Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '12

 
Kategori
Siyaset
 

Al sana karar…

Al sana karar…
 

Al sana karar, nerene dayarsan daya…

Olmadı, uymadı…

Vallaha uyduysa da karar, uymadıysa da…

Anayasa Mahkemesi, “Yüce Divan” olarak ilk kez rüşvet aldığı iddia edilen eski Yargıtay 6. Hukuk Dairesi Başkanı Hasan Erdoğan ile bu davayla birleştirilen ve rüşvet vermekle suçlanan 15 sanık hakkında davada beraat kararı verdi.

Kararın özeti, iki cümle…

"Ortada suç var ancak delilerin toplanış biçimi hukuka aykırı. Hukuka aykırılık teşkil eden deliler üzerinden hüküm kurulamaz.”

Eğer bu “Karar” yargıda “Emsal” kabul edilecek olursa, yandı keten helvam ki ne yanma…

Silivri’de görülen davaların tamamı düştü düşecek duruma geliyor gibi olacak…

Neden “…geliyor gibi…” dedim?

Eğer Silivri Mahkemesi, Anayasa Mahkemesinin “Yüce Divan” olarak verdiği kararı “Emsal Karar” olarak alacak olursa, dava dosyasının içinde bulunan birçok delil(!) “Yok hükmünde” kalacak.

Hatta…

Şu anda Yargıtay’a intikal eden “Balyoz” takma isimli dava bile aynı duruma düşecek.

Şimdi bunları izleyip göreceğiz, “…delilerin toplanış biçimi hukuka aykırı…” kararı, Silivri Mahkemesini ve Balyoz davasının Yargıtay aşamasını ne kadar etkileyecek.

Yakın geçmişimizde iki olay var ki bunlar içimizi acıtır, çünkü doğrularla beraber birçok yanlışlıkları da içerir.

Nedir bunlar?

Birincisi, 27 Mayıs 1960 ve Yassıada Mahkemesi, diğeri ise 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrası, yaşanan tutuklama ve mahkeme aşamaları, sonuçları…

Yaşadığımız iki “Tarih” vakası, elbette ülkemizin ve milletimizin başına gökten mucize olarak inmedi. Sonucu, darbe ile biten olayların gelişi ve gelişimi, bizleri o güne getirdi.

Örneğin; durulmayan olaylar sonrasında, 28 Nisan günü iktidar tarafından meclisten geçirilen “Tahkikat Komisyonu’nun kuruluşu, görev ve yetkileri” kanununu yasalaştıran iktidar, o gün yürürlükte olan anayasa gereğince “İdamla suçlanma ve yargılanma” suçunu işlemişti.

Ne var ki “Köpek davası” “Bebek davası” ve benzer davlarla sulandırıldı. O gün “İdam cezası” olmasaydı, o idamlar da olmayacaktı, ama vardı…

12 Eylül öncesinde ise memleket, sağcı-solcu, ülkücü-devrimci tanımlamaları ile bölünmüş, her gün insanlar, gençler ölmüş, analar-babalar çocuklarının sağ salim akşam evlerine gelip gelemeyeceklerinden endişe eder olmuşlardı.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra ise, apaçık “Darbe kuralları” işlemiştir… Buradaki “Kural”, kuralsızlığın en acımasız şeklidir.

Aynen bu gün Silivri’de yaşanan gibi… Birçok ilkeler o gün de “Yok” sayılmıştır…

Hukukun üstünlüğü, doğal yargıç, yargı bağımsızlığı, kanun önünde eşitlik, yargılamanın aleniliği, adil yargılama hakkı, susma hakkı, suçsuzluk karinesi, özgür ve sınırsız savunma hakkı verilmesi gibi “İlkeler” dizini…

Ve elbette bizim ülkemizdeki genel uygulamada olduğu gibi, sanıktan suçluya değil de, delilden suçluya gitmek gibi… Ancak o “Delillerin” de elbette “Yasal yollardan” elde edilmesinin gerektiğini unutmadan.

Bir başka bugünün ÖNEMLİ konusu, siyasi iktidarın, 27 Mayıs 1960 yılından bugüne kadar yaşanmış bütün olaylarda, olayın aktörlerinden ceza alanların “İade-i itibarını” sağlamaya yönelik girişimde bulunmaları… Hatta halen ceza evinde bulunanların tahliyesi için bile çalışılmaktadır.

Elbette bu yol açılınca, o tarihle de kalınmayacak, daha da eskilere, belki de “Ecdada” kadar uzanacak ne kadar kişi varsa içine alınacaktır.

Şu anda gözler önünde sergilenen “Hukuksuzluğu”  görmezden gelip, yaşanmış ve geçmiş olayların üzerine gitmenin kime ne faydası var?…

Belli ki, yarın bir başka iktidar gelecek, bugün yaşanmış olanlar için aynı tavır içinde olacak…

Madem öyle olacak, hukuka ne gerek var, iktidarlar aklına düşeni işlesin…

Şunu unutmamak gerekir ki “Hukuksuzluğu” bir kere denediniz mi ki bugüne kadar her önüne gelen denedi, deneme girişiminde bulundu, halen denemeye devam ediliyor, arkası çorap söküğü gibi gelir.

Ve o “deldiğimiz hukuk”, delinmemiş şekliyle bir gün bize de gerek olur… 

 

20 ARALIK 2012

İBRAHİM PEKBAY

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..