Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Haziran '16

 
Kategori
Tarih
 

Ahmed'imi gördün mü?

Ahmed'imi gördün mü?
 

Zeytindağı Kudüs’te bir dağın adı. Falih Rıfkı Atay I. Dünya Savaşı Mısır, Filistin ve Suriye cepheleri anılarını bu kitapta toplamış. Kitap baştan sona ibret dolu olaylardan oluşuyor ama bir tanesi var ki her okuduğumda boğazımı düğümler sıkıyor ve dayanamayıp iki gözüm iki çeşme ağlamaya başlıyorum. Onu yazmadan önce biraz durumdan söz edeyim.

Cemal Paşa, Kanal veya Mısır seferi komutanı olarak atandıktan sonra 25 bin kişilik bir ordu ile Sina çölünü geçti. Ama Süveyş kanalında durduruldu. Sarıkamış’ta Enver Paşa komutasında askercikler donarken burada da Cemal Paşa komutasında benzer şeyler oldu. Ordu büyük kayıplar vererek geri çekildi. Sonra İngilizlerin ve Çanakkale’den çekilen Anzakların yürüyüşü başladı. Çarpışarak Suriye’ye kadar çekildiler. Mekke ve Medine ile bağ koptu, Kudüs düştü, komutanlar değişti ve Mondros Ateşkes antlaşmasına gelindi.

Yapacak bir şey yoktu denebilir ama vardı. Mustafa Kemal Paşa, daha savaşın başında bir öneri getirmişti. “Arap topraklarından çıkalım, gücümüzü Anadolu’yu savunmak için saklayalım” demiş ama kimseye dinletememişti. Tabi Mekke, Medine’den çıkmak, Kudüs’ü bırakmak o kadar kolay değildi ama olabilirdi. Savaşı kazanmak isteyen ileri görüş, bunu yapardı. Ama olmadı. Bütün güç Arap ve kutsal toprakların savunulmasına harcandı. Sonuçta da kaçınılmaz yenilgi geldi.

Falih Rıfkı Atay, genç bir subay olarak Cemal Paşanın emir subaylığını yapıyordu. Asıl mesleği gazetecilikti ve gördüğü her şeyi Zeytindağı’na yazdı. İskorpit hastalığından (C vitamini eksikliği), susuzluktan ölen, yemek olmadığı için böcekleri, çekirgeleri yiyen askerler, bunun karşısında Mısır’dan itibaren içme suyu hattı döşeyerek gelen İngilizler… Koca bir devletin ve insanlarının birkaç kişinin elinde oyuncak oluşu.

Sözünü ettiğim bölüm, Ahmet isimli oğlunu askere gönderen bir annenin umudunu ve çaresizliğini anlatıyor. Aradan 98 yıl geçmiş olsa da canlılığını koruyor.

“Allahaısmarladık!

…Bir sabah komutanın (Cemal Paşa-msg) odasına girdiğim zaman, gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm. Kudüs İngilizlerin elinde idi.

Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masanın üzerinden aldığım şifreli telgraftan okudum. Kudüs’ü İsrailoğulları gibi bırakmadık; Türkler gibi bıraktık. Nebi Samoil üstünden Müslüman veya Hıristiyan mabetlere doğru inenler, Türklerin son gününü hatırlayacaklardır.

Karargâhın içinde “Kudüs düştü!” sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Halep’e göz yaşlarımızı hazırlamak lazımdı.

Artık yalnız Anadolu’yu ve İstanbul’u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine, Allahaısmarladık!

Zeytindağı’nın çamları arasından, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam görmeyecek gibi bakan Lût Çukuru, şimdi bütün İmparatorluğu içine çeken bir mezar gibi, genişleyip derinleşiyor.

Eşyam ve kâğıtlarımı bavuluma yerleştiriyorum. Artık Şam’dan ayrılıyoruz. Cemal Paşa İstanbul’da istifa edecektir.

Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs’süz, Şam’sız, Lübnan’sız, Beyrut’suz ve Halep’siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız.

Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe:

-Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor.

Keşke vazifesi oralarda olsaydı. Keşke o altın sağanağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi! (Arap şeylerine oluk oluk altın akıtılmasına rağmen, onlar daha çok altın veren İngilizleri tercih ettiler. Arapların isyanında milliyetçilik küçük bir rol oynamıştır- msg)

-Eğer kalırsam diyor, bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır.

Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa… Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüzbinlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş gelene geçene,

-Benim Ahmed’i gördünüz mü? diyor.

Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?

Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor.

-Bu tarafa gitmişti, diyor.

O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdat’a mı? Ahmed’ini buz mu, kum mu, iskorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini gösren, ona da soracaksın:

-Ahmed’imi gördün mü?

Hayır… Hiçbirimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü.

Şimdi Anadolu’ya batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor.

Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor.

Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.

Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı anaya bir anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!”

Yakın geçmişte açıkça “bir koyup üç alacağız” diyerek bu topraklara yeniden açılmak ve Ahmet üzerinden kumar oynamak isteyenler oldu. Günümüzde de aynı eğilimi görüyoruz. Sakın ha, böyle bir kumar oynamaya kalkmayın.

 
Toplam blog
: 153
: 18932
Kayıt tarihi
: 27.09.09
 
 

Antakya 1955 Doğumluyum. O.D.T.Ü. Mimarlık Fakültesi 1982 Mezunuyum. O zamandan beri firmalarda m..