- Kategori
- Sinema
Aile saadeti Ltd.
2019 ABD yapımı bir film. Alman yönetmen Werner Herzog, Japonya’da çektiği drama türü bu filmin sadece yönetmeni değil; senaristi, görüntü yönetmeni ve kameramanıdır. Filmin başlıca oyuncuları: Ishii Yuichi, Mahiro Tanimoto ve Miki Fujimaki...
Belgesel filmlere ağırlık veren Herzog, bu defa kurgusal bir filme imza atmış. Gezgin auteur Alman Werner Herzog, belgesel tadında bir filmle büyük bir iş başarmış. Japonya’da geçen kurgusal ve belgesel karışımı bu film, gerçekte var olan bir Japon şirket üzerinden anlatmış hikâyesini. Şirketin sahibi filmin başrolünü üstlenmiş. Bu rol ona yabancı değil, zaten o işi profesyonelce yapıyor. Filmi daha da gerçekçi kılıyor bu. Küçük bir ekiple gerilla tarzı çekilen bu film, amatörce görünse de yönetmenin bilinçli tercihidir bu. Zaten gerilla tarzı denilen filmler de böyle açıklanıyor: Düşük bütçeli, aşırı mizansenlerin yer almadığı, daha çok amatör oyuncaların yer aldığı filmler...
5 Eylül 1942’de II. Dünya Savaşı sırasında Münih’te doğan Alman sinemasının önemli yönetmeni Berzog, Rainer Fassbinder ve Volker Schlöndorff ile birlikte savaş sonrası gelişen “Genç Alman Sineması” hareketinin önde gelen yönetmenlerindedir. Berzog’un filmelerinde imkânsız hayaller peşinde koşan kahramanlar, yetenekli kişiler her zaman ön planda yer almaktadır. Kurmaca ve belgesellerle bunları anlatan Berzog, anlatımıyla büyük bir sinemacı olduğunu göstermiştir. Filmdeki oyuncuların amatör olmasının yanında doğaçlama yapıldığını ve üç yüz saatlik çekimlerden montajlandığını Berzog’tan öğreniyoruz. Hikâyesini yaşamın içinden alan belgesel gerçekliğindeki film, etkili bir sinema diliyle insanı sarıp sarmalıyor. Bu filmin yönetmeninin seksen yaşına merdiven dayamış olması dikkat çekicidir. Gençlere taş çıkartacak kadar yenilikçi arayışlarını sürdürmesi gerçekten takdir edilecek bir durumdur.
“Aile Saadeti” şirketi, hayatın ihtiyaç duyulan her alanında dublör kiralayan bir şirkettir. Bu şirket, para karşılığı, müşterilerinin her hayalini gerçekleştirmek amacıyla kurulmuştur. Mahiro (Mahiro Tanimoto), on iki yaşlarında babasız büyüyen bir kız çocuğudur. Bu kızın annesi (Miki Fujimaki),baba eksikliğini hisseden kızına “Aile Saadeti” şirketinden bir baba kiralıyor. Film kızın babasıyla tanışma sahnesiyle başlıyor. Adam, rolünü para karşılığında yapıyor ama kızın bundan haberi yoktur. Kız, babasızlığın oluşturduğu boşluğu doldurma arzusundadır.Bu rölü üstlenen Yuichi Ishii aynı zamanda şirketin sahibidir. Anlaşmaya göre Yuichi Ishii, kıza babalık yapacak bazı günler beraber zaman geçireceklerdir. Bu, Mahiro’nun ruhsal gelişiminin olumlu yönde tamamlanmasını sağlayacaktır. Ne var ki, evdeki hesap pazara uymaz. Bu rol zamanla duygusal bir iletişim yaratır, gerçeklikle kurgu iç içe geçer, işler karışır. Zaman içinde kiralık babayla Mahiro arasında derin ve duygusal bir bağ oluşur. Bunun bir rol olduğunu bilmeyen kız, artık bu beraber geçirilen zamanlara razı değildir. Babasız geçen günlerini telafi etmek istercesine hafta sonları da babasıyla kalmak istediğini belirtir.
