- Kategori
- Öykü
Angaryacı Teğmen
Yazan:Uçar Demirkan
Ahmet, sabah eğitimini bitirmiş karnını doyurmak için subay gazinosuna inmişti.
Subay gazinosunda ,ortada uzun bir masa ve çevresinde sandalyeler vardı. Burada oturur, diğer subaylarla birlikte muhabbet ederek yemek yerler, sonra da çevredeki diğer masalara geçip çay, kahve içerlerdi.
Ahmet burayı ve burada yapılan muhabbetleri hiç sevmezdi. Muvazzaf subaylar, ev kadınları gibi durmadan dedikodu yaparlardı.
En garibine giden de yemek yerken gözüne takılan;subay gazinosu salonunun giriş kapısının üzerine yazılmış bir özdeyişti. ”Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır”! Her yemek yiyişte bu döl meselesi gözlerine çarpardı! İnsanda ne iştah ne zevkli yemek yeme duygusu kalırdı.
Oysa, o zamanlar, muvazzaf subaylar üsteğmen olmadıkça evlenemiyorlardı.
Nereden baksanız, bu da yirmi yedi ya da yirmi sekiz yaş demekti! Böyle de bir çelişki vardı işte!
Tam masaya oturmuştu ki tabur komutanının emir eri geldi ve komutanın onu çağırdığını söyledi. ”Yine bir angarya. Hiç olmazsa öğle yemeğini yeseydi ya!”. Olmaz!
Geçen hafta da böyle olmuştu. Tabura, ikinci evrensel savaşa katılmış Amerikan kariyerlerinden(Personel taşıyıcılarından)verilmişti. Muvazzaf subaylar, oyuncak bulmuş çocuklar gibi sevinmişlerdi! Her gün, her fırsatta bunları kullanıyorlardı.
O gün de üsteğmen Cengiz, böyle bir kariyeri kullanmış, sonunda aracın denetimini yitirmiş ve dereye gömmüştü aracı.
Ahmet, tam öğle yemeğine başlayacaktı ki hışımla içeri üsteğmen girmiş “Teğmen Ahmet, kariyer dere kenarında batağa saplandı. Git onu kurtar” demişti. Teğmen Ahmet iç hizmeti hatırlatarak “yemeğimi bitireyim, hemen giderim komutanım” demişti. Onun bölüğünün komutanıydı. ”Hayır, hemen gitmeni istiyorum” diye çemkirmişti üsteğmen. Lüleburgazlı, kapkara birisiydi.
Çaresiz, yemekten kalkmış,bir kurtarıcıyı şoförüyle garajdan çıkarmış, dere kenarına gidip kariyeri çekip çıkarmış ve birliğe getirmişti. Tabii, bu arada öğle yemeği de güme gitmişti!
Kalktı, gitti tabur komutanına. Selam verdi ve emri bekledi. Yine bakalım nerelere gidecekti!
“Ahmet teğmen. Küçükçekmece’de yaşayan bir general ölmüş. Cenazesi öğle namazından sonra kalkacakmış. Tabutuna bir takım askerin refakat etmesi gerekiyor. Grup komutanı ”Siz oraya yakınsınız, bu işi siz halledin dedi” .Ben de seni düşündüm.” dedi.
Konuşmasını sürdürdü ”Takımına bölük çavuşuyla haber saldım. Hazırlanıyorlar. Sen de hazırlan ve başlarına geç. İki araç sizi götürsün. Cenazeye refakat edin. Sonra, dönüp buraya gelirsiniz.”
“Komutanım, erler karavanalarını yeseydi bari.”dedi. Çünkü, İç Hizmet Kanununa göre “Asker istirahatta iken kendisine görev verilemezdi Eh, karavana vakti de askerin istirahat saatiydi. Bunu anımsatmak istemişti.
Tabur komutanı da “Ne yapalım teğmenim. Adamın gece öleceği tutmuş. Yakınları da öğle namazından sonra kaldırmaya karar vermişler. Yapacak bir şey yok.”dedi. ”Erat, karavanasını geri gelince yer”
Suratı asık ”Emredersiniz komutanım” dedi ve komutanın odasından çıktı.
