- Kategori
- Felsefe
Affetmek Üzerine–3
Hepimiz zaman zaman Affetmek üzerine şöyle dendiğini duymuşuzdur, “Affetmek lüzumsuz bir eylemdir. Eğer yargılamayı, suçlamayı ve mahkum etmeyi bırakırsanız orta yerde affetmeyi gerektirecek bir eylem de kişi de Ulus da kalmaz.”
Hemen söylemeliyim ki; bu söz hem doğrudur hem de yanlış.
Akıl yürütme olarak tamamen Mantıklıdır yani mantıken doğrudur. Ancak her mantıklı akıl yürütme gerçek durumu yansıtmadığı için doğru değildir. Yani size veya Ulusunuza haksız bir uygulama yapıldığında, ‘yapanı yargılamayı, suçlamayı ve mahkum etmeyi bırakmanız, her zaman mümkün değildir. Eger böyle davranabilirseniz süphesiz, “orta yerde affetmeyi gerektirecek bir eylem de, Kişi de veya saldırgan bir Ulus da kalmaz”.
Ancak bu akıl yürütme ile, kendinize saygınızı, bağımsız kişiliğinizi veya Ulusunuzun bağımsızlığını, saldırganlara karşı savunmayı sağlayacak bir inanç sahibi olabilir misiniz? Düşünülmeye değer.
Kanaatimce bir bilginin doğru ve geçerli bir bilgi olup olmadığının yegane ölçütü, onu yaşanan gerçek olaylara uyguladığımızda, öngörülen sonuçların elde edilip edilmemesidir. İşte yukaridaki görüşün yanlış yönü, “OLAN”ın, yaşananların bir “SÜREÇ” olduğunu ve “AFFETME”nin bu sürecin sadece belli bir aşamasında "AFFETME" uygulanmasını gerektirğini gözden kaçırması ve Affetmeyi her zaman ve her duruma uygun bir reçete gibi sunmasıdır.
Ote yandan, haklıyı haksızı ayırmak için kullanılan akıl yürütmeye “YARGILAMA” denir.
Bunu yapmanın hiçbir küçültücü yanı yoktur. Çünkü haksızı, haklıyı ayırmanın başka yöntemi yoktur.( Tabii Fatalizmi/Kaderciliği ve/veya Pasifizmi seçip bu görevi Allah’a da verebilirsiniz)
Bu ayrımı yapmak ve adalet ilkesine uygun davranmak, tüm kutsal kitapların vazgeçmediği bir husustur.
“Affetmek Üzerine” başlıklı yazımın ilk bölümde bu konu aşağıdaki şekilde vurgulanmıştır;
" Hepimiz zaman zaman bir şekilde haksızlığa uğradığımızı, başkalarının söz ve davranışlarındaki hatalar/yanlışlar sebebiyle günahsız kurbanlar olduğumuzu düşünürüz. Üstelik bu tür düşünmekte bazen yüzde yüz haklı da olabiliriz. Şüphesiz ulusların başına da böyle şeyler gelir zaman zaman.
Bir ulusun sahip olduğu petrol, maden, su vb. zenginlikler, başka bir ulusun iştahını kabartır ve gücüne dayanarak diğer ülkeyi zapt eder. Mağdur ulus emperyalist ulus kadar cesur olup, tepki göstermez ve bir kurtuluş savaşı vermezse de bu durumdan kurtulamaz. Ancak savaşı kazanıp, haklarımızı, topraklarımızı geri kazandıktan sonra da kin ve nefretimizi sürdürmemiz doğru mudur? "
Eğer saldırganlar ve haksızlık yapanlar varsa hakkın aranması ve hakkın geri kazanılması için mücadele etmek diye de bir şey de vardır. Bu mücadele bilgiyle, akılla, sevgiyle ve de ölçülü bir şekilde karşılık verilerek yürütülmelidir. Bir gün savaşın sona ereceği ve insanların tekrar yüz yüze bakıp, yardımlaşacağı günlerin geleceği unutulmamalıdır. Amacımıza ulaştıktan sonra mücadele kesilmeli sadece koruyucu önlemler sürdürülmelidir. Affetmenin uluslar boyutunda uygulamasını M.Kemal Atatürk yapmıştır. Onun, savaşta ve sonrasında söyledikleri, yaptıkları simdi de ulusumuza rehber olacak niteliktedir. Hiçbir zaman paspas edilmeye, sömürge haline getirilmeye razı olmamıştır. Dozunda bir ego, nasıl özsaygıyı oluşturursa dozunda bir milliyetçilik de Şovenizme değil Atatürk milliyetçiliğine götürür.
Bu bir nefsi müdafaa/(öz savunma) durumudur. Saldırıya karşı nasıl kendimizi koruyorsak elbette uluslar da kendini koruyacaktır. Ancak bir savaş (silahlı veya ekonomik, kültürel vb.) kazanıldıktan sonra affetmeyi bilmeli ve ‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ ilkesine uygun davranmalıyız.
İşte “AFFETMEK” denen şey bir mücadelenin kazanılmasından sonra yapılması ve de mutlaka yapılması gereken bir şeydir. Bu sanıldığı gibi bir Kibir göstergesi de değildir.
Affedenin öncelikle kendisi için yapması gereken bir eylemdir. Çünkü “Affetmek” denen olgu, şahsı çağırıp, Herkesin ortasında “Seni affettim” demekle başarılamaz.
Bence; Affetmek, o kişiyi/kişileri ve yaşadığımız olayı bir üçüncü şahsın tarafsız, etkilenmez tavrı ile hatırlamayı seçmek (Ki buna incinmez bir “Ruh Bilincinde olmak” da diyebiliriz) ve böylece "şimdi ve burada”mızı etkilemez hale getirmektir. Ruh bilincinde olmak karşımızdakilerin de kendilerine ait deneyimlerde bulunma ve bu yolla bizim gibi düşe kalka tekamül etme hakları olduğunu kabul etme anlamına gelir. Meseleye böyle bakınca affeden kişinin kendini büyük görmesine gerek kalmaz. Ancak intikam almayı durdurmuş olması büyük önem taşır ve onu geliştirir. Bu davranış aynı zamanda Varoluşumuzun amacı olan kendimize, yaşadığımız çevreye/ülkeye/evrene hizmet, tekamül anlamına da gelir. Bu hizmet her zaman gülüm, balım, çiçeğim üslubuyla olmaz. Bazen de saldırganlara karşı onlar kadar cesur davranıp onların anlayacağı dille karşılık vermeyi gerektirir. Bu husus Sufiler tarafından “Kişiyi değil hatalı davranışı dövünüz” şeklinde elirtilmiştir.
Bu söz, cezalandirmayi karsidakinin iyiligi icin zamanında ve ölcülü olarak yapmak, egosal tatmine esir olmamak gerektigini anlatır.
Sonuc olarak,
Her zaman ve mekanda, vicdanla, bilgiyle, adaletle davranmak ve affetmeyi de şartların gerektirdiği diger eylemlerle beraber uygulamak zorundayız.
Sevgilerimle...