- Kategori
- İnançlar
Aleviliğin (kızılbaşlık) başlangıç tarihi (1)

Kızılbaşlığın tarihteki gerçek yerini ve başlangıç tarihini tam olarak anlayabilmek için, önce Kızılbaşlığa inanan toplumların geçmişteki tarihsel yaşamlarını inceleyerek başlamak gerekir. Daha sonra Anadolu, Ortadoğu, Afrika, Asya, Hindistan ve Mezopotamya’da dinsel egemenlik kurmuş olan İslamiyetin inanç, ibadet ve yaşam şeklini diğer inançlarla kıyaslayarak bir sonuca ulaşmak mümkündür.
Çünkü Alevilik hakkında kitap yazanların büyük çoğunluğu, ya devletin emrettiği şekilde, tarihsel ve kültürel yapıya bakılmadan, sadece Arap Şii İslam yaşamı temel alınarak yazılmıştır. Veya bu aşamadan sonra Aleviliği yeniden canlandırmanın bir faydası olmayacağı düşüncesiyle hareket edilip, bir takım politik deyimlerle, Aleviliği yalnızca bir yaşam felsefesi şeklinde değerlendirip, basite indirgendiği görülmektedir.
Alevilik üzerine bu güne kadar çok fazla kitap yazıldığı bilinmektedir. Ancak yazılan kitapların büyük bir kısmı, devletin kendisine göre şekillendirmiş olduğu, Kemalist ve Bektaşi Aleviciler tarafından yazıldığı için, bağımsız ve objektif davranmadıkları herkes tarafından bilinmektedir. Her zaman dayanak olarak Hz. Ali ve 12 İmamların yaşamları ve ibadetleri referans gösterilmiştir.
Bütün bu çabalara rağmen referans alınan Hz. Ali ve 12 İmamların yaşam din ve ibadetleri ile, Anadolu’da yaşayan Alevilerin (Kızılbaşların) yaşam inanç ve ibadetleri arasında en ufak bir noktada benzeşme olmadığı, yapılan objektif araştırmalarla rahatlıkla görülecektir.
Sistemin tüm bu çabalarına rağmen Aleviler ne Sünnileşmiştir, ne de tam anlamıyla Şii olmuşlardır. İslamiyet yanlısı olan bu çabaların tek başarılı oldukları nokta, Aleviliği içinden çıkılamaz bir karmaşaya sokarak, Hiçliğe (Nihilizme) doğru sürüklemişlerdir. Şimdi Aleviliğin gerçek çıkış tarihini ve yerini, kültürlerin Anası ve Beşiği olan Mezopotamya ve Hindistan’da başlayan Neolitik çağdan itibaren ele alarak öğrenebiliriz.
Kızılbaşlığın Çıkış Yeri ve Tarihi
Kızılbaşlığın ortaya çıkışını ve tam olarak tarihini söyleyebilmek için, günümüzde Alevilik adıyla yaşatılan Cem, Semah, Musahiplik ve Dört Kapı Kırklar Makamındaki özün ya da inançsal felsefeyi, bu güne kadar var olmuş dinlerin hepsini inceleyerek anlayabiliriz. Alevilikteki bu yapının diğer din ve kültürler içerisinden hangisinde aynı doğrultuda bir inanç ve ibadetin yaşatılıp yaşatılmadığına bakarak söylemek mümkündür.
Dinler tarihi üzerine yapılan araştırma ve incelemeler de, tek tanrılı dinler olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in inanç ve felsefelerinde, Aleviliğe benzeyen en ufak bir inanç ve ibadet noktasına rastlanmadığı görülmektedir. O zaman bu konuya merak salanlara tek bir yol kalmaktadır, o da Neolitik çağdan itibaren oluşan din ve sosyal kültürlerin bütün inanç ve ibadet yapıları incelenerek ancak bir sonuca varılabilmektedir.