Kurgu ile gerçek iç içe geçiyor. Kiralık baba da kıza bağlanıyor, rolünün dışına taşıyor.Kurguya duygular karışınca işler değişiyor, yalan olan kurgunun içinde ikisi de gerçeğin içine düşüyor. Gerçek nedir ki zaten. Yaşanan duyguların gerçek olması gerçeklik için yeterli mi? Gerçek bilinen nice yaşam, yalanın ve yapaylığın içinde debelenip durmuyor mu?Kız kendisine gittikçe bağlanıyor, o da babalık rolüne kapılıyor ve rolden öteye geçmeye başlıyor.Bunlar olurken tehlikeyi sezenYuichi Ishii, Mahiro’nun annesine, “Bu şirkette ve bu hizmette maalesef duygular barınamaz. Bu işte sevmeye ve sevilmeye izin yoktur. Böyle devam etmemize imkân yok. Ben ölsem daha iyi olmaz mı? Bu defa da bir ölü kiralaman gerekecek.” der. Mahiro’nun annesi Miki Fujimaki, Yuichi Ishii’le flört etmeye çalışıyor; ona gerçekte bir aile kurmayı teklif ediyor. Tabii ki hayır cevabı alıyor. Bu gerçekleşseydi kurgu ortadan kalkacaktı ve aile hiçbir eksiklik duymadan devam edecekti. Mahiro belki gerçeği hiç bilemeyecekti. Gidişat gösteriyor ki gelecek bu tür ilişkilere açık olacaktır.
Geleceğe atıfta bulunan belgesel tadındaki bu filmin Japonya’da çekilmesi de apayrı bir olay. Geleneksel bir toplumda şipariş üzerine bir karakter yaratma oldukça ilgi çekici. Bu, bir gelecek kurgusudur. Zamanla gelişmiş ülkelerde para her şeyi satın alacaktır. Toplumsal değerler zayıflayacak, aile kurumu yara alacak, teknolojiyle birlikte mutluklar da parayla satın alınacak hâle gelecektir. Annesiz babasız kimse kalmayacağı gibi, eş-dost ve sevgili de kiralanabilecektir.
Filmin yan hikâyeleri de bu olayı destekliyor, geleceğe bakan yönüyle olayı ele alıyor. Bir kadın kısa bir süreliğine ünlü olup o hazzı yaşamak için bu şirketten paparazzi ekibi gibi bir sürü fotoğrafçı kiralıyor. Caddede yürükken fotoğraflar çekliliyor, flaşlar patlıyor. Halk ünlü biri zannederek beraber fotoğraf çekiliyor. Kısa süreliğine mutluluğu tadan kadın, bunu sosyal medyadan paylaşıp tatmin olacaktır. Belki de gerçekle yapayın içerisinde kaybolup gidecektir. Bir kadın sürekli içki içen babasını kimseye göstermek istemiyor. Komşulara karşı rezil olmamak için düğününde bir baba kiralıyor. Başka bir kadın kahine giderken ona eşlik etmesi için birini kiralıyor. Bir kadın daha önce ikramiye kazandığındaki gibi tekrar mutlu olmak istiyor. Bunun için kurguyla piyango kazanmış gibi sahneler yaşatılıyor. Yine hızlı tren operatörü hata yapıyor. Amirleri tarafından azarlanmak istemediğinden dublör kiralıyor, böylelikle doğrudan azar işitmekten kurtuluyor.
Babayla kız ilk buluşmalarında parkta gösteri yapan samurayları izliyor. Samuraylar, sahte kılıçlarla gösteri yapıp sonra yine sahte kılıçlarla harakiri yapıyorlar. İmgeleşen bu yan hikaye filmin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Her şey bir gösteri aslında. Neil Postman’ın dediği gibi biz artık bir “Gösteri Çağı”nda yaşıyoruz. Her şey kurgu, her şey film... Kurgu olduğunu bildiğimiz hâlde bazı filmlerden duygusal olarak etkilenip ağlayabiliyoruz ama yaşamın içinde birçok şeye kayıtsız kalabiliyoruz. Bir caddede yere düşüp kıvranan bir insanı görmezden gelip geçip giden binlerce insanı da biliyoruz. Bunun hangisi gerçek, hangisi kurgu?..
Çocuklar için kiralık baba veya anneler... Düğün için kiralık babalar... Otellerdeki robot görevliler, akvaryumdaki robot balıklar... Bir ara, resepsiyonunda robotların çalıştığı bir otele giden Yuichi, “Acaba gelecekte bunlar rüya görebilecek mi?” diye soruyor.Gelecekte belki de evlerimizde robot kedi ve köpekler olacak. Kedi gibi miyavlanıp insanlara sırnaşacak. Bunların gerçeklerinden ne farkları olacak? Bakımları da daha kolay aslında. Hizmet sektörünü robotlar ele geçirecek. Yapay bir yaşam gerçek mi olacak? Gerçek olanla yapay olan iç içe mi geçecek? Yoksa neyin gerçek olduğunu bilemeyecek mi artık insanoğlu? İşte Herzog bunları düşündürüyor gelecek kurgusunda. Artık modern sinema bu olacak, geçmişin hikâyelerini anlatmak yerine geleceğin kurgusu... Bu yönüyle sinema edebiyattan bir adım önde gidiyor.
