Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '11

 
Kategori
Felsefe
 

Anlaşılamayan en Yüce Tabu: Sosyalizm- 4 Mülkiyetin Esasları

Anlaşılamayan en Yüce Tabu: Sosyalizm- 4 Mülkiyetin Esasları
 

Benim,yalnızca benim


Rıza ve mülkiyet arasındaki ilişki nedir?

 Rıza, ikna olarak ve karşısındakiyle  mutabık kalarak onay vermek/ tasdik etmek anlamına gelir.  Rıza, aklı başındalık ve özgürlük eylemidir.

“Sahipsiz” malların edinilmesinde, elde edilmesinde, sahiplenilmesinde rıza aranmaz. Bu durum rıza ve mülkiyet ilişkisinin ne kadar temel olduğunun ikrarıdır.

Bundan dolayıdır ki kayıp paranın sahibini ararız, kayıp cüzdanı sahibine ulaştırmaya çalışır ve fakat açık denizdeki her şeyi derhal sahipleniriz.

Bunları yaparken “pis kapitalistlerin” kitaplarına müracaat etmez veya Marx’a, yaptığımızın doğru olup olmadığını sormayız. Bundan dolayı yan kesicileri kınar, yargılar ve “Ne yapalım, onun da ihtiyacı varmış…” diyerek aklamayız.

Eğer bu temellerle oynamaya  kalkarsak daha en başından insan davranışının güdülenmesini etkilemiş, değiştirmiş, saptırmış oluruz.

Bir çocuğa iki şey söylememiz mümkündür. İlkinde “ Yolda bulduğun şeyin sahibini ara, çünkü o mutlaka sahiplidir ve sahibinin ona ihtiyacı vardır.  Bunu herkes yapar, yapmalıdır.” dersek; çocuk, insan yapısı şeylerin birer sahibi olduğunu, onların dokunulmaz olduğunu öğrenir ve   bundan sonraki eylemlerini/fiillerini bu dokunulmazlığa göre  biçimlendirir.

İkinci seçenek olarak “Yolda bulduğun şeyi derhal sahiplen! Çünkü ona ihtiyacın olabilir. İhtiyacın varsa  nasıl olursa olsun  onu elde etmeye bak, ihtiyacını gider.  İhtiyacı olanların her şeye hakkı vardır! Ekmeğe muhtaç olanların elde etmek için ahlâkî kısıtlamaya uymalarına gerek yoktur. Onların ekmeği  öylece almaları , yoksulluklarından/fakirliklerinden dolayı haklarıdır!” da diyebiliriz. Böylece çocuk her şeyin dokunulabilir olduğunu düşünmeye başlayacaktır. Öyle ya, fakirlerin elde etmesi mümkün olmuyorsa onların karşılıksız almalarına “hırsızlık” denmemelidir. O halde ne şekilde olursa olsun ihtiyaç içinde olduğunu göstermek, almak için yeterli olmalıdır?

İkinci seçeneğin meşrulaştırılması, varlık sahibi olanların, önceden varlık sahibi olanları soyarak onları fakir düşürdüğü ve zengin olduğu ve böylece yoksulların, aslında kendi mallarını geri aldıkları açıklamasıyla yapılmaya çalışılır. Böylece çocuk aslında hırsızlığın sadece önceki hırsızların cezalandırılması olduğunu düşünmeye başlar. Bu çoğumuza basit bir pedagojik kurgu gibi gelebilir ama günümüz vergilendirme mantığı doğrudan doğruya budur. Vergi yoluyla sözde servet aktarımı hurafesinin tek gerekçesi budur! Gerçekte vergilerle hiçbir servet bir başkasına aktarılmamakta sadece zenginler cezalandırılmakta, fakirlikte eşitlenmeye çalışılmaktadır.

Mülkiyetin özü, “Varlığını, karşısındakine gönüllü olarak açmak” ilkesidir.  Buradaki gönüllülük de ikna olmak ve üstüne mutabık kalmak ile rızanın ta kendisidir.

Bundan dolayı parayı vererek ekmeği almamız mümkündür. Parayı fırıncıya verdiğimizde ona şunu söylemiş oluruz: “ Ekmeği yaparken katlandığın maliyetleri karşılamayı ve bu maliyetlerden sonra senin de ayakkabı alabilmek için gerekli parayı kazanmanı  ve bunları sağlayacak olan fiyat önerini kabul ediyorum.” O da bize, “Ekmek için düşündüğüm karşılığı verdiğin için onu sana vermeyi kabul ediyorum.” Diyerek ekmeği torbamıza kor ve biz kahvaltı edebiliriz. Bunları her defasında söylemememiz bunların olmadığı anlamına gelmez. Ama gerekli parayı gördüğü anda fırıncının derhal ekmeği torbamıza atmasının anlamı budur.

Bunun ne artı değer denen saçmalıkla ilgisi vardır ne sınıf bilinciyle ne de tarihsel sapmalarla ve sömürüyle… Bu basit alışverişin, sayısız üründe  ve  para  üzerinden yapılması pazarı/piyasayı meydana getirmiştir. Para istediklerimizi elde etmek için yapmamız gereken dolaylı mübadelelerin/takasların kestirmeden tek kalemde yapılmasını, atlanmasını sağlar. Bunun dışında da bir günahı (!) yoktur. Yani bazı yazarların sandığı gibi dünya pis para iktisadından temiz takas  ekonomisine doğru gitmemektedir.

