- Kategori
- Yolculuk
Anadolu Hisarında bir öğleden sonrası

Sokaklardaki sessizlik inci taneleri gibi dökülüyordu avuçlarımdan... Ayak seslerime eşlik eden kuşlar da olmasa, ne yerde, ne de gökteyim diyecektim neredeyse... Zamansız, boşlukta asılı kalmış bir andı oysa yaşadığım... Yapraklarının ağırlığına dayanamayıp boynunu eğmişti dalları büyük bir ceviz ağacının... Gövdelerinden arsızca uzanıvermişler, hangi yöne boy atacaklarına karar veremeden henüz... Üzerlerinde yeşil kabuklarıyla süslenmiş küçüklü büyüklü cevizler... Sonra yanıbaşındaki incir ağacı meyvelerini gösterme sırasını sabırla beklerken, en keyiflileri yıllarca toprağına sıkı sıkı sarılarak güvenle büyüyüp serpilmiş, siyah dut ağacıydı. Dallarında kuşların terkettiği sayılı dutlardan çok, yerde ipekten bir halı gibi ayaklarımın ucuna serilmişlerdi... Canım dutları bir çırpıda yemek istiyorsa da, elim dala yetişemiyor, yerdeki ipek halıya da sadece dikkatle basarak, toprak, dal, yaprak, meyve her neyse o karışımın enfes rayihasını içime çekiyordum, neredeyse başım dönecekti ki, bahçeden gelen yasemin ve hanımellerinin kokusu beni ağaçların biraz ötesinde gizlenmiş merdivenlere doğru sürükledi. Yosun tutmuş merdivenlerin üstünde kediler güneşi ve gölgeyi kovalarken, tüylerini örtecek sıcak bir battaniye arıyorlardı... Merdivenlerin bir tarafında hanımelleri duvak gibi duvarın üzerine yayılmışlar, nerdeyse eski duvarın orada olduğu bile artık şüpheliydi...
Anadolu Hisarında baharın geciktiği bir mevsimde, öğleden sonrası işte böyle sessizce geçip gidiyordu...