Bu bir gelecek kurgusu. Bireyseleşmeyle birlikte yalnızlığı iliklerine kadar yaşayacak olan insanoğlu, bununla belki de böyle bir yöntemle başa çıkmaya çalışacaktır. İnsan kiralama; eş, çocuk, akaraba, komşu, sevgili, dost... Yalnızlığa çare olur mu? Zaten bazı alanlarda bu görülmeye başladı. Sosyal medyaya takipçi satın almak, kına gecesi ekibi kiralamak, siyasi parti mitinglerinde kalabalık olması için insan kiralamak... Kim bilir, düğünlerde kiralık davetli, kiralık cemaatle cenaze törenleri...
Herzog anlatıyor:
“Tokyo’da Yuichi Ishii adında genç bir girişimci bir şirket kurmuş. Düğünlere kiralık arkadaş ya da aile üyesi gönderiyor. Benim filmdeki gibi babasını hiç görmemiş bir kıza baba rolü yapacak birini gönderiyorlar. Her şey kurgu. Her şey yalan üzerine kurgulanmış, her şey bir gösteri ama buna rağmen duygular gerçek ve bu oldukça yoğun yaşanıyor. Yuichi Ishii, filmde babayı oynayan şirketin gerçek sahibi.” Senaryonun birkaç cümleden oluştuğunu, kalanının doğaçlama oynandığını anlatıyor yönetmen. Yine, sahnelerin çoğunun tek çekimle gerçekleştiğini, küçük bir kamera kullanıldığını, bazen yetkililerden izin almadan gerila yöntemi tercih edildiğini öğreniyoruz yönetmenden.
Filmin sonunda yapılan söyleşide gerçekle yalan sorgulanıyor. Yaşamımızın ne kadarı gerçek ne kadarı roldür. Bu varoluşsal sorgu da Herzog ilgi çekici bir anekdot paylaşıyor:
“Aile Saadeti” üzerine proğram hazırlayan bir Japon tv kanalı Yuichi Ishii’den konu hakkında söyleşi yapmak için bir müşterisinin adını istiyor. Ishii, onlara kendi çalışanlarından birinin adını veriyor. Bu anlaşılınca Yuichi Ishii’nin, “Gerçek bir müşteri olsaydı size gerçeğin ancak yarısını anlatır, bazı şeyleri saklardı. Bu gönderdiğim kişi defalarca bu işi yaptığından gerçekten başka bir şey anlatmaz.”
Werner Herzog 21. yüzyılı yalnızlık çağı olarak adlandırıyor. İletişim yoğunluğu yalnızlığı doğuracaktır, diyor. Gerçekçiliği insanın kendisi yaratıyor. Neyi gerçek diye adlandırıyorsa o gerçek oluyor ve herkes kendi gerçeğini kutsallaştırıyor. Çıplak gerçeklik çoğu insanın hoşuna gitmeyebilir. Bu durumda insanoğlu -bilerek ya da bilmeyerek- yapay gerçeklik yaratmaktan geri durmayacaktır. Bu yeni çağda kutsallar çoğalacak ama toplumsal alandan alınıp bireyin sınırılarının içine hapsedilecektir. Dinler de bu sonu yaşacak gibi görünüyor.
Werner Herzog, başından beri gerçek ile kurmacanın sınırlarını zorlayarak iç içe geçirmeye çalışıyor. Yaşamın anlamsızlığında gerçekçilik kendini kandırmaktır. Bu durumda Herzog, sadece Alman sinemasının değil, dünya sinemasının önde gelen yönetmenlerindendir diyebiliriz.
Bu “Gösteri Çağı”nda insanların yalnızlıklarının daha da artacağını ileri sürmek için müneccim olmaya da gerek yoktur. Cep telefonları, sosyal medya ve diğer iletişim araçları artarken varoluşsal yalnızlığı da çoğaltıp belirgin hâle getireceğini vurgulayan Herzog, filmini de çarpıcı bir sonra bitirmiş: Yuichi Ishii evine geliyor, içeri girmeye cesaret edemiyor, evinin kapısında bekliyor. Çünkü kuşku beynini kemirmektedir. Gerçek neydi? Ya bu da bir kurguysa!..
Mehmet Toygar Özdemir