Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '10

 
Kategori
Öykü
 

Allah'ın emri peygamberin kavliyle

Allah'ın emri peygamberin kavliyle
 

resim alıntıdır."Gamze gamze gülüver şimdi."


Ritimsiz, içinden geldiği gibi arada çatlayan sesiyle bir şarkı tutturdu neşeyle. Elinde yer bezi, yanında bir kova su temizliğe girişti dört bucak.

Gamze gamze gülüver şimdi… Gamze gamze bir gülüver şimdi… Beni göğsüne alıver şimdi… Mevsimi geçti susadım aşka… Benimle bir bütün oluver şimdi.

Arada bir gözlerini kaydırıp derin derin iç çekiyordu. Nihayet, işte nihayet onu da isteyen birileri çıkmıştı. Gerçi birileri derken… sadece birisiydi aslında. Aman canım, tek başına gelmeyecekti ya. Mutlaka birileri olacaktı işte. Suya daldırıp çıkardığı bezi sıktı iyice. Köpük köpük her yana dağıldı deterjanlı su. Halıda ki lekeleri çıkarmak için kuvvetlice ovaladı enikonu. Kaç defa söylemişti kardeşine. Şu çocuklarına sahip çık, ellerine ne alırlarsa yere döküyor diye. Gel gör ki umursayan olmuyordu. Nasılsa Nalân yapıyordu, Kakılmış gibi süpürge elinden düşmüyordu maşallah.

Gülümsedi yanakları al al. Diline doladığı şarkıyı değiştiriverdi anında.

Kakılmıştır benim adım…her yeri mis gibi yaparııııım…

Annesi kapı aralığından kızını izliyordu. Yaşı oldukça geçmişti, kırkına merdiven dayamıştı neredeyse. Biraz akıl yoksunu, deli dolu bir kızdı. Bu yaşa kadar taliplisi çıkmamış, anasına can yoldaşı olmaktan öteye gidememişti kızcağız. Yaşlı kadın kibriti yakıp ocağı tutuşturdu binbir düşünceyle. Küçüğü Nazlı daha ufacıkken evlenmişti. Ama Allah için güzeldi küçük kız. Binbir Gece de oynayan kadına benziyordu. Neydi adı, neydi? Hah, Bergüzar’dı ismi. Nazlı da onun gibi siyah saçlı, iri gözlü ve uzun boyluydu. Aynı anamın gençliği diye düşündü. Nazlı anneannesine çekmişti de… Peki, bu Nalan kime çekmişti acaba.

Nalân temizliği bitirdiğinde belini tutup şöyle bir gerindi. Akşama bir şey kalmamıştı. Kalbi şimdiden yuvasından fırlayacak gibi çarpıyordu. Gelecek olan damat adayı nasıl birisiydi acaba? İlk defa görecekti, beğenir miydi? Aman canım, beğenmeyip ne yapacaktı. Var mıydı Nalân gibisi?

Akşamdan hazırlamıştı ikramların birçoğunu. Şimdi birde acılı bir kısır yaptı mı tamamdı işi. Yanında semaverde demlenmiş çay ile servis edince de tamamdı her şey. Bulguru hazırladı önce. Ardından yeşillikleri yıkadı bol suyla. İnce ince kıydı marulu, maydanozu, taze soğanı. Limonunu, pul biberini de koyunca hazır oldu kısır. Annesi de dolma yapmıştı zaten. Her bir şey misafirleri bekliyordu şimdi.

Duşunu aldı mis kokulu şampuanlarla. Tam giyinirken vefalı arkadaşı Şadiye geldi yardıma. Nalân’ın saçlarını sardılar beraber. Hafif bir makyaj da yapınca beğeniyle süzdüler aynadaki görüntüyü. Güzel değildi biliyordu. Kapkara saçları vardı, esmer tenliydi. Gözleri bile karaydı. Yanağında bir ben, çenesinde derin bir yara izi vardı. Üç dört yaşındayken balkondan düşmüş, günlerce hastanede yatmıştı. Belki de bundan biraz da saf akıllıydı Nalân. Ah azıcık da kilo alabilseydi. Değnek gibi dümdüz bir vücudu vardı. Keşke Şadiye gibi balıketinde olsaydı. Ah nerde, yaptığı yemeklerin tadına doyulmazdı ama kendisi yemezdi ki. Kardeşi Nazlı gibi cennetten çıkma bir ahu değildi sonuçta.

Neye benziyordu acaba? Onu isteyen adam nasıl biriydi. Saçlarını tarayan Şadiye’ye çevirdi bakışlarını:

_Sen gördün mü Şadiye?

_Neyi canımın içi?

_ Canım… şeyi işte…hani gelecek ya bu akşam.

_Heee, seninkini mi? Yok bitanem… görmedim.

Eh, ne yapalım diyerek omuzlarını silkti. Birlikte salona, ardından mutfağa geçip her şeyi tekrar gözden geçirdiler. Tastamam hazırdı işte. Saat sekiz olmuştu. Kaçta geleceklerdi acaba? Balkona çıktı gelen var mı diye bakmak için. Kimseler görünmüyordu. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Gözleri sürekli saatteydi. Ne zaman geleceklerdi?

Bir saat daha geçti, kimse yok. Evin her odasını dolandı yavaş adımlarla. Soğuyan börekleri tekrar ısıttı. Demlenmiş çayı döküp, tekrar demledi. Annesi oturduğu yerde uyukluyordu. Şadiye elinde kumanda kanal kanal geziyordu.

Yelkovan ile akrep onu gösterdiğinde ümitsizlik içinde çöktü koltuğa. Gelmeyeceklerdi. Yine hüsran düşmüştü yüreğine. Gözleri doldu, sessizce ağlamaya başladı. Demek ki, hayatın ilmekleri Nalân için yalnızlık örmüştü. Bu defa da olmayacaktı.

Odasına gidip elbisesini çıkarmayı düşündüğü anda zil sesini duydu. Çöpleri almaya gelmişti herhalde Hasan Efendi. Önce mutfaktan çöp torbasını kavradı. Ardından kapıyı ardına kadar açıp, torbayı uzattı karşısına bakmadan. Ama Hasan Efendi değildi ki bu. Uzun boylu, koyu saçlı, esmerce, kalın gözlüklü bir adam. Nalân’dan birkaç yaş belki büyük. Ağzı açık, gözleri iri iri adama bakıyordu. Çöp torbasını uzatmış, hala havada tutuyordu. Adamın gözleri kayar gibi oldu onu görünce. Tam da emin değildi Nalân ama karşısındaki bir şeyler anlatıyor gibiydi.

_ Af edersiniz…çok af edersiniz efendim. Biz… kaza vardı… trafikte şey ettik de. Çok mu geç kaldık…

Karşısında şaşkın bir halde bakakalan kıza elindeki çiçekleri uzattı ne yapacağını bilemez bir halde. Çiçekler saatlerdir durmaktan baygınlaşmışlardı. Nalân’ın saatlerce beklemekten bayıldığı gibi. Şaşkınlık içinde kendine uzatılan çiçekleri alırken elindeki çöp poşetini misafirin eline tutuşturuverdi. Gözlerini birbirlerinden ayıramadıkları için farkında bile değillerdi olup bitenlerin. Adamın yanındaki yaşlı kadın başını sinirle sallayıp lafa girdi sonunda:

_ Oğlum…Mustafa… Git çöpü at da Allah’ın emri, peygamberin kavliyle…

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..