Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ara zaman birikintisi ~ 'ben ve hayata dair' ler

Ara zaman birikintisi ~ 'ben ve hayata dair' ler
 

Kaç ‘an’ zaman geçti, ne çok yazacak şey birikmiş içimde… Bilemezsiniz tabi, ben bile bilmiyordum. Bu süre zarfında derinleştim ve karanlıklaştım, daha da… Bembeyaz bir yüzey gördüğümde anladım, içimin siyahlığını.

Şarkılar dinledim, kitaplar okudum. Gazeteleri karıştırdım. Haberleri hiç kaçırmadım. Evrende olanları takip ettim. Ve… Birey evrenimle yüzleştim. En derini ve en risklisi, bu yüzleşme oldu sanırım. Çok etkilendim…

***

Son zamanlarda ruhumun nefes al(a)madığını hissediyorum. İçim kopkoyu…
Dünya’ ya bakıyorum, onun da durumu hiç parlak değil. Bu yaşananlar, olanlar… Çatışmalar, yıkımlar, savaşlar, ölümler, tükenişler… Hepsi o kadar kötü ki! Neyin peşinden ne için koşturuyoruz, neyin derdindeyiz...? Aklımda sıralanan sebeplerden hiçbirinin içini tam olarak dolduramıyorum. ‘Bunun için mi…?!?! O kadar da değil artık!’ diyorum. Şaşırma ve kınama hissi… Öfke, sabrın sınırındaki gezinmeler ve iç daralması… Bir de şu var ki kalbim bu yüzden yerinden çıkmak istiyor, nefesim sıkışıyor. Düşünüyorum, konuşuyorum kendi kendime ve diyorum ki, sonu gelmeyecek bu acıların, bu savaşların. Bu hırs, bu küçük hesaplar yapılmaya devam ettiği sürece bitmeyecek bu kısır döngüde yaşadığımız hazinlikler...

Haberleri izlemek, gazeteleri karıştırmak; kısaca ‘haberdar olmak’ hiçbir zaman bu kadar üzmemişti beni, bu kadar yıpratmamıştı. Her an yeni bir gelişme, kini ve acıyı besleyen… İyi haberler mi? Gözümüze çarpmayacak kadar az ve etkisiz… Züğürt tesellisi için ideal yapıdalar. Onları da ‘sığ bakanlar’ sahipleniyor hemen; ileriyi göremeyen, anlık yaklaşımlarla…

Bana ya da ben gibilere ne kalıyor? Doğru bildiniz, koca bir ‘hiç’!!!

Bir gün –yürürken- öyle bir yoğunlaşmışım ki bu düşüncelere, her şey flulaşmış dönüyordu etrafımda… İçinde yok oldum adeta, dünyada yaşananların. Nefesimin hızlandığını, hatırlıyorum ve gözlerimden yaşlar süzüldüğünün. Bütün bu olanlara daha fazla dayanamayacağımı hissettim ve ölmek istedim. İçimden, ‘Yeter artık, şahit olmak istemiyorum artık hiçbir şeye... Seyirci kalmak ve bir şey yapamamak mahvediyor beni.’ dedim ve ‘yeter’ diye, sesli ve ağlamaklı bir isyan döküldü dudaklarımdan… Sesim, beni kendime getirdi. Sakinleştirmeye çalıştım, kendimi. İsyanımı susturmaya çabaladım, anlık da olsa… ‘Geçecek, bir gün her şey güzel olacak…’ içerikli, bilindik teselli konuşmaları… Çok geçmedi, kısa da sürmedi ama kendime gelebilmiştim en sonunda.

Anlayacağınız, durum(um) vahim… Daha ne kadar böyle gidecek bilemiyorum. Dayanmak güç!

***

‘Birey evrenim’ e gelirsek… Tahmin edebileceğiniz gibi, iyi değil.