Para mülkiyetin rızaya dayalı değişiminin sembolüdür. Rıza yoksa hırsızlık vardır ve bu kesindir. Devletin   silah kullanma tekeli yoluyla sizi istediği gibi borçlandırmasının aslında hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Eğer değere karşı değer vermiyorsa devletin dahi alması doğrudan doğruya hırsızlıktır. Bundan dolayıdır ki vergilerin hesabı sorulmalıdır. Bundan dolayıdır ki devlet “herkesin her şeyi olmaya” kalkamaz! Çünkü vergi denen mülkiyet  aktarımının tek meşru gerekçesi vergi mükelleflerinin  aktardıkları mülkiyetleri karşılığında, tam ve açık bir mübadeleye razı edilmeleridir. Oysa genel olarak devletlerin vergi mantığı “Sen sadece benim istediğimi ver ve ne yaptığıma karışma!”dır.

Bundan dolayıdır ki müdahaleci karma ekonomilerin sosyalizme yakınlığı  daha fazladır. Devletin karşılıksız vergi  toplaması, dereceli bir mülkiyet gaspı ve ilgasıdır.

Fakirleri düşünerek  zorla almak sizin için nasıl hırsızlıksa bunu zor kulanma tekelini kullanarak devletin yapması da o kadar hırsızlıktır.

Mübadelede kandırmaca da bu yüzden gayri meşrudur. Çünkü yanlış beklenti yaratarak  ikna etmek ve yanlış bir mutabakata sebep olarak rızayı çarpıtmak anlamına gelir. Bir devletin,  sözde özel mülkiyeti tanıdığını söyleyerek üretim araçlarının özel mülkiyetine dokunmadığını beyan etmesi, vergi mükelleflerinde bir beklenti yaratır. Bu beklenti, diğer insanlarla nasıl  yalansız  ve değer konusunda mutabık kalınarak bir mübadele yapılıyor ise devletle de aynı şekilde çalışılacağı beklentisidir.

Beyan böyle iken daha donra devletin, “ Elinizdeki üretim araçlarından çok fazla kazandığınız için, kazancınızın bir miktarına el koyuyorum!” demesi rızayı çarpıtmak anlamına gelir. Bu durumda yapılan şey, “üretim araçlarının özel mülkiyet olmasına müsaade edilmesi” anlamında kapitalist olmaktan çıkar ve doğrudan doğruya sosyalizme yönelmek anlamına gelir. Karma ekonomilerin sömürüsü, mülkiyete sözde bir rıza göstermek ve fakat mülkiyete sürekli zor kullanma tekelinin  istismarıyla müdahale etmek şeklinde bir kısır döngüye, bizi mahkûm etmesiyle sürer, gider.

Demek ki mağara adamlarının ellerindeki tavşanı, çanak çömlek karşılığında takas etmesindeki en temel insanî mantık ve düstur, aslında modern toplumda da geçerlidir. Sorun bu en temel varoluşsal  kuralın, rızanın, çarpıtılıp çarpıtılmadığıdır ki sosyalizmin yaptığı onu çarpıtmaktır. Böylece sosyalizm, eline silahı geçiren herkesin, kafasına göre uydurduğu gerekçelerle elinizdekileri sizden alarak sözde topluma mal etmesinin  önünü açmaktan başka bir iş yapmaz.

Başkasının ihtiyacının gönüllü giderilmesiyle devlet zoruyla giderilmesi arasındaki farkı bu yüzden gizler ve  önerdiği gasp ve talanı, mülkiyeti kötüleyerek meşrulaştırmaya çalışır. Söylediği şudur: “Elinizdekilerle sizin aranızdaki varoluşsal, kopmaz ve dokunulmaz ilişkiyi umursamıyorum. O ilişki benim için anlamsız ve değersizdir. Siz kendi başınıza sahip olamazsınız; ben izin verirsem ve verdiğim kadarına sahip olursunuz ve aslında onları sizden istediğim zaman geri alabilirim!” 

Sosyalizm ne  gasp ettiği malın sahibine, gaspı konusunda hesap verir ne de sözde ihtiyaç sahibine neye ihtiyacı olduğunu sorar; çalmak için çalar, o kadar. Hayatın herhangi bir yerinde herhangi bir noktadaki, devletin veya sosyalistler hangi zor kullanıcı  kollektiviteyi kutsuyorlarsa onun, en küçük rıza ihlali dahi  mülkiyetin dokunulmazlığı üzerinde temellenen bütün bir mübadele sisteminin kurallı yapısını derhal alt üst eder ve bozar. Fakirliğin sebebini arıyorsanız paranızın aktığı deliğe bakmalısınız, sizinle meşru alışverişe girenlere değil.

İşte size önerdikleri sözde paylaşım ve dayanışma ideolojisinin, sosyalizmin bütün anlamı, budur.

 

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....