Bilindiği üzere toplumların ilk sosyal, kültürel, dinsel, ekonomik ve üretim açısından toplu ve düzenli yaşamı, Tarım (Neolitik) çağından itibaren başladığı herkes tarafından kabul edilmektedir. Tarım çağı ise, M.Ö. 15 000 yıllarında Ana Tanrıça kültürüyle başlayıp, günümüze kadar çeşitli dini isimler olan Şamanizm, Brahmanizm, Budizm, Şintoizm, Taoculuk, Konfüçyüs, İndra Mitra, (Güneş Tanrı) Hinduizm ve Zerdüştlük adıyla İkili (Dualist) tanrı anlayışıyla var olmuşlardır.
Kızılbaşlık bunlar içerisinden özellikle Zerdüştlük, Mitra ve Şamanizm felsefesini daha ön plana çıkararak Mazdek, Mani, Hürremilik, Babek, Kızılbaşlık ve Alevilik adlarıyla bu zamana kadar yaşatıldığı görülmektedir. Kısacası Kızılbaşlığın doğuş ve gelişim tarihini, şu bilgiler doğrultusunda daha net olarak anlamak mümkündür.
Alevilik Orta Asya’dan göç eden Türklerin Şaman dini ve Mezopotamya’da yaşayan Kürt ve Farsların eski dinleri olan Zerdüştlüğün Manicilik kolunun birleşiminden oluşan inanç ve ibadet şeklinden doğmuştur. Bu dini inançta İkili (Dualizm) bir yapı mevcut olup, Şamanizm”deki Ak Bö ile Kara Bö ve Manicilik” deki İyilik ve Kötülük olan Ahrimanizm ve Ahuramazda Tanrı kültürüyle ortaya çıkan dinsel, sosyal ve siyasal bir yapıdır.
Bu her iki dini yapının temel felsefesi Güneş, Ateş, Toprak, Su ve Ana (Kadın) dır. Ateş ve Güneşin kızıllığının simgeleştirildiği Kızıl- AL ve Alav kelime köklerinden, Kızılbaşlık ve Alevilik isimleri türetilmiştir. Manicilik ve Şamanistlikteki Ateş ve Güneşin simgesi olan Kızıllık, M.Ö. 15 000 yıllarında Ana Tanrıça kültürüne dayanmakta olup, bu kültürel yapı bazı değişik isimler alsa da, M.S. 1800 yıllarına kadar Kızılbaşlık adıyla yaşatılmıştır. 1800 yıllarından sonra ise, eskiden olduğu gibi Osmanlı ve Cumhuriyet’in Bektaşilik adıyla çarpıtılmış bir İslamın dayatmalarına rağmen, resmi devlet politikasından uzak duran ve Anadolu’nun kırsal alanlarında yaşayan Aleviler, Kızılbaşlığın eski özünü yaşatmayı başarabilmişlerdir.
Şamanizm ve Manicilik var oldukları günden itibaren Ateş, Güneş ve Ana (Kadın) felsefisi doğrultusunda, Ateşin yakıldığı evlerdeki Ocakları, kutsal mekanlar olarak kabul etmişlerdir.
Bu kabulün özünde ise, Ateşin yandığı yerlerin sıcak ve aydınlık olması ve aynı zamanda Annenin buraları ısıtarak yaşanacak yuvalar haline getirmesi, bu kutsallığı ortaya çıkarmıştır. Ve Alevi Dedeleri (Pir ve Kam) kendilerini tanıtırken, Hacı Bektaş Ocağına bağlı olarak Musa Çelebi, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal ve Seyid Rızaların yaşadıkları evler, Pir Ocakları şeklinde ifade edilmiştir. Bu kültür Neolitik Çağdaki Ana Tanrıça kültüründen gelmektedir.