Aslında, kendimi okumaya vermiş olmama seviniyorum. Kitaplar, gazeteler, yazılar, sözlükler,  facebook sayfalarının yayınladığı her kelimeyi gözümle buluşturuyorum. İçimde değişik bir telaş var. ‘Az zamanım(ız) kaldı; okuyabildiğin kadar oku, müzik dinle, film izle, tiyatroya git, adım at, yaşa ama farkında olarak vb.’ cümleler sıralıyor zihnim kendi kendine, ruh da peşinde. Bir görseniz, nasıl bir koşuşturmaca… Küçüklüğümden beri ‘aynı anda birkaç kitap okunmaz.’ savını reddederim. Üniversite yıllarımda abartıp aynı anda 4-5 adet (ders kitapları dışında)  okumaya geçiş yaptım. Son yıllarda ve şu an 6 (bu rakam değişebiliyor) kitaplı olarak hayatıma devam etmekteyim. Bu garip telaş, senelerden beri var(mış) aslında içimde. Son dönemde, yaşadığım her şeye bulaştı. Kitap okuma zamanlarıma müzik de eşlik ediyor mutlaka, ‘dinleyebildiğin kadar dinle’ diyen zihnimin işi tüm bunlar, biliyorum… Sevdiğim şeyleri -ki bunlar pek fazla değildir- hayatıma kazandırmaya çalışan bi’ ruh hali içindeyim. Onun için her şeye yoğun bir şekilde yoğunlaştım, yetişebildiğim ölçüde.

Düşüncelerim ise her zaman benimle. Kitap okurken müzik de dinlerim, demiştim. Bunun bir sebebi de düşüncelere kapılıp okumaktan uzaklaşmamak… Çünkü, gördüğüm bir kelime bile öyle derinlere sürükleyebiliyor ki beni, o anın tamamen dışına çıkıyorum ve düşüncenin boyutlarında gezinmeye başlıyorum. Düşünmek kötü bir şey mi, diyorsunuzdur. Tabi ki, hayır… Yanı sıra, o an tüm benliğimle kitaba bürünmek istiyorum. Dolayısıyla olumlu da olsa engeller girmemeli aramıza… Müzik, bu isteğime desteğini esirgemiyor. Notaları bu açıdan da seviyorum. O kadar büyülü ve mükemmeller ki…

***

Her şeye karşı yoğunlaşmam nedeniyle olsa gerek uykuya karşı da savaş açmış durumdayım. Az uyuyorum, uyurken de yaşamaya devam ediyorum adeta… Kâbuslar ve rüyalar ortam yaratıyor benim için. Gelsin ‘yaşamsal zamanlar…’ Ruhen ve bedenen ayakta kalmak, ağırlıkları taşımak imkânsızmış gibi gelebiliyor. Bi’ nevi, yerle yeksan olma psikolojisi… Sonsuz uykuya dalma isteği, yaşama karşı aşırı tepkisizlik ve isteksizlik. Umursamazlık konusunda sınırları zorluyorum. ‘Artık beni ilgilendirmiyor…’ ve benzeri cümleler ana düşünce halini alıyor.

Tabi ki, çok kısa süreliğine. Çünkü o ‘yitik halin insanı’ değilim ‘ben’. Farkında olmadan bir de bakmışım ‘esas ben’ geri dönmüş! Büyük bir mutlulukla karşılıyorum kendisini. Biliyorum çok yoracak beni, tüketecek, üzecek vs. Ama onsuz olmuyor, yaşam çekilmiyor. ‘Yaşamak’ beni çekmiyor! ( Kenarda/kıyıda bir parçam var her zaman, saklı olan… O, hayatla benim aramda ve son nefese kadar da sır olarak kalacak. Bu parçadan fazlası, yaşamdan soyutladığım tarafıma fazla geliyor… ) Yine beni aynı bırakmışlığa, umursamazlığa itecek; gözyaşlarına boğacak, ‘uykusuzluk sorunu’ çözülemeyen bir parçam olacak ama yaşamda kalabilmem için ‘esas ben’ benimle olmalı! Onunla olduğumda iyiler, iyi hisler, farkındalık; kısacası ‘insan’ olduğumu hissetme mükemmelliği, beni ‘ben’ yapan noktalar, ağırlıkta… Dolayısıyla yan etkileri çok da önemsemiyorum, bazen beni ‘ben’den uzaklaştırsa da… Biliyorum ki, gelip geçici ve her şeye değer!

