Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

27 Aralık '08

 
Kategori
İzmir
 

Adnan Saygun, İzmir'lileri ağlattı...

Adnan Saygun, İzmir'lileri ağlattı...
 

Açılışta, İzmir B.Şehir Belediye Başkanı Kocaoğlu, sahneden, salonu dolduran İzmir' lilere seslendi.


Devlet Sanatçısı unvanını alan ilk sanatçı olan Ahmet Adnan Saygun (1907-1991) aslen İzmir’lidir. Babası bir ilim adamıydı. İlk harpte Saygun 7 yaşındaydı.Yunan zulmünü İzmir’ de yaşadı, çok etkilendi. İlk olarak M. Kemal adını, Çanakkale savaşlarında duydu. İzmir’in kurtuluşundan sonra, okul çocuklarınca söylenen ‘Binler yaşa Sultanım, satvetinle, şevketinle Padişahım çok yaşa’ nın yerini, ‘Türk’üm, dinim, cinsim uludur’ gibi milli heyecan verici marşların yaşandığı devir almıştı.

Yunanlılar, babasını tutukluyor bir ara. Kendisi, İzmir Milli Kütüphanesinde çalışıyordu o zaman. ‘Şehir kütüphanesi’ olarak isim değiştirilince de, serbest bırakılıyor. Yunanlılar, milli olan her şeyi yasaklıyordu. Ama herkes, Anadolu’daki isyanın neticesini bekliyordu. Saygun: ‘ Mustafa Kemal, kurtuluşun sembolü, o, benim için bir ilahtı diyor.

İşte o Adnan Saygun’ un adına yaraşır şekilde ‘Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’ İzmir’in Güzelyalı’sında görkemli bir törenle hizmete girdi bu gece. Bir san’at hadisesi yaşandı İzmir’de. Bu projeyi İzmir’e kazandıran İzmir B.Şehir Belediye Başkanı Kocaoğlu ‘ AASSM Türkiye’nin en güçlü sanat merkezi oldu. Teknik altyapısı ile, ses sisteminden özel havalandırma sistemine, asansörlü sahneden özel akustik düzenlemelere kadar her şeyin çok ince düşünüldüğü sanat merkezimizle sadece İzmir Değil, bütün Türkiye gurur duyacak’ dedi.

Bu Cumartesi günü saat 20.00 de konserle başlayan görkemli açılış gecesinde 1153 koltuklu salonu dolduran İzmirli’ler, gözyaşları içinde Saygun’un ‘ Yunus Emre Oratoryosu’ ile buluştu.Ve eser, ayakta alkışlandı. Şef Rengim Gökmen, Koro şefi Ali Hoca’ nın yönetimindeki orkestrada, Bengi İspir (Soprano), Aylin Ateş (mezzosoprano), Hüseyin Likos (Tenor) ve Tevfik Rodos (bas) vardı.

Salondaki asansörlü orkestra çukuru, çok amaçlı hizmet verecek. Asansörle bu çukur yükseltildiğinde de sahne platformu genişleyecek, ek koltuk sayısı artabilecek.

Salon akustiği de, dünya milletlerinin salonlarından esinlenerek temin edildi. Salon duvarları akustik alçıyla kaplandı. Hoparlörler vinçlerle hareket ettirilerek ses düzeni çeşitlilik kazanacak. Koltukların ayaklarından gelecek şekilde tasarlanan zeminden havalandırma sistemiyle de, en ufak gürültünün de önüne geçilmiş olacak.

Saygun, Ankaralı yıllarımda benim ideallerim arasındaydı. Dil Tarihteki seri Üniversite Konserlerindeydik. Anlatıyordu: ‘ 1933 yılı idi. Atatürk büyük nutkunu söylerken, güzel sanatlardan bahsediyordu. Bu benim yolumdu. Bana yol gösteriyordu. Hem dinliyor, hem ağlıyordum. Türklük ve milli şuur zirveye çıkmıştı. Cumhuriyet olmasa, Yunus Emre’ yi, Kerem’i, Köroğlu’nu yazar mıydım?!’

