- Kategori
- Dünya
Amerika'nın gücü

?
20. Yüzyılda güçlü bir lider Ülkeler, diğer ülkeleri düzenlemek adına bir takım roller vererek hizaya getiriyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye kendine biçilen rolleri reddediyor, tek onur verici ulusal direnç olarak tarihe geçiyordu.
19.Yüzyılın sonlarında dünyaya yön veren devletlerarasındaki Osmanlı İmparatorluğu Ulusçuluk akımlarıyla sarsılmış, 1918 Ekiminde Mondros limanında “benden bu kadar diyerek” teslim bayrağını çekmişti.
Sevr Antlaşması ise “Düvel-i Muazzamanın” Osmanlı İmparatorluğuna uygun gördüğü rolü belirleyen ve bunu kayıt altına alan bir metindi. Doğu Trakya (Edirne, Tekirdağ, Kırklareli İllerimiz ile İstanbul’un büyük bir bölümü) İzmir’in Yunanistan’a verilmesi ile batıda, Ermenistan ve Kürdistan’ın kurulması ile doğuda, küçülen imparatorluk, genişletilen kapitülasyonlarla tam bir “bağımsızlık” çizgisine çekiliyordu.
Lozan’la Sevr salt sınırlar açısından karşılaştırıldığında yanılırız. Lozan, kapitülasyonları arındırıp, bağımsızlığımızın “yeni bir devlet” anlayışımızın başta İngiltere olmak üzere müttefiklere kabul ettirilmesidir. Lozan için aylarca süren müzakerelerde “kopma” ne Ermenistan, ne Kürdistan ne Boğazlar v.b. konusunda olmuştur. Kopma, kapitülasyonların kaldırılması direnciyle olmuştur. Türk Halkının Ulusal Kurtuluş Savaşının başarısını görmezden gelen İngiltere, İsmet Paşanın şahsında, Türk devriminin ve Mustafa Kemalin ödünsüz direnciyle burun buruna gelince, geri adım atmak zorunda kalmış ve Fransa’yı da ikna ederek Lozan’ın Ankara’nın talep ettiği biçimde imzalamasını kabul etmiştir. Ancak; İngiltere, o gün geri almak zorunda kaldığı taleplerini, bir gün masaya sürmek ümidini ve hıncını taşıyordu. Lord Curzon bunu dillendiriyordu.
İki savaş arasındaki dönemde, Ankara’nın büyük prestiji vardı. Atatürk Türkiye’si hem emperyalizmi dize getirmiş ve hem de maceracı olmayan kararlı politikalarıyla dünyada çok saygı duyulan bir devlet konumuna girmişti. Bu dönemde Türkiye kendi yağıyla kavrulmaya çabalayan, komşularıyla iyi ilişkiler kuran, lider bir devlet durumundaydı.
İngiltere, 2. Dünya savaşı sonrası Dünya Jandarmalığını ABD’ye bırakmış, ABD ve Sovyetler Birliği Yalta da Türkiye’ye verilecek rol konusunda anlaşamıyordu.
Türkiye biraz Sovyetler Birliğinin taleplerinden duyduğu kaygı, biraz savaş sonrası esen Amerikan hayranlığı rüzgârlarının etkisiyle ABD’ye yanaştı. Ve kaderini bağladı. Lord Curzon Lozan’da sonradan çıkartmak üzere “cebine koyduğu” talepleri, tek tek ortaya çıkarmaya başladı. Ve Türkiye yeterince güçlü görünmüyor, güçlü değildi.
2.Dünya Savaşı başlamadan önce güçlü bir ülke konumundaki Türkiye çift kutuplu güç dengeli dünyadan, ABD eksenli bir dünyaya geçişte roller edindi. Türkiye; ABD’nin stratejik müttefikiz aldatmacası söylemine ve karşımıza onlarca olumsuzluklarla çıkmasına (PKK’ya destek, Ambargo, Ermenistan’a destek, İç çatışma projeleri geliştirmesi v.b.) rağmen, rolünü başarıyla oynadı.
Ancak; ABD dünyadaki egemen gücünü kullanırken, emperyalist emellerini gerçekleştirirken, büyük ve güçlü ülke olma özelliğini, görünürdeki isimlendirilmiş projelere (BOP, Yeşil Kuşak Projesi) bağlamaz.
ABD, güçlü, büyük ülke olma özelliğini; insanlara ve ülkelere vereceği rolün (görevin) ne zaman vereceğinin bilinmemesine ve vereceği görevin ne olacağının çok ama çok gizli olmasına bağlar.
Esas soru şudur; acaba ABD bize ne zaman ve ne görev verecektir?
Nizamettin BİBER
Uzman İnşaat Mühendisi