Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Adam gibi yaşamaya ne dersiniz?

Adam gibi yaşamaya ne dersiniz?
 

Ne gariptir ki yaşam karşısında hep ölüm yüceltilmiş, yaşam küçümsenmiş, aşağılanmış, ayaklar altına alınmış,  insanlardan hep bir takım şeyler uğruna yaşamlarını feda etmeleri beklenmiş,   yaşam sürekli ölüme kurban edilmiştir.  Ölmek,  sanki yaşamak ve yaşatmaktan daha değerli, daha yüce bir değer olarak  görüldüğünden siyaset ve din uğruna akan kanların önünü almak mümkün olmamıştır.  

Ancak, ortada garip bir paradoks, bir yanıltmaç, bir çelişki var.  Politikacılar kendi yaşamları söz konusu olduğunda son sistem tüm donanım ve gereçleri kullanıyor, sürü sepet korumalarıyla, zırhlı araçlarıyla, kurşun geçirmez giysileriyle kendi canlarını koruma altına alıyorlar.  En ufak bir masraftan kaçınmıyorlar.

Ama aynı özen  vatandaşa gösterilmiyor. Vatandaşın çektiği yaşamsal sıkıntıların bir nebze azaltılması için yapılması gereken düzenlemeler sudan gerekçelerle geçiştiriliyor, erteleniyor veya zor  kullanarak basınçlı su ve biber gazıyla bastırılıyor.

İnsanların cennete gidişini güvence altına almak (!) gerekçesiyle  her türlü takla atılıyor,  gösterişli şovlar yapılıyor, her yere yarışırcasına mescitler, camiler dikiliyor, medreseler, tekkeler, zaviyeler açılıyor, ama, öte yandan ucube olduğu iddiasıyla Kars’taki İnsanlık Anıtı yıkılıyor, insanların bu dünyadaki hayatlarını ve ekonomik sıkıntılarını bir damlacık  olsun iyileştirmek için kimse parmağını kıpırdatmak istemiyor.

 Sonuçta değişen bir şey olmuyor,  peynir gemisi lafla yürümeye devam ediyor:  İnsanlar dayak yiyor, ölüyor, dayak yiyen yediğiyle, ölen öldüğüyle kalıyor, unutulup gidiyor,  bildik nutuklar atılıyor, yıllar geçiyor, dekor değişiyor, yeni oyuncular sahneye çıkıyor, ancak, statüko aynen devam ediyor.   Kefen, tabut, cenaze, şehit, ceset, darağacı, ip, idam, ölüm söylemleriyle karşılıklı hakaretler havada uçuşuyor.

Futbol maçlarında millet “ölmeye ölmeye geldik” diye haykırıyor. İyi diyorlar gülerek, haykırın ve ölün. Birileri “devrimciler ölür, devrimler yaşar” diye eşiniyor , iyi iyi diyorlar aferin size de, “viva la muerta” yaşasın ölüm!  İnsanlık Anıtı’nı yıkan dinsel ve siyasal zihniyet sevinçle ellerini ovuşturuyor: Bir lokma, bir hırkaya talim edecek kullar gerek,  silah gerek, daha çok silah, ölümün tadına bakacak bol bol canlar gerek, en az dört çocuk gerek...

Öyle bir dünya ki eğrisi doğrusu karışmış, kördüğüm olmuş.  Boşa koyunca dolmuyor, dolmuş olan almıyor. Hayata ve yaşamaya yer kalmamış.  Ne vakte kadar? Cam ekranda yaz yaz bitmiyor, sanal söz bir tuşa dokunmakla uçup gidiyor. Ölüm ve öldürmesiz geçmeyen gün yok gibi. Haber kanalları korku filmini aratmayan fon müzikleriyle acı ve ölümün soğuk nefesini odamıza kadar üfürüyorlar.

Tüm bu ölümcül söylemler, ölümcül korkular,  kendimizi ve insanları korkutma, ölüm bezirganlığı, ölümden nemalanma, ölümden medet umma, ölüm soluma ne zaman son bulacak? Yaşantımızda başımıza gelebilecek en kötü olasılığı veya en kötü şeyi sürekli düşünerek  beklemeyi ne zaman bırakacağız? Öfkelenmekten, dellenmekten ve birbirimize hakaret yağdırmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Niye bizim gibi olmayanlara sabırlı, anlayışlı, sevecen ve hoşgörülü olamıyoruz? 

Adam gibi ölmeden önce adam gibi yaşasak; insanları da insan gibi yaşatmak için yaşamalarına fırsat versek ? Adam gibi yaşamasını, yaşatmasını ve korumasını bilmeyenler, adam gibi ölmesini bilebilir mi? Önce şöyle bir insan gibi, adam gibi yaşasak nasıl olur acaba? Ne dersiniz?

 
Toplam blog
: 129
: 1871
Kayıt tarihi
: 27.07.06
 
 

1968 yılından bu yana dinler tarihi, mitoloji, sosyoloji, antropoloji, dinbilim, teozofi, metafiz..