Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '12

 
Kategori
Güncel
 

Altın Portakal'ın en iyisi Erdem Tepegöz ile Venedik'te...

Altın Portakal'ın en iyisi Erdem Tepegöz ile Venedik'te...
 

En iyi yönetmen, ve Zerre'nin yaratıcısı Erdem Tepegöz


Siyad Ödülleri sahiplerini buldu. Heyecanla geçen gecenin ardından sevgili arkadaşım Erdem Tepegöz uzun zamandır üzerinde emek harcadığı filmi ZERRE ile Altın portakaldan 4 ödülle döndü. En İyi Yönetmen, en iyi ilk film, Siyad (Sinema Yazarları Derneği) ödülü ve En iyi sanat yönetmeni. Bildiğim kadarıyla Erdem bu ödülü bu kadar genç yaşta alan ilk yönetmen oldu. Bu kadar önemli bir ödüle sahip olmak, üstelik bir değil birden fazla ödüle sahip olmak. bundan daha güzel bir kariyer noktası düşünemiyorum. Hala inanamıyorum. Ödül törenindeki heyecanı görülmeye değerdi doğrusu. Tebrik ederim Erdemcim başarınla gurur duyduk ve tabii ki gözlerimiz yaşardı.

Ödüller sahiplerini bulduktan sonra Erdem ile konuştuk ve onu uzun uzun tebrik ettim. Daha sonra ise aklım Erdem ile tanıştığımız o ilk güne gitti. Soğuk bir Venedik akşamında tam da her şeyin ters gitmeye başladığını düşünüp umutsuzluğa kapılırken ve ev arkadaşıma kendi rutinimden sıkıldığımı ve hayatımda farklı bir şeyler olmasını dilediğimi söylediğim anda, evimizin kapısının önünde birilerinin Serap diye bize seslendiklerini duydum. Pencereden uzandığımda çok sevgili arkadaşım Alice’yi gördüm. Alice bana seslenip “hey Serap sana iki Türk gazeteci getirdim” dedi. İşte o pencere muhabbetinde tanıştığım gazetecilerden biriydi Erdem, diğeri ise kıymetlim Niko Guido. Niko evinde çayın varsa geliriz deyince olmaz mı tabii ki gelin hemen deyip onları yukarı davet ettim. Türkiye’den gelen sevdiklerimin hediyesi olan çaydanlığımla demliğimle tavşankanı Türk çayımızı hazırladım ve başladık muhabbete.

Niko ve Erdem evimi çok şirin buldular ve Venedik’te böyle bir yerde yaşadığım için ne kadar şanslı olduğumu söylediler. O an bundan beş dakika önce ağzımdan çıkan cümleleri içinden geçirip tatlı bir tebessümde bulunduğumu hatırlıyorum. Niko, -Alice bize senden bahsedince Venedik’te yaşayan bir Türk şimdi havalı bir şeydir gitmeyelim dedim” dedi. Havalı mı? Evinde çayı çorbası eksik olmayan, hatta akşam olunca ayaklarına patiklerini geçiren bir tipim ben. Alice’nin de onlara verdiği ve beni o çok güldüren cevabını hala hatırlıyorum. –“Serap öyle havalı bir tip değildir. Akşam falan da çok çıkmaz dışarı. Onun şirin evinde çok sevdiği bir divanı var. Akşamları gidin onun üzerinde bulursunuz onu hep.”

Niko ve Erdem öyle çok da havalı bir tip olmadığıma ziyadesiyle memnun oldular. Venedik’te nasıl yaşıyorum? Neler yapıyorum? Neden buraya geldim? Gibilerinden uzun uzun sorular sordular. Erdem çalışmalarımdan ve yazdıklarımdan çok etkilendiğini söyledi. Neler yaptım, neler ettim uzunca da inceledi. “-Yaz Serap lütfen yaz bu yaşadıklarını da yaz” dedi. Onların teşviki olmasaydı ne bu blog olacaktı ne de ben umutla kâğıda kaleme sarılmayacaktım. Erdem olmasa kendi hikâyemi kaleme almak gibi bir düşüncem de belki hiç olmayacaktı. Ama ikisi de bana öyle bir enerji vererek gittiler ki buradan ben sanki o günden sonra bambaşka bir şevkle ve tabi mutlulukla her şeye dört elle sarıldım.