Gerek Alevilikteki Pirlik kültürü gerekse Ana, Ateş, Güneş ve Toprağa verilen değer, Tek Tanrılı dinlerin hiçbirisinde mevcut değildir. İkinci bir önemli nokta, Kadın ve Erkeklerin birlikte Dört Kapı Kırklar Makamı kuralıyla, Cem Evlerinde birlikte ibadetleri, Aleviliğin ne olduğunu ve tarihsel olarak nereden geldiğini açıklamaya yetmektedir.
Daha sonra Aleviliğin ibadet mekanları ve ibadet biçimi derinlemesine ele alındığında görülecektir ki, Alevilik İslam’dan tamamen başka bir dinsel yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her din ve inançta olduğu gibi Alevilikte de, bir dinsel tapınma ve ibadet şekli olduğu inkar edilemez. Bunu Alevilerin inanç ibadet ve yaşadığı tüm alanlarda görmek mümkündür. Aleviler özellikle Türkiye devletinin çeşitli siyasal ve dinsel baskıları yüzünden, dini inançlarının adı olan Kızılbaşlığı ve Aleviliği söylemekten her zaman korkmuşlardır. Bunun yerine Ali ve On iki İmam adını kullanıp, kendilerini Müslüman olduklarına inandırmaya çalışmış olsalar da, ancak Alevilerin Müslüman olduğuna kimse inanmamıştır.
Çünkü Aleviler her türlü baskıya rağmen, hiçbir zaman cami de ibadet ve İslam’ın Beş Şartını yerine getirmemişlerdir. Aleviler devletin baskısı yüzünden, çoğu zaman kendi ibadetlerini de yerine getiremeyip, ne zaman fırsat bulmuşlarsa, Cem Evlerinde kadın ve erkekler birlikte semah dönüp, Cem durarak ibadetlerini yapmışlardır. Camiyi asla referans almamışlardır.
Alevilerin bu tutumu kendileri açısından doğru bir davranış olsa da, Müslümanların Alevilere inanmamaları da, Müslümanlar açısından doğru bir tespittir. Çünkü kendisine Müslüman diyen bir kişi ya da topluluk, İslamiyet’in tüm mezhep ve tarikatlarında olduğu gibi, camide namaz kılarak ibadetini yerine getirmek zorundadır.
Asimile olmuş istisna Alevilerin dışında, büyük çoğunluk tüm baskı ve katliamlara rağmen, İslamiyet’in cami ibadetini hiçbir koşulda kabul etmemişlerdir. Bu da Aleviliğin Müslümanlık olmadığını açıklaması noktasında diğer bir kanıttır.
Böylece Aleviliğin tarihini Arap tarihinde ya da İslamiyet’te değil, asıl Ateş, güneş ve kadının kutsandığı uygarlıkların merkezi olan Mezopotamya, Hindistan ve Orta Asya da aramak gerekir. Tarihsel olarak, tüm din ve inançlar hakkında şu genel bilgilere baktığımızda, dinlerin ve inançların hangi tarihsel aşamalardan evrilerek geldiğini anlamak mümkündür.
İnsanın ilk atası sayılan Homo Sapiensler, M.Ö. 500 bin yılarından itibaren, doğal içgüdülerinin yanında akıllarını da kullanmaya başlamalarıyla, din kültürü olarak adlandırılan inanç ve ibadet şekillerini ortaya çıkarmışlardır. Özellikle İlkel Kominal çağlardan itibaren çok Tanrılı (Poloteist) dinler olan su, rüzgar, ateş, yağmur, yıldırım ve güneş gibi Totemik ve Animist tapınmalarla başlayıp, Dualist dinler çağına kadar aynı şekilde devam etmiştir. Bu inanç tarzları aynı zamanda sosyal yapıların oluşumuna büyük katkı sağlamıştır.
