Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '17

 
Kategori
Aile
 

Annem...

Annem...
 

Bugün gidişinin tam 12. yılı.

Ne kadar kolay söyleniyor, bir çırpıda çıkıveriyor. '12 yıl'... Oysa her birinde acı çektiğim; 378.691.200 saniye demek bu.

Acının  ilacı zamandır derler ya... Zaman; sadece ilk günkü kadar yıkık, dökük hissetmemeni sağlıyor. Yoksa acı yine aynı acı. Gün içinde oyalanıyorsun , geçti sanıyorsun.  'Artık kanamıyor.' diyorsun  kan damlalarını görmedikçe. Kendinle baş başa kaldığında fark ediyorsun ki orada öylece duruyor. İçten içe kanıyor. Saçma sapan bir rüya görüyorsun. Uyandığında hatırladığın, sonra silinen hafızandan.. Birden nefes alamadığını sanıyorsun. Ama hayır kalbin çarpıyor  hem de çok hızlı. Heyecanlı, mutlu ya da korkunç bir haber almışçasına... 'İşte bu hissi biliyorum.' diyorsun. 12 yıl önce de aynı şekilde çarpıyordu kalbim. Hiç bir zaman bitiremediğim bir kitabı, sıcak bir yaz gününde okumaya çalışırken , aynı boğucu kalp çarpıntısıyla gelmişti o gerçek olamayacak kadar saçma haber. İlk sorum: 'Yaşıyor mu?' olmuştu. Andan bile kısa kafa sallayışı kadar geçen sürede ümitle delilik arasında gidip gelmiştim.

O günü her hatırladığımda ; 'Nasıl da delirmedim?' diyorum delirmediğimi sanarak her akıl sağlığını kaybeden gibi. Oysa bir çeşit delilik halinde yaşamıştım günlerce. Hıçkırıklarımı susturmak için kahkahalardan medet ummuştum. Ne garip!

Yemek yemeği unutmuştum mesela. Midem değil ruhum açtı ve bu açlığı hiç bir gıda gideremezdi. Anılarım ve sıçrayarak uyandığım rüyalarım doyurabiliyordu sadece o açlığı.

Hep uyumak istiyordum. Gözlerimi hep kapalı tutmak... Hani çocuklar şaşırdıklarında kocaman açarlar ya gözlerini... İşte birden açsam gözlerimi ve şaşırsam diyordum yanı başımda uyuduğunu görerek. Yeniden dünyanın en huzurlu 'dakikalık' -andan daha kısa ama yıllardan daha uzun- uykusunu uyusak...

Annem...

Bugün ne yazık ki zaman sadece sensin. Sen hiç vazgeçemediğimsin. Boğazımdaki düğümlere sebepsin. Gözlerimdeki hüznün sonucusun. Sonsun, sonsuzsun kalbimde. Yanına gelmek için gün saydığımsın. Uzatmaları oynadığım bu dünyada beni ayakta tutan tek şeysin. Fani varlığın olmasa da ruhunla ve o yemyeşil gözlerinle yol gösterenimsin. Dayanağımsın. Bakmalara doyamadığım, ismimle müsemma hiç gideremediğim 'ÖZLEM' imsin. ÖZLEM' sin. Dertleşmek için göğsünü değil satırları , kağıtları seçebildiğimsin. Hiç bir seçimimde olamayanımsın. Her geçen gün sorularıma yenilerini katanımsın.

Nasıl bir evlattım ben anne?

Mutlaka severdin beni. Ama üzer miydim seni? Bir evladın annesini üzmesi nasıl bir his anne? Canından bir parçanın canını yakması; etinden et koparılması gibi bir his mi? Diri diri yakılmak , tırnaklarının sökülmesi gibi mi mesela? Ya da kalbini biri ellerine almış, kan pompalasın diye ellerinde sıkıyor gibi mi? Bir çeşit mengene hissi mi yani?

Eğer üzdüysem ... Şu an benim hissettiğime eşdeğer midir anne?

'Eğer böyle değilse de ödeştik say. Geri dön.' desem dönebilir misin anne?

Biliyor musun giden değil , kalandır acıyı çeken derler ya... Ben buna hiç inanmadım ne senden önce ne senden sonra. Giden çeker acıyı dedim hep.

Biliyorum 'ARAF' tasın. Ruhun sıkışıp kalmış. Ne gidebilmişsin, ne de kalabilmiş. Ruhun bizden daha çok acı çekiyor. Uzansan tutuverecek gibisin. Ama tutamıyorsun, tutunamıyorsun biliyorum.

AFFET ANNE.

Tutamadım. 'Gel bana tutun. Ben varım, korkma!' diyemedim. Sadece korktum. Hep kaybetmekten , sensizlikten korktum. Sensizlik , karanlığım oldu düşünürken bile. Gerçeğimse kimsesizlik oldu sen gidince.

Niye hiç çocuğum olsun istemedim biliyor musun? Çocuklar kimsesiz kalmamalı? Karanlıktan korkmamalı? Kaç yaşında olurlarsa olsunlar. Giden anneleri olmamalı.

 
Toplam blog
: 27
: 295
Kayıt tarihi
: 12.08.11
 
 

Bazen kelimeler içinize sığmaz olur ve taşar. İşte o zamanları yaşadığım şu günlerde yazdıklarımı..