Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '18

 
Kategori
Anılar
 

Anıların Dillenmesi

Anıların Dillenmesi
 

 

Talana, rüşvete el kaldıranlar

Vatanı bir pula satanlar

Siz insan mısınız?

                       Esat Yavuztürk

 

                Özetleyerek vereceğim şu haber, bir süre önce yayımlandı gazetelerde:

                Bir inşaat şirketinin sahibi, bir vergi müfettişinin kendisinden 2 milyon TL rüşvet istediğini bildirir emniyete. Polis, şüphelinin parayı almaya gittiği bilgisi üzerine harekete geçip Yeminli Mali Müşavir falancayı, “ön ödeme” dedikleri 250 bin lirayı aldığı anda yakalar. O’na aracılık ettiği anlaşılan 2 yeminli mali müşavirle birlikte adliyeye sevk edilip tutuklanır.

                “Rüşvete Suçüstü” başlığı ve fotoğraflarla verilmişti bu haber.

                Okudum ama inanmadım; ben bu habere! Nasıl inanayım ki?

                Güya bu rüşvet olayı Türkiye’de olmuş. Hadi canım sen de!..

                Bir Türk, üstelik nüfusunun % 99’unun Müslüman olduğu bir ülkenin yurttaşı, dinen günah ve yasalarımızca suç kabul edilen bir yanlışı niçin yapsın?

                Üstelik bu suçu işleyenler “yeminli mali müşavir”miş. Yok artık, devenin nalı!..             

Başka bir meslek olsa, su götürür de hani, “Görevimi hiç kimsenin etkisi altında kalmadan yasalara uygun olarak yapacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” diye yemin etmiş bir insan, bile bile suç işler mi?

                Sözgelişi milletvekillerimiz, cumhurbaşkanlarımız göreve başlamadan önce, anayasamızda yazıldığı gibi, neler yapıp neler yapmayacağını belirtip “Yasa ve yönetmeliklere aynen uyacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” diye yemin ederler. Söyleyin bakalım şimdi, bugüne kadar, ettiği yemine aykırı bir iş yapanı gördünüz mü siz?

                Bir insanın namusundan, şerefinden üstün ne olabilir? Hangi yurttaşımız üç-beş kuruş için satmaya kalkar, bunca yüksek değerleri?

                Zengin ama şerefsiz ve namussuz olmak mı iyidir, namuslu ve şerefli ama yoksul olmak mı?

                Ben bugüne kadar kimseden, “Bana rüşvet ver.” diyeni görmedim de, duymadım da. Siz gördünüz mü? Siz duydunuz mu?

                Bu gazeteciler, doğru dürüst haberler bulup yazmak yerine, niçin böyle uyduruk şeyler yazıyorlar ki?

                Böyle şeyler başka ülkelerde olabilir. Buna bir sözüm yok; ama bizde olmaz, olamaz…

                Ülkemizde rüşvet de vermez kimse, rüşvet de almaz. Hediye verilir, hediye alınır ama rüşvet asla!..

                Sözgelişi siz polis, savcı ya da hâkimsiniz. Karşınıza davacı ve davalı geldi. İşlenmiş bir suç görünüyor ortada. Biri haklı, biri haksız… Diyelim ki, suçlunun size sağlayacağı bir menfaat karşılığında haklıyı “haksız”, suç işleyeni de “suçsuz günahsız” sayar mısınız?

                Böyle bir davranış, vereceğiniz böyle bir karar, işlenebilecek en büyük suç, en büyük günah olmaz mı?

                Bu suçu işleyen, yasalardan kurtulsa bile, hayatı boyunca vicdan azabından kurtulabilir mi?

                Yazar Ertuğrul Taylan’ın Genel Müdür Yardımcılığı ve Ankara Vali Yardımcılığı dönemini anlatan “Bürokrat Günlüğü” adlı eserinde birçok rüşvet öyküsü var. Birkaç örnek vereyim:

                11 Ocak 1990

                “Sabah, patron, çay içmeye çağırdı. İçini döktü. Ne olacaktı sonumuz? İzmit’te halk, Başbakanı konuşturmamıştı. Yolsuzluk, rüşvet almış yürümüştü. Planlama Müsteşarlığı’nda sıradan bir memurun eşi, (Denizlili olan memuru oraya, yakını olan bir milletvekili yerleştirmişti) teşvik için daireye gelene, başkanın kontak anahtarı gösterdiğini söylemişti. (Anahtar “bir otomobil” demekti.) O memurun evine yılbaşı hediyesi olarak renkli televizyonlar, daha bilmem neler gelmişti.”