Örneğin; Ateşin bulunup insan yaşamında yarattığı değişim, Tarımın ve Tekerlekli arabanın icadı, insanlık için en büyük devrimlerdir. Belki bu icatlar öyle çok düzenli ve sistemli buluşlar olmasa da, yine de insanın geleceğinin yolunu açan kıymetli dinsel ve sosyal icatlardır. Ateş, Tarım ve diğer aletlerin önemi kadar, dinlerinde aynı güce ve öneme sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü insanlar ilk sosyal toplum olma yolunda, dinsel kural ve kaideler sayesinde bu yapıya kavuşmuşlardır.
İcat edilen bu kültürel değerlerin önemli bir kısmı, Mezopotamya Coğrafyasında gerçekleşmiştir. Başta dinler olmak üzere Dil, Ticaret Ekonomi Edebiyat, Sanat ve Tarımın, Uygarlık beşiği Mezopotamya’dır. Bu noktadan yola çıkarak çok tanrılı (Poloteist) dinlerden olan Totem ve Animist inançlar evresini tamamladıktan sonra, yaklaşık olarak 20 bin yıl boyunca varlığını sürdüren Çift Tanrılı (Dualist) dinler dönemine geçilmiştir. Ve bu dinlerin günümüzde hala yaşatıldığı bölgeler ise şöyledir.
Çift Tanrılı (Dualist) dinler, dünya yüzünde insanlığın var olduğu her bölgede uzun yıllar yaşatılmış olsa da, özellikle Uygarlık (Sümerler) Çağından itibaren çoğu alanlarda tamamen değişime uğrayarak başka isim ve şekilleri almıştır.
Ancak Uygarlık Çağı ve de Tek Tanrılı (Monoteist) dinlerin tüm baskılarına rağmen, Dualist dinler Orta Asya, Hindistan, Mezopotamya ve Anadolu’da varlıklarını günümüze kadar korumuşlardır. Örneğin Dualist dinlerin bu varlıklarını günümüzde Orta Asya ve Uzak Doğu’da Şamanizm, Budizm, Taouculuk, Şintoizm, Konfüçyüs vb görmek mümkümdür. Hindistan’da ise Budizm, Hinduizm, Birahmaniz, İndra Mitra gibi Dualist dinlerin varlığının devam etmesi.
Mezopotamya ve Anadolu’da ise Zerdüştlük, Ezidilik, Mani, Mazdek, Hürremilik, Babek (Kızılbaşlık) ve Alevilik adlarıyla hala varlığı söz konusudur. Belirtilen bu dinlerin hepsinde, Güneş başta olmak üzere Ateş, Su, Toprak ve Kadın (Ana) kutsal olup, ibadetlerini ise Alevilikte olduğu gibi Kadın Erkek birlikte Ateşlerin yandığı Şöminelerin başında yaparlar. En ufak bir cinsiyet ayrımı söz konusu değildir.
Dinler ve kültürler üzerinde birbirini etkileme devam ederken, Uygarlık tarihi olarak adlandırılan Kral Tanrıcı despotizmine karşı, M.Ö. 1500 yıllarından itibaren, Gök ve Tek Tanrılı (Monoteist) inanç yapısıyla, Hz. İbrahim’in düşüncesinin uzun yıllar büyük bir etki yarattığı görülmektedir. Daha sonra bu düşünce içerisinden Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık var olmaya başlamıştır.
Bilindiği üzere M.S. 610 yılında Tek Tanrılı din olarak Müslümanlık, İslam’ın Beş Şartıyla, Arap yarım adasında, çöl koşullarına göre yaşayan toplumsal yapıyla, yeni bir yaşam ve insan ilişkileri geliştirmiştir. Bu dinsel ve toplumsal İslami ilişkileri, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Alevilikten tamamen farklı bir yapıya sahiptir.
Yahudilik ve Hıristiyanlık, İslamiyet gibi her ne kadar Tek Tanrılı din olsalar da, Doğdukları topraklar Mezopotamya ve Anadolu’ya yakın sınır boylarında olması nedeniyle, ticari ve siyasi ilişkilerin büyük oranda Mezopotamya ve Anadolu ile sürdürülmesi, Yahudilik ve Hıristiyanlığın birçok konuda İslam’dan farklı yapıda şekillenmelerini sağlamıştır.
