. Her hikaye önemlidir. Babamın hikayesi önemlidir. Hepimiz hikayemizi anlatacak ve onun duyulmasını isteyecek kadar değerliyiz. . Nefes almaya ihtiyacımız olduğu kadar görülmeye ve onurlandırılmaya da ihtiyacımız var.

Viola Davis birkaç basit kurala göre yaşıyor;

1. Elimden gelenin en iyisini yapıyorum.
2. Kendime görülme izni veriyorum.
3. Bir oyuncu koçunun bana verdiği tavsiyeyi hayatımın tüm alanlarında uyguluyorum: ilerle, korkma, her şeyini ortaya koy, yerde bir şey bırakma.
4. Kızım için bilinmez olmayacağım. Beni tanıyacak ve başarı, başarısızlık, utanç hikayelerimi onunla paylaşacağım. O yabanlıkta yalnız olmadığını bilecek.

Carl Jung şöyle yazar: Yaşamın bütünlüğünü anlamaya en çok yaklaşan şey ikilemdir.

1. Sınırlar; bir tartışmada ne kabul edilebilir, ne edilemez? Boğazınıza kadar boş konuşmaya battığınızı fark ettiğiniz zaman nasıl bir sınır koyarsınız?
2. Tutarlılık. Boş konuşmak tutarlılığı bir kenara itmektir. Çok sık boş konuşursak, güvenmek de güvenilir olmak da zordur.
3. Sorumluluk. Kendimizin ve başkalarının daha az boş konuşması ve daha dürüst tartışmalara girmesi için ne yapabiliriz? Daha az duygu boşalımı ve daha fazla uygarlık?
4. Ketumluk. Uygarlık gizliliği onurlandırır. Boş konuşma hakikati hiçe sayar ve gizliliğe tecavüz etmenin kapılarını açar.
5. Bütünlük. Boş konuşmayla karşılaşınca nasıl bütünlüğümüzü koruruz; kendi duygusal durumumuzu denetim altına alarak nasıl, "Biliyor musun, bu konuşmanın verimli olduğundan emin değilim" ya da "Bu konu hakkında daha fazla şey öğrenmem gerek", diyebiliriz?
6. Yargılayıcı olmamak. Doğru olan "Bu konuda fazla bir şey bilmiyorum. Bana kendi bildiklerini ve neden bunun senin için önemli olduğunu anlat", demekse, nasıl kendimizi yargılamaktan uzak durabiliriz? Nasıl "kazanan/kaybeden" modelinden kaçınarak, birisi bize, "Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum", dediğinde; bu cümlesinde onunla bağlantı kurma fırsatı görebiliriz?
7. Cömertlik; Çevremizdekiler hakkında en cömert varsayımımız ne olabilir? Daha nazik ve toleranslı olmak için hangi sınırlarımızı korumalıyız?

Analoji şudur: Dışarıdaki her şeyi değiştirmeye uğraşmak yerine kendi zihin yapınızı değiştirmek üzerine çalışırsanız, sakinleşebilirsiniz.

Ortak ıstırap ve sevinç anlarına katılırsak karmaşık insanlık koşuluna gerçekten tanıklık edebiliriz.

"Anlam, pozitif duygularda artış, toplumsal temas duygusunda artış ve yalnızlık duygusunda azalma" üreterek tatminkar bir yaşama katkı sağlarlar; bu saydıklarımız, sağlıklı ve mutlu yaşamın olmazsa olmazıdır.

Nörolog Oliver Sacks şöyle yazar: Tüm sanatların içinde sadece müzik tam anlamıyla soyut hem de derinden duygusaldır... Müzik düşünmeye ihtiyaç bırakmadan dosdoğru bir yüreği delip geçebilir.

Hakiki aidiyet için yüz yüze iletişimin zorunlu olduğu ortaya çıktı. Yüz yüze görüşmenin gerekliliği sadece benim araştırmamdaki katılımcı verisinde ortaya çıkmakla kalmaz; dünyanın her yerinde çatışmalar da bu bulguları doğrular. Sosyal medya ancak kişilerin yüz yüze temasta bulunduğu, belli bir çatısı, amacı ve anlamı olan gerçek bir topluluk yaratmakta aracılık ettiği ölçüde yararlıdır.

Kimse buraya sizden fazla ait değildir.

 
Toplam blog
: 48
: 89
Kayıt tarihi
: 11.01.21
 
 

Profesyonel Koç Bağımlılık Danışmanı Sosyolog Yazar Latin Amerika Çalışmaları Uzmanı Analog Fotoğ..