Takımı toplanmış onu bekliyordu. Doğal olarak, onlar da bu işten pek memnun görünmüyorlardı. Homurdanıyorlardı.
“Ölecek zamanı bulamamış mı bu paşa?”diyorlardı.”Paşanın yakınları askeri düzeni bilmezler mi. Nolurdu ikindi nazmında kaldırılsaydı. Biz de karavanamızı yer, sonra giderdik”
Teğmen Ahmet ”Homurdanmayın.Yapacak bir şey yok. Emir emirdir.” diyordu. Gerçekte, onların görevleri arasında paşa cenazesi kaldırma olayı yoktu. Ama, askeriyede kimse bunlara bakmazdı. Herkes, çarkın dönmesini isterdi.
Bir çavuş ”Karargah bölüğünden bir takım oluştursalardı. Onlar gitselerdi.”dedi. Teğmen Ahmet ”Emir verildi. Yapacak bir şey yok. Ben de sizin gibi açım. Ama, ne yapalım” dedi.
İki Dodge geldi. Araçlara doluştular ve yola koyuldular.
Küçükçekmece camisine geldiklerinde cemaat öğle namazını kılıyordu. Bir de, başka bir birlikten mızıka takımı gelmişti. Ahmet takımını aldı. Bunların arkasına yerleştirdi. Ne yapacağını da pek bilmiyordu. Kendilerine komuta edecek bir subay da görememişti..
Erlere”Takım olarak sıralanacağız. Tüfeklerinizin namlularını aşağıya gelecek biçimde silahlarınızı omzunuza asın. Mızıkanın çalacağı müziğe uyarak ağır adımlarla yürüyeceksiniz” dedi. Askere gelmeden önce, birkaç kez bu tür cenaze kaldırma töreni görmüştü cami önlerinde.
Kendisi de takımın başına geçip beklemeye başladı.
Erler açlıklarını unutmuşlar, bu değişik olayın heyecanına kapılmışlardı. Askerlik yaşamlarında, değişik bir olay yaşayacaklardı. Tezkereden sonra, köy kahvesinde anlatacak bir anıları daha olacaktı. Onlar da beklemeye başladılar.
Paşanın ailesinin kadınları, caminin dışında paşayı taşıyacak top arabasının yanında kümelenmişler, ağlıyorlardı.
“Vay canına ,asker olmak varmış be.. Askerlik mesleğini seçseydim ben de garanti paşa olurdum. Taburda kurmaylığa hazırlanan üsteğmenin zeka düzeyinden çok daha yüksektir benim zeka düzeyim. Garanti kurmay olur, sonra da paşa olurdum. Ölünce de böyle şenlik, böyle kıyamet bir törenle geçer giderdim öbür yana” diye düşündü Ahmet.
Namaz bitti. Cenaze namazı başladı. Sonra hoca cemaate “Mevtayı nasıl bilirdiniz” diye üç kez sordu. Herkes ”İyi bilirdik” dedi. Hoca,”Hakkınızı helal edin” dedi, üç kez. Herkes ”Helal olsun” dedi.
Ahmet ”Kim bilir paşa gençliğinde teğmenken, üsteğmenken kaç er dövmüş, kaç ere sövmüştü. O zamanlar askerlikte bunlar oluyordu. Komutanlıkları sırasında kim bilir kimlerin ayağını kaydırmış, kimlerin ekmeğiyle oynamıştı. Bu sivilde de böyleydi. Ölünce hepsi unutuluyor” diye düşündü. Herkes, öbür yana iyiliklerle, helallik alınarak gidiyordu!
Tabutu ellerde taşıyıp top arabasına koydular. Mızıka takımı ölüm marşını çalmağa başladı. Teğmen Ahmet ve takımı sallana sallana yürümeğe başladılar. Yüz metre kadar gittiler. Sonra, cenazeyi cenaze arabasına koydular.
Onların görevi bitmişti. Hemen silahlarını omuzlarına doğru asıp araçlara koştular.
Tabura geldiklerinde, karavana soğumuştu. Yenilecek gibi değildi. Herkes, kantine koşup bir şeyler aldı ve çabuk çabuk yediler!