- Kategori
- Siyaset
Ak Parti kongresi: Kedi uzanamadığı ciğere "mundar" dermiş!

Bazen gerçekten kuşkuya düşüyorum...
Acaba ben mi bunca yıldır Türkiye'de yaşamadım, halen yaşamıyorum yoksa bu ucube şeyleri yazanlar ve söyleyenler mi Türkiye'de yaşamadılar ve yaşamıyorlar?
Aslında her olayda kendi kafalarında vehmettikleri, kurguladıkları bir sanal dünyayı insanlara gerçekmiş gibi dayatmalarını kanıksamıştım ama; Ak Parti kongresinden hemen sonra başlayan ve halen devam etmekte olan yorumları izledikten sonra...
Artık bu kadar da olamaz diyorum.
Bir parti düşünün, 14 Ağustos 2001'de kurulsun ve bir yıl sonra 3 Kasım 2002'de yapılan seçimlerde tek başına iktidara gelsin...
Bununla da yetinmesin, her seçimde oylarını arttırmak üzere, üst üste girdiği 3 genel seçimi, 2 yerel seçimi ve 2 referandumu kazansın ve % 34'den başladığı oy oranını % 50'ye yükseltsin.
Dahası bundan sonrası için de yapılacak bilmem kaç seçimin banko birincisi olsun. Bu konuda artık hiç kimsenin şüphesi yok.
Bütün rakip partiler, bütün muhalifler çaresizlik içinde peşinen havlu atmış vaziyetteler.
Yine, bir adam düşünün...
Genç yaşında koca İstanbul'a belediye başkanı seçilsin...
Herkesi şaşırtan bir başarıyla bu görevini sürdürürken, okuduğu bir şiiir bahanesiyle hapse atılsın...
Ve, bir sevinç çığırtkanlığı olarak hakkında "Muhtar bile olamaz" manşetleri atılsın...
O ise hiç yasak almamış gibi yukarıdaki başarılarını saydığımız partiyi kursun, partinin genel başkanı olsun, başbakan olsun, bununla da yetinmeyip dünya liderliğine soyunsun.
Bu başarı hikâyelerinin baş aktörleri o adam ve o parti 4. olağan kongrelerini yaptılar...
Günler öncesinden kongre heyecanı toplumu sarmıştı...
Medya da toplumun bu heyecanına bigane kalamamış, günlerce program üzerine programlar yapmıştı.
Bildiğiniz gibi o adam Recep Tayyip Erdoğan'dı; o parti de Ak Parti'ydi.
Beklenen gün gelip çatmıştı...
Siyaseti yakından takip eden biri olarak söylüyorum; ben hayatımda bu kadar güzel organize edilmiş, yoğun yabancı konuk katılımıyla uluslararası boyutlu ve içeriden daha çok dışarıda izdiham oluşturan bir kalabalıkla, bir şölen havasında bir parti kongresi ne gördüm ne de duydum.
Başbakan ve eşinin birlikte salona girişleri ve kendileri için hazırlanan yüksek platformda salonu turlamaları ve belli aralıklarla konulan gül demetlerini partililere atmaları, Tayyip Erdoğan'ın kendinden çok emin ve rahat tavırları ile salonu selamlamaları bile başlı başına bir görsel efekt oluşturuyordu...
Salonun içindeki ve dışındaki partililer büyülenmiş gibiydiler...
Erdoğan'ın Sezai Karakoç'un muhteşem şiiirini muhteşem yorumlayarak konuşmasına başlaması, zaten ağzına kadar dolmuş olan göz pınarlarının aynı anda boşalmasına neden oldu...
Salon bir ağlama duvarına dönüştü...
Peşinden tam 2, 5 saat süren bir konuşma...
Erdoğan sadece ağız diliyle konuşsaydı, bu uzun süre içerisinde, başta konuşma çevirisini kulaklıktan dinlemekte olan yabancı konuklar olmak üzere, bütün salon deliksiz bir uykuya dalardı...
Ama o, vücut dilini de büyük bir ustalıkla konuşturdu. Sanki o, sahnede tek kişilik bir oyun sergiliyordu.
Çılgınca alkışları da sonuna kadar hak etti.
Peşinden yabancı konuklar söz aldılar...
Hepsi de Erdoğan'ı yere göğe sığdıramadılar...
Sudan Devlet Başkan Yardımcısı Ali Osman Muhammed Taha'nın sözleri ise her şeyi özetler nitelikteydi:
"Recep Tayyip Erdoğan'a sahip çıkın. O sadece Türkiye'nin lideri değil, tüm Afrika için bir sembol haline gelmiştir."