                Ne dersiniz? Olur mu böyle şey?

                Bir teşvik yasası ve yönetmeliği varsa, o yasa ve yönetmelikte yazılı şartlara uyan herkese teşvik verilir, uymayana verilmez; diye bilirim ben. Yanlış mı biliyorum acaba?

                Bilfiil ve resmen 38 yıldır iş hayatı içindeyim. Nerdeyse her yıl çıkarılan onca teşvikten hiçbirine başvurmadığım için hiçbir bilgim yok.

                “Bu işin başındaki adam, (yani Teşvik Dairesi Başkanı) ille de bir araba almadan, sözgelişi bir milyon liralık teşvik isteğini onaylamıyorsa, teşvik alacak kişi neden bir araba alıp vermesin ki?” mi diyorsunuz?

                “Hele hele aldığı krediyi geri ödemeyi de düşünmüyorsa?” diye de ekliyorsunuz, öyle mi?

                Bilmem, bilemem! Gerçekten de çok cahilim ben bu konularda.

                27 Mart 1991 tarihli günlüğe göz atalım şimdi de:

                “Şube Müdürü Yaşar Bey anlattı: Geçen gün, Mustafa Bey’lerin Mülkiye’den devre arkadaşı bir otopark mafyacısı gelmiş. Günlük geliri 15-20 bin lira imiş. Vergisi mergisi yoktur. Maliyenin otoparkını, hiçbir yerle bağlantısı olmadığı halde, idare ediyormuş. Bürosuna telefon ederek, bir tutuklunun serbest bırakılması için, adını verdiği bir yetkiliye zarf içinde 100.000 lira getirilmesini söylemiş. Bizim bakanlık dışında, herkesin para ile iş gördüğünü de eklemiş.”

                Kusura bakmayın, benim kafam almıyor bu yazılanları. Yazarını tanımasam, “Amma da uydurmuş ha!” diyeceğim. Ama çok iyi biliyorum ki görmediği, duymadığı, inanmadığı hiçbir şeyi yazmaz; Ertuğrul Taylan.

                Bu günlüğü okuyunca, “Vay be, dedim; bir yetkili, zarf içinde bir miktar para alınca, bir tutukluyu serbest bırakabiliyorsa, pekâlâ suçsuz günahsız bir insanı da tutuklayabilir.”

diyor.  Şairin dediği gibi, adaletin terazisi “tezek”ten, dirhemi de “bok”tan ise… Yoksulun, işçinin, çiftçinin, emekçinin, namuslu ve şerefli insanların vay başına gelenler, vay başına gelecekler!..

                “Bürokrat Günlüğü”nden bir alıntı daha yapıp kapatayım; bu pis konuyu:

                3 Şubat 1992

                Akşamüzeri KİHBİ Başkanı H.T geldi. Sohbet ettik. Eski müsteşar V.G bir konuşmasında, “İdareciler önlerine gelen meseleyi, ülke yararı; emniyetçiler ise kendi yararları açısından mütalaa ederler.”demiş. Kaçakçılar Dairesinin geliştirilmesi için emeği geçen bir şube müdürünü, pasif görevi olan KİHBİ’ye vermişler. Başkan, “neye?” demiş. O da anlatmış. Bir kaçakçılık soruşturması için merkezden bir heyet gelmiş İstanbul’a. Bir emniyet yetkilisinin mafya ile ilişkisi tespit edilmiş. Cezalandırılmış. Bir süre sonra o adam, Kaçakçılık Dairesi Başkanı olmuş. Kendisine ceza verdiren ekipte bulunan müdürü de KİHBİ’ye sallamış.”

Hüseyin Erkan                     

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

               

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..