***

Yaşama karşı farklı bir soyutluğum var. Bunun tarifini ben bile tam olarak yapamıyorum.

Koruyuculuk, sakınma, itici güç kullanma, suskunluk, bazen ses yükseltme, belki bir mimik vb. Bir şeyler ile kendi aramda oluşturduğum yakınlık sınırları. Her şey, aynı ölçüde yaklaşmamalı bana. Ben de yaklaşmamalıyım fazla, bazı şeylere… İki taraflı ya da tek taraflı korumacılık temelinde şekilleniyor her şey…  Bu düşünsel ve davranışsal durumlar da, yine, yaşamın içinde kalabilmek için…

Yaşamın belirli bir noktasında soyutluğa geçiş, size büyük ve yaşanası somutluklar ya da soyutluklar sunabilir. Kesinlikle denemelisiniz. İşe yarıyor! Ve, bunu denemeye nasıl başlayabilirsiniz biliyor musunuz ? Her şeyin sizinle olamayacağını kabullendiğiniz noktada. ‘Anlamsız’ diyebilirsiniz. İster anlayın, ister anlamayın bu durumu kabullenmek zorundasınız. Hayat her şeyi aynı anda sunmuyor. Belki de hiç sunmayacak istediklerimizi. Anlamasanız da kabullenin ve yaşamaya devam edin, olabildiğince...

Biliyorum ki, bazı üzüntülerim ve içsel isyanlarım da bu yüzden… Hayatın, anlam veremediğimden birçok noktasına… Bazen zihnim, bazen ruhum, bazen de kalbim savaşıyor hayatla ve çöküşler yaşanıyor haliyle… Son dönemdeki karanlığımın bir bölümü de bu savaşa ait. Bombalar patlıyor, saldırılar düzenleniyor karşılıklı. Kimin galip geldiği belli değil. Önemli de değil zaten… Bir şekilde nefes alıyoruz. Ama savaşmadan da olmuyor. Öyle bi’ kısır döngü işte…

Birey evren savaşlarıma ek olarak evrendeki karmaşıklık da eklenince en karanlık dönemlerimi yaşar oldum ya da bana ‘en karanlık’mış gibi geliyor. Kısacası, yazının başında kelimelendirdiğim durumda ve ruhtayım.

Tamamen lehime bir denge ve süreç beklemiyorum. Bir şeyler yoluna girerken bir şeyler kötü gitmeye devam edecek, ne yazık ki… Yapabileceğim her şeye adım atmak ve o yolda yürümek istiyorum. ‘Esas ben’ nefes almaya devam etmek zorunda, birey evrenim ve yaşadığım evren için… İçsel dengeleri kendim şekillendireceğim. Dünya için ‘seyirci kalmamak’ adına elimden geleni yapacağım. Çabalarım yetersiz, adımlarım küçük olacak; bireysel sınırda kalacağı da yüksek olasılık… Olsun! Önemli olan ‘sen ne yaptın?’ sorusuna ‘hiç!’ dışında cevaplar sunabilmek!

***

İşte böyle… Blog yazılarıma yenilerini ekleyemememin sebepleri içsel savaş, yaşama telaşı, dünya çıkmazı...

Neyse… Gitmeliyim, fazla vakit kaybetmeden yaşamam gerek!

Not: Bir şarkı önermeden gitmek istemedim. ‘Abbey Lincoln&Throw It Away’

Başak GÜZEL

 
Toplam blog
: 51
: 488
Kayıt tarihi
: 12.07.11
 
 

Yazan & Okuyan & Sorgulayan   Burç : Başak Yükselen burç : Koç İlk nefes: 22 Eylül 1983, Perşembe..