Görkemli bir şekilde başlayan kongre görkemli bir şekilde bitti.
Sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, 75 milyon ekranlardan serap görmüş gibi, daha kongre devam ederken canlı yayına bağlanan konuklar ekşi suratlarla başladılar eleştirilere...
- Dağ fare doğurdu...
- Beklentiler çok yüksek tutulduğundan hayal kırıklığı yarattı...
- Yeni bir şey söylemedi...
- Konukların çoğu Doğu'dandı, mesajlar da Doğu'dandı, Erdoğan Batı'dan ve AB'den bahsetmedi, dolayısıyla bir eksen kayması söz konusu...
- Gazetecilere akreditasyon uygulandı; bu, Ak Parti'nin demokrasi anlayışını gösteriyor...
Devam edip gidiyor...
Erdoğan 2, 5 saat süresince hikâye mi anlattı? Erdoğan'ın ne demesini bekliyordunuz?
Kastettiğiniz Kürt sorunuysa, "Yeni bir sayfa açmaya hazırız, anamuhalefet partisi gelsin sorunu birlikte çözelim" dedi. Daha ne diyebilirdi?
Konukların çoğu Doğu'danmış!
Obama gelseydi o zaman da "İşte Eşbaşkan" diyecektiniz.
Dopdolu ve hitabet yönünden de sanat okullarında ders olarak gösterilmesi gereken bir konuşmaydı.
Ama onların derdi bahane aramaktı. Kabul etmek gerekir ki, bu konuda da çok mahirdiler!
Birkaç gündür de Barzani bahanesiyle Ak Parti ve Erdoğan'a vuruluyor!
Barzani'ye Ak Partililer, "Türkiye seninle gurur duyuyor" demişler ve onu çılgınca alkışlamışlar!
Ciddi haber kanalları bu sloganın ve alkışın sebebinin aynı anda salonda yürümekte olan Erdoğan'a olduğunu açıklamalarına rağmen, salona alınmayan gazetelerin manşetlerinde ve muhalefet partilerinin dillerinde aynı terane devap edip gidiyor!
Yalan üzerine siyaset, yalan üzerine manşet...
Bu nasıl bir siyaset anlayışı, bu nasıl bir gazetecilik anlayışı?
Hele dün CNN'de Cüneyt Özdemir'i izlerken dehşete kapıldım. Yanına Arap gazeteci Abdülbari Atwan'ı almış, telefonda da Türkiye'de yıllarca gazetecilik yapmakta olan ve çarpık çırpık Türkçe'siyle konuşan yabancı gazeteci Andrew Finkel...
Abdülbari Atwan hâlâ kongrenin büyüsünden çıkamamış bir şekilde kongreyi övmekle bitiremiyor adeta sözcükler yetersiz kalıyor... Peşinden hemen Finkel'e söz veriliyor (Yüzünde alaycı bir gülümseme): Eh yani, ne vardı ki, Erdoğan Batı'dan hiç söz etmedi. (Aynı Finkel, bir süre önce Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili olarak da, "Bu davaların hukuki olduğu konusunda kuşkularım var" açıklamasını yapmıştı. Tıpkı bizim muhalif yazarlar gibi!)
Sonra da Cüneyt Özdemir yabancı konuklardan yola çıkarak bir saptama yaptı ve Erdoğan'ın bir 'Sunni Koalisyonu' kurduğunu söyleyip konuklarına da bunu tastiklettirdi.
Erdoğan kızıyor da yerden göğe kadar haklı.
Suriye krizi eksenindeki bir ihtilafı getirip Sunni-Şii (Türkiye'de Alevi) eksenine oturtmak ve Türkiye'yi bu kadar derinden etkileyen bir çatışmayı bu sebebe indirgemek ve bunu değişmez bir gerçek gibi sunmak nasıl bir akıl tutulmasıdır? Gazetecinin böyle bir netameli siyasi konuda hüküm vermesi ne kadar doğru olur?
Suriye'nin bütün istediği hedef saptırarak işi bir mezhep kavgasına dönüştürmek. Bu şekilde ateşi bütün Ortadoğu'ya yaymak istiyor. Suriye'nin bu planının bir parçası olmak, onun değirmenine su taşımak ve sözüm ona buradan Erdoğan'ı yıpratmak bir gazetecinin görevi midir?
Daha bir buçuk yıl önce, Amerika'yı hatta bütün dünyayı karşısına alarak Suriye ve İran ile kanka olan Erdoğan değil miydi?