Niko ve Erdem bir belgesel çekmek üzere Venedik’e gelmişler. Venedik karnavalı temalı; ama içerisinde insan hikâyeleri olan bir belgesel, ne de güzel fikir! -Serap dediler, lütfen bu bize anlattıklarını bir röportaj içerisinde de tekrar anlat. Senin bu hikâyen çok daha ilginç bir konu”-dediler. Ricalarını memnuniyetle yerine getirdim. Ertesi gün San Marco Meydanı’nda buluşmak üzere sözleştik. Çıkmadan bana Tarık Akan’ın da Venedik’te olduğunu söylediler. Venedik’e hep ünlüler akın ederler, ama ben daha kimseyi görmedim, keşke karşılaşsaydım dedim.

Ertesi sabah sözleştiğimiz yerde buluştuk. Röportaj dedikleri şey düşündüğümden çok daha uzun süreceğe benziyordu; ama hem Niko hem Erdem o kadar sakin, güler yüzlü ve sempatiklerdi ki hiç heyecana kapılmadım. Tam da meydanda çekim devam ederken bir anda Tarık Akan ile göz göze geldim. O upuzun boyu ve gülen gözleri ile dikkatlice beni dinliyordu. Kameranın önündeki bendim o ise beni seyrediyordu. Çekime ara verilir verilmez büyük bir zarafetle kendini tanıtmak üzere yanıma geldi. -Ben Tarık Akan, -Ah sizi kim tanımaz Tarık Bey!

Niko ve Erdem ile çekimler bütün bir gün boyunca sürdü ve Tarık Akan ile sevgili eşi Acun Günay da bize o bütün gün boyunca eşlik ettiler. Venedik’in ne kadar tenha köşesi, kuytusu, kimselerin bilmediği ara sokakları, keşfedilmemiş yahut az keşfedilmiş ne kadar bölgesi varsa ayak bastık. Kimse yorulmak bilmiyor gibiydi. Niko, Erdem ve Acun Hanım ellerinde fotoğraf makineleri gezerlerken Tarık Akan fırsat buldukça gel kız onlar çeksinler fotoğraflarını biz kahve içelim diyordu. Yol boyu bir yandan Venedik konuşulurken bir yandan da sinema gündemin konusuydu. Tarık Akan, unutulmaz anılarını bizimle keyifle paylaşıyordu. Yılmaz Güney’i anıyordu, Damat Feritli filmlerini ne kadar samimi bulduğunu ne kadar çok sevdiğini söylüyordu. Sinemanın hiç mi zorluğu yok? Olmaz mı onlara da değiniyordu. O unutulmaz “Yol” filmini çekerken başlarından geçenleri anlatıyordu. Bir yandan da Niko ve Erdem’in neler yaptığını projelerini soruyordu.

Tarık Akan bana da uzun uzun sordu. Kimdim, nereden geliyor, ne yapıyordum. İtalya’da yaşamak nasıl bir duyguydu? İtalyanlarla yaşarken ne gibi zorluklar çekiyordum. Alışık olmadığım aşırı bireysel ve bencil tutumlarla karşılaştığımdan bahsettiğimde bana “sen doğrusu ne ise onu yap, olar yapmıyorsa da yapmaktan vazgeçme, bak göreceksin ki duvarlar yıkılacak ve o bencillikler olmayacak dedi. Tarık Akan’ın sözünü hep dinledim. Asla kırılmadan, küsmeden, kendi tarzımdan taviz vermeden davranmaya devam ettim ve insanların bana karşı bencilliklerini bıraktıklarını gördüm. Aslında bunun için Tarık Bey’e gerçekten teşekkür borçluyum.