Bu tarihsel aşamalardan geçen ve dünyanın büyük bir alanında hakimiyet sağlamış Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’i, Alevilik ile kıyaslarken, özellikle İslamiyet ile Aleviliğin birbiriyle en ufak bir ortak noktasının olmadığı ve tamamen farklı felsefi ilkelere dayandığını anlamak mümkündür.
Çünkü Alevilikteki Dört Kapı Kırklar Makamı kuralıyla, Cem ve Semah ibadeti, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta olmadığı gibi, İslam’ın herhangi bir Mezhebinde de mevcut değildir. Bu yüzden Aleviler, sürekli Müslümanlığa karşı mesafeli durmuşlardır. Bu mesafeli duruşu sistem yanlıları, İslam’ın Mezhepsel çatışması şeklinde göstererek, Alevileri Şii olarak tanıtmaya çalışmış olsalar da, bunu kanıtlayacak en ufak bir kaynak veya belgeleri bulunmamaktadır. Şimdi sırasıyla Anadolu’daki Kızılbaş Aleviliğe, kendi kültürel rengini veren Zerdüştlüğün Manicilik kolu ile, Şamanizm’in birleşerek, tarihsel gelişim aşamalarını incelemeyi sürdürelim. Önce Dualist ve doğacı felsefeye sahip olan Zerdüştlüğün temel yapısıyla başlayabiliriz.
Dinin Adı: Zerdüştlük Peygamberin Adı: Zerdüşt. Kutsal Kitabı: Zend Avesta. Tanrının Adı: Ahuramazda ve Ahrimanizm.
Dinin ve Peygamberin adındaki Zer ve Düşt kelimelerinin anlamı ise şöyledir. Zer: Kürtçe sarı renk. Düşt: Parlayan yıldız demektir. Zer ile Düşt birleştirilerek Ateş ve Güneşin parlamasının ve aydınlatmasının kutsanış adı, Zerdüştlük olmuştur. Aynı zamanda bu dinin peygamberinin de ismidir.
Zedüştlük: Düalist (İkili) bir tanrı inancı olması nedeniyle, Kürtçe de iki (Dü) sayısıyla İyilik ve Kötülük, ya da Aydınlık ve Karanlığın tanrıları olan Ahuramazda ve Ahrimanizm söylem şekli ile Kürtçeden gelmektedir. Zerdüştlüğün çıkış ve oluşum biçimini kısaca belirledikten sonra, aynı şekilde Şamanizm’in de temel yapısı ile ilgili kısa bir belirleme yaparak incelemeye devam edelim.
Şamanizm: Şamanizm kelime olarak Türkçe Kam ve Kamandan gelmektedir. Anlamı ise insanların ruhsal ve Ahlak yapılarını iyileştirmek, tedavi etmek ve otamak manalarını içermektedir.
Hint ve Sansktritçe dilinde ise, Saman şeklinde ifade edilmektedir. Anlam olarak, hareket eden veya hareket ettiren ruhsal gücü içerdiği belirtilmektedir.
Şamanizm’in Temel ibadet yapısı: Şaman dinin de, dinsel görevleri yerine getiren Kadın ve Erkeklere Kam adı verilmektedir. Kamlar öncülüğünde Şamanlar ibadet ederken, Kara Bö ve Ak Bö adındaki iki göksel Tanrıya karşı, minnet borçları olan ibadetlerini yapmak için, Ateş yanan Ocak vb yerlerde Raks ederek ve bazen de Tütsü yaparak, tanrılarına olan şükran duygularını yerine getirirler.
Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse, Şamanlarda Ateş, Güneş ve Kadın Kutsaldır. Bu kutsallık ilerleyen süreçlerde, Türkmenler tarafından Kızılbaşlık ve Alevilik kelimelerindeki yine Ateş, Güneş ve Ana kültürüyle kutsanarak devam ettirilmiştir. Gerek Zerdüştlükte gerekse Şamanizm ve diğer Doğa dinlerinin bu felsefi çıkışlarını şu tarihsel gelişmelerden anlayabiliyoruz.
Doğada var olan maddelerden tutalım, tüm canlı türlerine kadar hepsi, hem Molekül ve Hücresel olarak, hem de duygu ve düşünce açısından, Artı ve Eksi – Negatif, Pozitif şekilde ikili bir yapı ile var olmayı sürdürmektedir. İşte Zerdüştlük ve Şamanizm, bu bilimsel formülden yola çıkmıştır. Hem insanların duygu, düşünce ve inançlarındaki iyilik ve kötülüğü, hem de günlük yaşamsal pratiklerindeki güzel ve çirkin tavırlarını, bu temel felsefi yapı içerisinde değerlendirerek, toplumsal ahlaka yön vermeye çalışmıştır.
Örneğin insan rahat ve doğru bir yaşam içerisinde ise, bu mutluluğunu Zerdüştlük deki İyilik (Ahuramazda) ve Şamanizm’deki Ak Bö aydınlık tanrısı sayesinde olduğuna inanılmaktadır. Başka bir insan ise, kötülük ve sıkıntılar içerisinde ise, bunun Zerdüştlük deki Kötülük (Ahrimanizm) ve Şamanizm’deki Kara Bö, karanlıkların tanrısından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Zerdüştlükteki diğer bir felsefi anlayış ise, iyilik ve kötülük Tanrılarının yeryüzündeki gerçek temsilcileri olarak. iyilik ve yardımı seven, kimseye haksızlık etmeyen insanları görmesidir. Kötü huylu insanları ise, Karanlığın tanrısı “Ahrimanizm’in” yeryüzündeki temsilcileri sayar.
Çünkü insanlar güzel ve doğru düşündüğünde, İyilik ve Aydınlık tanrısına yakın olduğu anlaşılmaktadır. Eğer kötü ve olumsuz düşüncelerde ise, Karanlık ve Kötülük tanrısına yakın durduğu kanaati oluşmaktadır.
Bu anlayış şekli Şamanizm’deki Ak Bö ve Kara Bö ikili tanrı yapısında da aynı şekilde var olup, insanların günlük yaşamlarındaki düşünce ve Ahlaki yapılarını bu tanrılara yakınlıklarına göre değerlendirilmektedir. Her iki dindeki ortak ve benzer felsefi yapıdan dolayı, Şamanist Türklerle, Zerdüşt Manici Kürtler çok rahat bir şekilde kaynaşıp anlaşmışlardır.
İşte Zerdüştlük ve Şamanizm’den gelen Alevilik, toplumsal yaşamın temellerini bu felsefeye göre şekillendirmişlerdir.
Zerdüştlük zaman içerisinde değişik isimler almasına rağmen, temel yapısındaki felsefi özü çok fazla değişime uğratmadan şu isimlerle devam ettirmiştir.
Zervanizm, Zerdüşt , Mani, Mazdek, Ezidilik, Hürremilik, Babailik, Kızılbaşlık, Alevilik şeklinde günümüze kadar gelmiştir.
Zerdüştlüğün almış olduğu isimleri bu şekilde sıraladıktan sonra, Özellikle Türklerin ilk ve eski dinleri olan Şamanizm’in tarihsel gelişimine biraz daha geniş açıdan bakmayı sürdürelim.
Şamanizm doğa dinleri içerisinde en eski olanlarıdır. Var oluş tarihi yaklaşık olarak M.Ö. 50 binli yıllar işaret edilse de, o kadar eski olup olmadığı çok önemli olmamakla birlikte, yakın dönemlerdeki yaşatılış şekline bakıldığında, net bir sonuca varılmaktadır.