İşte dün gece bir Yunus Emre vardı. Atasını anarken döktüğü gözyaşlarının aynısını, kendi adına İzmirlilerin açtığı sanat merkezindeki gecesinde, İzmirlilere o havayı aksettirmiş, şimdi de İzmirlilere gözyaşı döktürüyordu. Ve İzmirli, ağlıyordu o gece. Yürekler bir daha yıkanıyordu bu gözyaşları ile. Bir kez daha kuvvetleniyordu o yürekler. Bir coşku, bir ivme kazanıyordu.

Daha gerilere gidersek, ‘ Yıl, 1934. İran Şahı Türkiye’yi ziyarete geliyor. Atatürk için devrimleri tanıtmanın tam fırsatı bu geliş. Konu, Adnan Saygun’a götürülüyor. Bu tanıtımda müzik, etken olarak gözüküyor. Kendisinden bir opera bestelenmesi istenmiştir. Bestelenen ‘ÖZSOY Operası ‘ ile Türk Milletinin doğuşu, Türk ve İran Milletlerinin kökü ve tarihi kardeşliğini ifade edilmekteydi. Atatürk provalara bile gitmiş. Orkestra Şefinin, Saygun’a çalışmalarda yardımcı olmadığı fark ediliyor. Atatürk şefi, görevden alıp yerine Saygun’u atıyor. Şimdiki gibi ikili, üçlü imzalarla, kararnamelerle atamak yok öyle. C. Başkanlığı önünde evrak beklemiyor günlerce. ‘Bu bizden mi, değil mi?’ diyerek, Mecliste sıra kapakları vurulmadan. Danıştay’a gitmeden. Anayasa Mahkemesine gitmeden… Ben dedimdi, sen demediydin yalanlamalarına karalamalarına varmadan, traji komik durumlara düşmeden.

Atatürk öfkelenmiş. ‘Bu, devrim hareketidir.’ Diyerek kestirip atmış. Borulu sazlar askeri bandolardan, koro, Ankara Kız Lisesi, İsmetpaşa Kız Enstitisünden, Gazi Terbiye ve Beden Enstitüsü bölümlerinden. Nota bilmeyen öğrencilerden kurulu.. Atatürk, kıvançlı ve gururluydu. ‘ İşte gerçek müzik devrimi budur’ diyordu.

İşte, Şah gelecek diye ısmarlanan bir opera. Bestesi Saygun’ dan… Ortada ne flüt var, ne koro var. Ne Orkestra var ne de solist var. Saygun o sıralar Paristen yeni gelmiştir. İşi o kotarıyor böylelikle. Eser, 1934 yılında icra ediliyor.

Şimdi düşünüyorum. İran Şahı Pehlevi, çalınan müzikten bir şey anlamış mıdır? Ama gaye o değildi. Türkiye’nin sahip olduğu modernizmdi.

Şahın Atatürk’le çekilmiş bir resmi var. Yasaklanmıştı dağıtımı ve basımı. Bunu o resmi çeken Cemal Amca söylerdi hep. Ama, el altından da isteyene verirdi. Başını kaşırken gösteren resimde Pehlevi, şapkayı siperliğinden parmaklarının ucu ile tutarak havaya kaldırmış, aynı elinin serçe parmağı ile de başını kaşıyor. Şapka, tepesinden havada, bir kaya parçası gibi duruyor. Hem yürüyor Atatürk’le hem de kaşıyor. Yan yanalar. Ama ne kaşıma!.. Şapka havalarda boyunu aşmış. Sanki arabanın kaportası açık kalmış gibi.

Bir açılış münasebetiyle Pehlevi’yi de andık böylelikle, nereden nereye. Resmi çeken Foto Cemal’ in küçük bir dükkanı vardı. Yakın zamanda da hayata veda etti. Geriye, İzmir’ in, Cemal imzalı fotoğrafçısından siyah beyaz İzmir fotoğrafları kaldı ellerde.

NOT: Konser devam etmekte iken, bu yazı yayına aynı gün saat 22.00 sinde yayına verilerek Türkiye’deki bütün internet siteleri dahil bütün yazılı basını, MİLLİYET BLOG olarak atlatmış olmanın hazzını taşımaktayım şu an.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara