- Kategori
- Tarih
Ali Suavi Üsküdar Komitesi (1878)

ALİ SUAVİ
Üsküdar Komitesi esas olarak kendinden önceki cemiyetler kadar geniş bir teşkilat ağına sahip değildir. Daha bireysel bir hareket olarak öne çıkmaktadır. Kuruculuğunu Ali Suavi’nin yaptığı komitenin içinde Süleyman Asaf Sopasalan, Hafız Nuri, Hasköylü Hacı Ahmet, Mehmet İzzet Paşazade Süleyman, Bağdatlı Süleyman, Üsküdarlı Nuri, Filibeli Ahmet Paşa, Arnavut Salih, Hacı Ahmet, Molla Mustafa gibi isimler yer almaktaydı. Komitenin en çok göze batan ismi Ali Suavi’dir. Türkçülük akımının ilk eylemcisi olarak da kabul edilen Ali Suavi 1839’da İstanbul Cerrahpaşa’da doğdu. 1978 de Çırağan Sarayını arkadaşlarıyla basarak 2. Abdülhamit’i tahtan devirip yerine V. Murad’ı geçirme eylemi sırasında kafasına aldığı bir sopa darbesiyle hayatını kaybetmiştir. Suavi’nin oldukça farklı nitelikleri olan bir hayat hikâyesi bulunmaktadır. Simav’da hocalık yaparken eğitime, siyasete ve dine dayalı fikri alt yapılarını güçlendirmiştir. Kırk yıllık ömründe Tanzimat fermanı, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi’yi tecrübe etmiş olması onun fikri hareketliliğinin sebebi olsa gerekir. Böylece hem hocalıkta hem de siyasette oldukça hızlıdır. Özellikle devletin nasıl düzeltilebileceğine verdiği cevap “demokrasi ve eşitliklerdir”.
Bu fikirlerini sadece cami cemaatine değil de daha geniş kitlelere anlatabilmek için Ermeni olan Filip’in çıkardığı “Muhbir” gazetesinde öncelikli olarak eğitime dayalı yazılarını neşretmeye başlamıştır. Hızlı çıkışları, sert üslubu ve siyasi söylemleri ile sarayı karşısına almayı erkenden başaran Suavi kısa süre içinde gazetenin kapatılmasına vesile olmuştur ve Kastamonu’ya sürülmüştür. Siyasi yaklaşımındaki tarzı nedeniyle onu siyasi tarihimiz içinde önemli kılan en büyük özelliği “muhalefet” geleneğinin ilk defa kendisiyle ortaya çıkmasındandır. 1868 yılında kurulan ve gizli bir örgüt olma özelliği taşıyan “İttifak-ı Hâkimiyete” katılmıştır. Buradaki amaçları meşrutiyeti tesisi edebilmek ve toplumsal alanda yapılması gereken Avrupai ıslahatların gerçekleşmesinin yollarını açmaktır. O dönemin genç aydınlarına maddi ve manevi yardımlarda bulunan Mustafa Fazıl Paşa’nın himayesiyle Paris’ kaçmıştır.
Burada “Muhbir” gazetesini yayımlamaya başlar. Onu diğer Jön Türklerden ayıran en belirgin özelliği de bu gazetede de belirttiği üzere sorunların çözümlerine getirdiği bakış açılarında İslamı sürekli referans alıyor olmasıdır. Ali Suavi’nin demokrasinin yerleşmesi için gerekli gördüğü unsur “meclis”tir. Meclis aynı zamanda İslam’da da yer alan “meşveret” sisteminin devamıdır. Kendisi için zaten “İslam, bugün ki sorunlara çare olacak kurumları içinde barındırmaktadır. Devlet-i Aliye de bu İslami kurumları kaybettiğinden dolayı bu hallere düşmüştür”, görüşündedir. Suavi, birçok düşüncesinde özgürlüklerin insan için ne derecede gerekli olduğunu belirtir. Yazılarında da bu yoldan hareketle “insanın özgülük hakkının bireyden topluma yansıması gerektiğini “belirtir. Fakat yaşadığı dönemde meydana gelen siyasi çalkantılar ile Islahat girişimlerinin neticesiz kalması onu devletin “meşruti monarşi” ile yönetilmesi fikrine yöneltir. Diğer Jön Türklerden ayrıldığı bir nokta da Avrupa’ya giderken ihtilalci bir kimlik taşıyorken dokuz yıl sonra yurda döndüğünde artık o “muhafazakâr- saltanatçıdır”.
Fakat bu saltanatçı anlayışı ilginç bir şekilde onu saraya karşı ayaklanmaya götürür. Abdülaziz’in vefatıyla birlikte Abdülhamit han döneminde yurda gelen Suavi, Said Paşa’nın yardımıyla Galatasaray Sultanisine müdür olarak tayin edilir. Fakat buradaki kötü yönetimi nedeniyle görevinden azledilir. Böylece o eski ihtilalci ruhu tekrar ortaya çıkan Suavi, V. Murad’ı tahta geçirmek için beş yüze yakın adam toplar. İkinci Abdülhamid’i tahtan indirip yerine V. Murad’ı geçirmek için Çırağan Sarayını basar. Fakat bu eylem sırasında Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa’nın kafasına vurduğu bir sopa darbesiyle hayatını kaybeder. Ali Suavi Genç Osmanlılar Cemiyeti içinde de bulunmuştu. Fakat daima önce olmak isteyen karakteri İngilizler tarafından özel olarak ilgilenilmesine vesile oldu. Zaten monarşik Osmanlı devlet yapısının yerine getirmek istediği İngiliz Parlamenter sisteminden başka bir şey de değildi. Kendisi için ilginç sayılabilecek bir özelliği de Arapça ve Farsça bilmesine ve hocalık yapmasına rağmen klasik medrese eğitimi almamış olmasıdır. Islahat girişimleri sadece devlet yapısıyla ilgili kalmamıştır. Devlet yapısında yapılmasını istediği ıslahatlara dini referans gösterirken aynı zamanda dinde de bazı reformların yapılmasından yanadır. Özellikle Cuma hutbelerinin farklı dillerden okunması gerektiği isteği kendisinden sonra Celaleddin Efganiy’e ilham olacaktır.
Bu fikirlerini sadece cami cemaatine değil de daha geniş kitlelere anlatabilmek için Ermeni olan Filip’in çıkardığı “Muhbir” gazetesinde öncelikli olarak eğitime dayalı yazılarını neşretmeye başlamıştır. Hızlı çıkışları, sert üslubu ve siyasi söylemleri ile sarayı karşısına almayı erkenden başaran Suavi kısa süre içinde gazetenin kapatılmasına vesile olmuştur ve Kastamonu’ya sürülmüştür. Siyasi yaklaşımındaki tarzı nedeniyle onu siyasi tarihimiz içinde önemli kılan en büyük özelliği “muhalefet” geleneğinin ilk defa kendisiyle ortaya çıkmasındandır. 1868 yılında kurulan ve gizli bir örgüt olma özelliği taşıyan “İttifak-ı Hâkimiyete” katılmıştır. Buradaki amaçları meşrutiyeti tesisi edebilmek ve toplumsal alanda yapılması gereken Avrupai ıslahatların gerçekleşmesinin yollarını açmaktır. O dönemin genç aydınlarına maddi ve manevi yardımlarda bulunan Mustafa Fazıl Paşa’nın himayesiyle Paris’ kaçmıştır.
Burada “Muhbir” gazetesini yayımlamaya başlar. Onu diğer Jön Türklerden ayıran en belirgin özelliği de bu gazetede de belirttiği üzere sorunların çözümlerine getirdiği bakış açılarında İslamı sürekli referans alıyor olmasıdır. Ali Suavi’nin demokrasinin yerleşmesi için gerekli gördüğü unsur “meclis”tir. Meclis aynı zamanda İslam’da da yer alan “meşveret” sisteminin devamıdır. Kendisi için zaten “İslam, bugün ki sorunlara çare olacak kurumları içinde barındırmaktadır. Devlet-i Aliye de bu İslami kurumları kaybettiğinden dolayı bu hallere düşmüştür”, görüşündedir. Suavi, birçok düşüncesinde özgürlüklerin insan için ne derecede gerekli olduğunu belirtir. Yazılarında da bu yoldan hareketle “insanın özgülük hakkının bireyden topluma yansıması gerektiğini “belirtir. Fakat yaşadığı dönemde meydana gelen siyasi çalkantılar ile Islahat girişimlerinin neticesiz kalması onu devletin “meşruti monarşi” ile yönetilmesi fikrine yöneltir. Diğer Jön Türklerden ayrıldığı bir nokta da Avrupa’ya giderken ihtilalci bir kimlik taşıyorken dokuz yıl sonra yurda döndüğünde artık o “muhafazakâr- saltanatçıdır”.
Fakat bu saltanatçı anlayışı ilginç bir şekilde onu saraya karşı ayaklanmaya götürür. Abdülaziz’in vefatıyla birlikte Abdülhamit han döneminde yurda gelen Suavi, Said Paşa’nın yardımıyla Galatasaray Sultanisine müdür olarak tayin edilir. Fakat buradaki kötü yönetimi nedeniyle görevinden azledilir. Böylece o eski ihtilalci ruhu tekrar ortaya çıkan Suavi, V. Murad’ı tahta geçirmek için beş yüze yakın adam toplar. İkinci Abdülhamid’i tahtan indirip yerine V. Murad’ı geçirmek için Çırağan Sarayını basar. Fakat bu eylem sırasında Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa’nın kafasına vurduğu bir sopa darbesiyle hayatını kaybeder. Ali Suavi Genç Osmanlılar Cemiyeti içinde de bulunmuştu. Fakat daima önce olmak isteyen karakteri İngilizler tarafından özel olarak ilgilenilmesine vesile oldu. Zaten monarşik Osmanlı devlet yapısının yerine getirmek istediği İngiliz Parlamenter sisteminden başka bir şey de değildi. Kendisi için ilginç sayılabilecek bir özelliği de Arapça ve Farsça bilmesine ve hocalık yapmasına rağmen klasik medrese eğitimi almamış olmasıdır. Islahat girişimleri sadece devlet yapısıyla ilgili kalmamıştır. Devlet yapısında yapılmasını istediği ıslahatlara dini referans gösterirken aynı zamanda dinde de bazı reformların yapılmasından yanadır. Özellikle Cuma hutbelerinin farklı dillerden okunması gerektiği isteği kendisinden sonra Celaleddin Efganiy’e ilham olacaktır.