Şamanizm’in yakın dönemlerdeki dini ve yaşam felsefesiyle, Zerdüştlük arasında büyük ölçüde ortak özellikler taşıdığı, Dinler Tarihi üzerine yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır. Zerdüştlükte olduğu gibi Şamanizm de İkili (Dualist) bir tanrı inancına sahiptir. Bunlar Aydınlık ve Karanlık olarak belirtilen AK Bö ve Kara Bö isimleriyle göksel tanrı felsefesine dayanmaktadır.
Şamanizm bu var oluş şekliyle, Uzakdoğu ve Orta Asya’nın önemli bir bölümünde aynı isimle günümüzde de yaşatılmaktadır. Yanlız Orta Asya dan göç eden Türkler, Ön Asya’da İran devletinin yakın çevresine yerleşmeleriyle, Med İmparatorluğunun resmi dini olan Zerdüştlük kültürüyle tanışmışlardır.
İlerleyen süreçte, dünyada ve bölgede yaşanan değişimler sonucunda, Zerdüştlük M.S. 250 den itibaren Manicilik ismiyle Persler tarafından resmi İmparatorluk dini olarak yaşatıldığı bilinmektedir. Özellikle bölgede devam eden siyasal olaylar, dini kültürleri etkilemeyi sürdürmesiyle, Şamanist Türkler ile Manici Kürtler, Kızılbaşlık adıyla yeni bir isim altında, eski inançsal kültürlerini devam ettirmişlerdir. Aleviliğin tarihsel sürecini incelerken, Alevilikten önce Türk ve Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde hakim olan İmparatorlukların, dinsel ve yaşam felsefelerine bakarak değerlendirmek, bizleri biraz daha tarihsel gerçeklere götürmektedir.
Örneğin Mezopotamya’da Asur, Med, Pers, Parth ve Sasani Krallıklarının hakimiyetleri devam ederken, dinsel inançları Güneş (İndra Mitra) tanrıya inanılmakta idiler. Afrika”da ise merkez olarak Mısır çevresinde Fravun Krallığı ve daha sonra Doğu Roma İmparatorluğunun egemenlik sürdürdüğü dönemlerde, Güneş Tanrı (Mitra, Ra) inancı varlığını korumuş olsa da, Fravun Krallığının son zamanlarına doğru İbrahimi inanç yapısı olan Gök ve Tek Tanrıcılık ortaya çıkmaya başlamıştır.
Hindistan ve Çin başta olmak üzere Asya’nın büyük bir bölümünde ise hakimiyet kuran toplulukların hepsi, doğa dinlerinden Ateş ve Güneş inancı olan Şamanizm, Mitra, Budizm, Hinduizm, Brahmanizm, Konfüçyüs, Taoculuk, Şintoizm, Zerdüşt, Mazdek ve Maniciliğe inanarak uzun yıllar yaşamışlardır.
Bu toplumların dinsel konuda farklı inançları asimile etmek için, özel bir baskı uyguladıkları pek görülmemiştir. Çünkü hepsinin inanç yapısında doğa anlayışı hakimdir. Böylece Aleviliğin ilk oluşumu ve adı olan Kızılbaşlık, Hindistan, Çin ve Mezopotamya’nın doğa kültürleri olan Dualist dinsel yapılardan oluşarak günümüze kadar gelmiştir.
Bu dinsel kültürel yapı, daha sonra Med, Pers ve Sasanilerin resmi Krallık dini olarak tarihe geçmiştir. Aynı dönemlerde Müslümanlıkla ilgili en ufak bir kültür izinden kimse bahsedemez. Bu yüzden İslamiyet’in, Aleviliği etkilemesi söz konusu olmayacağı gibi, tam tersine Kızılbaşlık, İslamiyet’in Şii Mezhebini kısmi şekilde etkilediği görülmektedir. Makale ile igili kaynaklar ikinci bölümde verilecektir.
Cemal Zöngür
Arş. Yazar