Niko ve Erdem Tarık akan ile Venedik’te gözlerden de uzak bir gün geçirdikleri için çok mutlulardı. Ben ise gerçek olamayacak kadar, ama uydurulamayacak kadar da gerçek olan bir günü yaşıyordum. Ne mutlu bana diyordum. O mutluluk sarhoşluğu ve Erdem’in bana emanet ettiği makinesinin cazibesiyle güzel fotoğraflar çekme aşkına kendimi vapurun rüzgârına bıraktım. Bütün günün yorgunluğu üzerine Venedik lagününün şiddetli soğuğunu alınca akşamına hastalandım. Akşam olup da hava kararınca ve bütün bir günü yorgun argın tamamladıktan sonra Tarık Akan ve eşi Acun Günay ile vedalaştım, Erdem ve Niko ile de ertesi gün yeniden buluşmak ve başka keşfedilmemiş Venedik’i keşfetmek üzere sözleştik.

Ertesi gün için Erdem ve Niko ile yine yoğun bir gün beni bekliyordu. Öğleden sonra halsizleşince Niko eve git sen biraz uyu dinlen akşamüstü buluşalım dedi. Bir iki saatlik dinlenmenin ardından tekrar buluşma yerine gitmek üzere çıktım. Niko ve Erdem beni bir Venedikli fotoğraf sanatçısı ile tanıştırdılar. Hep birlikte Venedik’in harika tatlıcısı Tonolo’ya gittik. Karnaval döneminde Venediklilerin adına “frittelle” dedikleri bir tatlıları çıkar. Bu tatlı o kadar lezzetli bir şey ki sırf her gün bundan yiyebilmek için bile “lütfen karnaval hiç bitmesin” diyorum. Niko tanışmamıza sebep olan Alice’yi görmeden gitmek istemiyordu. Ara lütfen ve yemeğe davet et Alice’yi dedi bana. Akşam Alice’yi de alıp hep birlikte yemeğe gittik.

Yemekte de uzun uzun konuşma fırsatımız oldu. Hem Niko hem Erdem bana ve yalnızlığıma odaklanmışlardı. Aslında ne kadar kıymetli işler yaptığımı ve kendimin değerinin farkında olmadığımı, aslında mutsuz ve umutsuz olmam için bir sebep olmadığını, aksine bu mücadelenin yaşanması gereken bir süreç olduğunu söylüyorlardı. Onlar benimle konuştukça üzerimdeki yükleri alıyorlardı ve ben bir heyecana kapılıyordum. Onlar ise sırasıyla neler yapmam gerektiğini tek tek bana söylediler. Güzel akıllar verdiler. Yemek saati ilerledikçe halsizliğim yeniden arttı. Restorandan çıktıktan sonra Niko ve erdem'in kaldığı otele gittik. Erdem iyi geleceğini söylediği ilaçlarından verdi bana. Bunları iç ve hemen uyu dedi. Yorgun ve halsiz de olsam mutlu bir şekilde eve gittim. İnsanın kendini yakın hissettiği arkadaşlar bulması ne de büyük bir güven duygusu veriyor aslında.

Şimdi o günlerin üzerinden bir sene geçti neredeyse. Niko ve Erdem beni Venedik’te öyle bırakıp gitmedi. İletişimimiz hep sürdü ve ikisi de benim için fikirlerini çok önemsediğim insanlar haline geldiler. Beni benim için önemli olduğunu düşündükleri insanlarla tanıştırdılar. Kendilerine gerçekten sonsuz teşekkür ediyorum ve biliyorum ki ikisi de harika işler yapıyorlar. Hayallerinin sınırları sadece kendi küçük dünyaları ile sınırlı değil. Niko, savaşsız bir dünya yaratmak adına mücadelesini sürdürüyor. Erdem bir genç yönetmenin elde edebileceği en güzel başarılardan birini elde etti. Bu nedenle hayal ettikleri tüm güzelliklerin onları bulmasını diliyorum. Ayrıca dün Erdem’e de söylediğimi tekrarlıyorum. Film festivalinin jüri başkanı olan Hülya Avşar’ı çok seviyoruz :)

 
Toplam blog
: 79
: 5412
Kayıt tarihi
: 25.10.11
 
 

Dr. Serap Mumcu Geronazzo, Padova Üniversitesi Tarih bölümünde doktoramı tamamladım. Tarih, Sanat..