- Kategori
- Blog
Annemin komşuları arasında, "okumuşu, cahili, hünerlisi, hünersizi, boyalısı, sürmeli " olanı vardı

Tarık Dursun K'ya: İzmir Gazeteciler Cemiyetince "Basın Onur Ödülü" verilirken
Epeyidir gitmemiştim. Ani bir kararla vardım yanına. Zaten üç durak ötedeydi evleri. Ünlü hikayecimiz, Tarık Dursun K’dan bahsediyorum. Karşıyaka’daki evinde, edebi sohbetler yaptık. “Kimse bir şey okumuyor” diye yakındı uzun uzun.
Durmadan bir şeyler karıştırıyor, tasnif ediyor, kütüphanesinin her gözünde neler var, neler yok biliyordu. Her yıl Mayıs ayında Foça’daki evine giderdi. “ Oranın oksijeni bol” diyordu.
Elime bir tomar kağıt tutuşturdu. “Yazısız kalınca,, bunları blog’a korsun” dedi. Onlar, yazılarının müsvetteleri. Kitap olmağa namzet minik hikayeler.
Bu tomarlar içinden bir tanesini sayfama alıyorum. Aşağıdaki yazı, onun. 85 yaşında olmasına rağmen, hafızası yerinde. İmla kuralları aklında, simalar, anılar aklında hep.
Blog yazarlarımıza güç kaynağı olsun diye, yayınlıyorum yazısını. İsmi: “ Annemin Alireis’ ten Mahalle Arkadaşları.” Nurullah Ataç, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Saik Faik tadında: “ Sade ,lirik ve özentisiz”
Hayatımın ilk yıllarında, (çocukluğumun yeniyetme gençliğimin başlangıç yıllarında) çevremdeki kadınların, bir gelecekte her birinin “eski zaman kadınları” olacakları, aklımın kıyısından bile geçmezdi, sürüsüne bereket!
Onlar annemin arkadaşları, uzak yakın komşu kadınlarıydı. Okumuşu, cahili, hünerlisi, hünersizi, boyalısı, boyasızı sürmelisi (Hiç unutmadım o kadınların hepsi de “Tokalon” pudrası ve “Altın damlası” kolonyası kullanırlardı)
Akıllısı, akılsızı, katı yüreklisi ve sulu gözlüsü… (Mefharet, hanımlar, Mesadet ablalar, Muhsine, Şakire, Beyaze, Huriye, ve Fahriye teyzelerim. Onların yaşları küçük, yaşları büyük kızları, oğulları, kiminin de torunları, bize komşuluğa, oturmaya gelen, bizim de annemle birlikte onlara “iade-i ziyaret’e” gittiğimiz kadınlardı.
TARIK DURSUN K, ESERLERİNİ OLUŞTURMADAN ÖNCE, ONLARI MÜSVETTE OLARAK YAZIP, ARA SIRA GÖZ ATARAK EKLEMELER YAPIP, ZENGİNLEŞTİRİYOR. O GÜN ZİYARETE GİTTİĞİMDE, BİR TOMAR MİNİ HİKAYESİNİ ELİME TUTUŞTURDU. " ÖDÜNÇ VERİYORUM. " MİLLİYET BLOG' DA YAYINLANSIN " DEDİ.
O çocukluk yıllarımın bütün insanları, hayatlarını çok az yaşadılar. Kısa biçilmiş bir ömrün sürdürücüleri oldular. Zaman zamana belleğimin en uç noktalarından onlarla ilgili sisler ve puslar içinde bile kimi hatırladıklarımda, aralarında mutsuzlardan çok mutlu olanlar çıkageliyor. Hepsi evliydiler Yaşanmamış, ya da daha büyük aile’den kopuşma, ayrılma ve aileyi bölme olgusu başlatılmamıştı. O yüzden kayınvalide, kayınpeder, gelin ve damatlarla çocuklar bir evde ve bir arada oturuyorlardı. Bizim Alireis Mahallesinin Rum ustalarının elinden çıkma iki katlı, bahçeli ve teraçalı evlerinde kiracı olanları da vardı, ev sahibi olanları da.
Kimileri soyluydu, taşra soylusu, ağa kızı, ya da gelini. Ama Ege taşralılığının soylusu, sahiden de soyluydu. Gün ve umur görmüşlük babadan ya da anadan kızlara geçmiş, onlar da yüksünmeden, ayağa ve yere düşürmeden o soyluluğu ( Sıradan insanlara duyurmamaya ve onları incitmemeye de çalışarak) taşıyorlardı. Mefharet Hanımla Mesadet Hanımlara, onlardan da bize İlkbaharlarla çağla, papazeriği ve Hintelması; yazlarla kayısı, kiraz,şeftali güz sonlarında sepet sepet karınlarındaki çekirdekleri kocaman sulu mandalinalar, gözlerden ırak yaylaların kalın damarlı salkımlarına sarılmış parmak üzümleri taşınır; Muhsine, Şakire ve Fahriye teyzeler de ya dut pestili ve pekmez ya da sakız reçeli yapar, kavanozlarla komşularına dağıtırlardı.
ZİYARET ETTİĞİMDE, NEŞE İÇİNDEYDİ. HER ZAMANKİ GİBİ GAZETELERE GÖZ GEZDİRİYORDU.