Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '06

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Antep'e gitmek

Antep'e gitmek
 

Kimileri yolculuklardan upuzun, derin bir uyku çıkarır; kimi yol boyu sohbet. Kimi bitmeyen bir korku. Çoğu da hüzün; benim gibi... Nedense yolculukta hep hüzne kapılırım. Belki de yolculuğun bu dünyadaki varoluşumuzun kısa ve yoğunlaştırılmış bir versiyonu olduğunu hissettiğimiz içindir; bilmiyorum...

Olsun, yine de yolculuğu severim. Otobüs yolculuğunu daha da severim. Otobüs işletmelerinin komik ve istikrarsız ciddiyetlerini; şoförlerin kendilerini uçak pilotu sanıp herkesten de kendilerine öyle davranmalarını beklemelerini; diksiyonu bozuk muavinlerin ahenksiz bir sesle okudukları basmakalıp uyarı anonslarını; yolcuların saklamaya çalıştıkları hafif tedirginliklerini; plastik bardakta ucuz çay, kola ya da mevyesuyundan oluşan, banal, basit ama lüks bir restoran hizmeti verirmiş gibi sunulan ikram servislerini; kimi yolcuların dipleri delinmiş gibi durmadan su istemelerini; kimilerinin en küçük fırsatta sigara içmek için kendilerini dışarı atmalarını; bayat, kötü yağla pişirilmiş yemeklerle dolu konaklama tesislerini; o tesislerdeki alabildiğine kazık hediyelik eşya reyonlarını; orada satılan üstüne isim yazılan ama bir işe yaramayan kalem, çakmak, anahtarlık gibi eşyaları; titreşimli masaj koltuklarını; otobüsün hareket saatinin geldiğini bildiren “... Turizmin sayın yolcuları...” diye başlayan anonsları; uzayıp giden yolları; camdan dışarı bakarken gözümüzün önünden bir rüya gibi geçip giden, üzerinde şehirlerin rakım, nüfus gibi bilgilerinin yer aldığı tabelaları; otobüs son terminale yaklaştıkça boşalan ön koltukların arka sıralardaki yolcular tarafından doldurulmasını; kimi yolcuların koltuğa oturduğu anda uyuyup gözünü son durakta açmasını; benimse bir türlü uykumun gelmemesini; yetersiz ışıkta bir şeyler okumaya çalışmamı; terminale yaklaştıkça kalan mesafeyle zamanı çarpıp tam olarak saat kaçta evde olacağımı hesaplamamı; nihayet muavinin, “sayın yolcularımız ..... otogarına gelmiş bulunuyoruz....” anonsuyla herkesin birden ayaklanıp eşyalarını toparlamaya çalışmasını, severim.

Kısmet olursa bir haftalık iznimi Antep’te geçireceğim. Aslında tatile çıkıyorum ama bir haftalık süre sadece ailemi ziyaret etmeye yeter.

Bu mevsimde sıcaktır Antep. Otobüsten dışarı adım atar atmaz kafamı bir fırına sokmuşlar gibi yanacağımı, güneşin tepemden hiç eksilmeyeceğini biliyorum, ama olsun. Yakınlarımı görmenin sıcaklığı serinletir sonra nasılsa... Kasvetli bir evden ferah bir bahçeye çıkmak gibi gelir Antep'e ayak basmak. Saat, gün uygunsa otogarda buluşuruz. Heyecanla çantalarımı yüklenmeye çalışırlar. Kimi kilo aldığımı fark eder birden, kimi saçlarımın biraz daha beyazladığını... Kendilerinin de benzer değişimleri yaşadıklarını söylerim, gülüşürüz.

Kapıdan adım atıp şöyle kabaca gözden geçirince her yıl biraz daha küçüldüğünü hissederim baba evinin. Bu avlu ne kadar da küçükmüş, oysa top oynardım, bitmezdi.. Duvarlarına tırmanmak bir dağa tırmanmak gibi zor gelirdi. Meğer bir insan boyunu ancak aşıyormuş. Eve yeni alınmış bir kedi gibi her köşeyi gezer, eşyaları karşılaştırırım aklımın envanteriyle. Bazı yorganların dış yüzü hâlâ aynıdır, desenlerinden tanırım.

Toplanır yemek yeriz. Zaten Antep’te hep yemek yenir. Antep, hiç kalkmayan bir sofra gibidir. Kalabalık sofrada kollar birbirine çarpar, bardaklar devrilir. Sorular yöneltilir sırayla: “Antep’e ne zaman döneceksin?”dir cevabı en çok merak edilen... “Kısmet olursa bu kıştan sonra” dersin kimbilir kaçıncı kez; kendin de inanmak isteyerek. Dönemeyeceğini bilirler ama yine de sevinirler bunu bir defa daha duyduklarına...

Çarşıyı dolaşmaya çıkarsın ertesi gün. Arasta’yı, Elmacı Pazarı’nı, Uzun Çarşı’yı. Aşina esnaf yüzlerini görmeye çalışırsın. Gördüğünde sevinirsin. Hâlâ o kadar çok geçmemiş zaman. Konuşulan dili bilirsin ama yine de şaşar ve gülersin bu tuhaf, güzel, ziyadesiyle kendine özgü ağıza. Diyaloglara kulak misafiri olmaya çalışırsın çaktırmadan.

Dalgın yürürken adınla çağrıldığını duyarsın. Sesin nereden geldiğini anlamaya, seni çağıranı tanımaya çalışırsın. Biri yaklaşır, benzetmiş olmanın endişesiyle. Ya okul arkadaşındır, ya mahalleden. Çıkarmaya çalışırsın zorlanarak. Küçük bir ipucu yakalamışsan eksik parçaların kusurunu gülüşünle kapatmaya girişirsin. Bir çayını içmelisin mutlaka, ya da bakır taslarını çıngırdatarak bir şerbetçi geçmektedir, hiç değilse ondan...

Sayılı günler geçer, izin süren çabucak biter. Buradan neler alıp götüreceğinin telaşına gelir sıra. Biraz kaçak çay, biraz baklava, biraz biber salçası; biber; dayının bahçesinde yetiştirdiği naneden biraz. Biraz taze fıstık, köyden amcaların yolladığı... Bir-iki kilo Antep peyniri. Belki Bakırcılar Çarşısı’ndan büfeye bir süs...

Bu bitmeyen güneşi götürmek istersin; bu kalabalık akşamüstü telaşını; bu konuşmaları... Doğduğun evi... Taş mahalleleri... Yavuzlar’ın dik yokuşlu, briket gecekondularını...

Ama en çok geçmişi götürmek istersin elinde olsa. Bir sandığa doldurup çocukluğun o siyah saçlı sınırsız evrenini... Bilirsin, olmaz ama... Yine dönersin, yalnız, bu sisli şehre.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..