Bir taraftan bu kankalığı hatırlatarak Erdoğan'ı döneklikle suçlayacaksın diğer taraftan da Erdoğan'ın dindarlığından yola çıkarak onun mezhep içerikli politika yürüttüğünü iddia edeceksin! Bu ne yaman bir çelişkidir?
Biraz daha gerilere gidelim; doksanlı yıllarda Erdoğan'ın içinde yer aldığı Refah geleneği İran'dan rejim ithal edecek diye kıyametler kopmamış mıydı? Erbakan başbakan olur olmaz ilk ziyaretini İran'a yaptı diye 28 Şubat operasyonunun düğmesine basılmamış mıydı?
Erdoğan o zaman da Sunni değil miydi?
Erdoğan partisini kurarken bir manifesto olarak açıklamıştı ve kongrede yine tekrar etti; biz etnik milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik, dinsel milliyetçilik yapmayacağız diye.
Bu sözlerin hiç mi bir karşılığı, bir değeri yoktur?
Tamam, anamuhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu siyasi hesaplarla bu sözleri söylüyor olabilir...
Sizler gazeteci olarak hangi amaçla aynı sözleri söyleyebiliyorsunuz?
Sizler ya geçmişte yaşananları iyi analiz edememişsiniz veya unutmuşsunuz yada yaşanmış gerçekleri kamufle ediyorsunuz, unutturuyorsunuz...
Her iki durum da gazetecilik mesleğiyle bağdaşmıyor.
Aslında çelişki gibi gözüken gerçek sorun çok açık...
Türkiye Ak Parti ile bir değişim sürecine girdi...
Ak Parti, halkın eğilimlerini çok iyi okuduğu ve uyguladığı için başarılı oldu. Yani Ak Parti olayı aslında bir halk devrimiydi.
Halk, Türkiye'yi 70 sente muhtaç bırakmış, yolsuzluğu ve partizanlığı legalleştirmiş, iki yüzlü, yalancı, demagojiden medet uman eski kokuşmuş siyaset geleneğine tepkiliydi.
Ak Parti'nin üstü üste 3 dönem seçilme şartını tüzüğüne koymuş ve bunda ısrar etmiş olması bile geçmişte 40 yıldır koltuğundan kalkmak istemeyen eski siyasetçilere bir göndermeydi. Bu maddeyle, "Ben eskiler gibi olmayacağım" mesajı verilmişti.
Ak Parti iktidarı süresince eski düzen yeni düzene karşı mücadelesini verdi. Kapatma davasının olumsuz sonuçlanması akabinde 12 Eylül referandumundan da 'evet' çıkması eski düzenin kesin mağlubiyeti ile sonuçlandı.
Türkiye değişti ama; ne yazık ki hâlâ değişimi okuyamayan, eski düzende direnmekte olanlar var!
Başta tabii ki Kılıçdaroğlu'nun liderliğindeki anamuhalefet partisi CHP...
Kılıçdaroğlu, Türkiye'deki bu değişimden bihaber, eski siyaset kulvarında kulaç sallarken, ikircikli, esen rüzgara göre yön değiştiren, '...miş gibi' siyasetle başarılı olacağını zannediyor.
Ve bir de eski 'Kartel Medyası' uzantıları... Daha önce de yazdım; 12 Eylül referandumuyla Türkiye, fiilen ve hukuken düzenini değiştirdi, vesayet rejimini tarihe gömdü. Buna paralel olarak köşelerin de değişmesi gerekiyordu. Maalesef bu konudaki direniş devam ediyor.
CHP'nin de ve bazı medya mensuplarının da Ak Parti kongresine takmış olmalarının kökeninde yatan sebep, işte bu çelişkidir.
Bir tarafta destansi bir başarı öyküsünün kongreye yansıması, diğer tarafta yenilmişlik duygusu.
Geçmiş siyasetimizde yolsuzluklarla ve bunun doğal sonucu olarak ekonomik çöküntülerle 4 yılda yıpranıp tükenmiş olan iktidarlara karşı, yeni bir umut olarak, anamuhalefet partilerinin kongreleri bir şölen havasında geçerdi...
Şimdi ise 10 yıllık bir iktidara rağmen yine iktidar partisinin muhteşem bir kongresini izledik.
Son CHP kongresiyle kıyas bile edilemeyecek...
Örnek alacak yerde eleştiriler yapılıyor...
Ne diyelim...
Kedi uzanamadığı ciğere 'mundar' dermiş!
Yada...
Nazar etme ne olur, çalış senin de olur!