- Kategori
- Gezi - Tatil
Angora ile Zağfiranbolu arası
Yağmurun güneşle kaçamak değil, alabildiğine, çılgınca, dörtnala seviştiği bir gün. Demir asa elimde, çıktım yola.
Yol aldı beni, götürdü Zağfiranbolu’ya. Gasgaslar, Etiler, Elenler, Dorlar, Romalılar boy boylamışlar buralarda asırlar asırlar önce.
Safran Kenti Flaviopolis zaman içinde, Germia, Theodorapolis, Dadybra, Zalifre, Taraklı Borglu, Zagfiran Benderli, Zağfiranbolu diye anılır olmuş.
Gelen getirmiş, giden götürmüş. Toprak uygarlıklara ve onların artakalanlarına beşik olmuş.
Değişik dönemlere ait kalıntılar, motif motif, biçim biçim harmanlanmış ovalarda, tepelerde, mağaralarda, vadilerde.
Kim bilir kaç yüz yıldır bu coğrafyada koyun koyuna yaşarlar, hoş, gizemli, zengin, büyük ve büyülü bir mozaiğin parçaları olarak.
Su kemeri, kanyonların arasındaki derelere ödünç vermiş suyunu, kim bilir ne zaman.
Gece gündüz, yaz kış akan, kuşlardan bile suyunu esirgemeyen çeşmelerin suyu kurumuş nedense.
İpek yoluna komşu, Osmanlının tarihine tanık olan, nice düşlerin izdüşümünü bugün de köşe bucak gizleyen evlerin bir kısmı, zamanla savaşında yenik düşmüş, ne yazık ki yıkılmaya yüz tutmuş.
Cinci hanı, onca güngörmüşlüğüne, görkemine rağmen küsmüş insanlara.
Hamamlara, kiliselere, camilere, bir caminin avlusundaki güneş saatine de...
Osmanlı tünelinde kuşlar karanlığa tutsak, ışığa hasret yaşamın şaşkını çığlık çığlığa uçuşurken, ansızın bir gürültü, karıncaların bile duyduğu.
Bir adam var, kırk yıldır oralarda yaşayan.
—Anlat, dedim.
—Neyi? Nasıl? dedi.
—Buraları, tabiatı, turizmi, tarihi, kültürü.
—Göçler, talanlar, buraları tüketti, artık o zengin tarih yok, bitti, dedi.
Sustu....
Kimileri kırılan kiremitler yosun tutmuştu.
İçinde görkemli, iki katlı evlerin bulunduğu bahçelerdeki meyve ağaçlarının dallarında kuşlar çığlık çığlığa uçuşuyordu.
Kızgın güneşin sokakla buluşmasını engelleyen asmanın dallarındaki üzümleri, arastada çalışan, yılların ustaları mesleğinin son temsilcileri görmüyordu bile.
Vadide yankılanan ezan seslerine uzaklardan gelen kuş sesleriyle bir türkünün nağmeleri karışıyordu.
“Yârim senden ayrılalı hayli zaman oldu gel gel...”
Bir kadın, ermeni mezarlığında nur topu gibi bir çocuk doğurmuştu.
Kadın çocuğu aldı, hemen orada bulduğu eski gazeteye sardı, harabeye dönmüş Osmanlı dönemi evlerinden birinin gölgesine bıraktı...
Fuat OVAT