Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '11

 
Kategori
Deneme
 

Arabanın Arka Koltuğundan...

Arabanın Arka Koltuğundan...
 

Küçükken, yani uzanınca arabanın arka koltuğuna sığacak kadar küçükken, ev gezmelerinden eve dönüşleri çok severdim. Uyuma vaktim çoktan gelmiş olurdu. Uzanırdım arka koltuğa… Bir yandan gökyüzüne doğru bakarak sokak lambalarını yakalamaya çalışırdım göz kırpmalarımla, bir yandan da eve kalan mesafeyi tahmin etmeye çalışırdım o ışıklardan… Ama nedense, tam da eve yaklaşırken öyle tatlı bir uyku sersemletirdi ki küçücük bünyemi, durmasın isterdim arabamız. Arka koltuk, benim büyümek üzere olan bedenimin beşiği olsun isterdim… 

Sonra büyüdüm ve arka koltuğa sığmamaya başladım artık… Ayaklarımı kıvırıp uzansam bile bir baktım dizlerim, gökyüzüne bakış açımı kirletiyor. Oysa hep kanardı onlar ben küçükken… 

Küçükken, yani pikniklerde kan ter içinde kalıncaya kadar koşmamın yadırganmayacağı kadar küçükken, sabahları piknik için erken uyanmalarımızı çok severdim. Okulda, zincire vurulan ruhumu birkaç top oyununa emanet edip, psiko-vicdanımla ders yaptığım o, çok sorumlu tarafımı da kumların arasına gömüyordum… Okul arkadaşlarımın isimlerini bile unutuyordum hafta sonları. Her hafta sonu yeni bir hayat satın alıyordum kendime, hafta içi biriktirdiğim kalemtıraş ve silgi artıklarımla… 

Sonra büyüdüm ve dersler de büyüdü, okullar da büyüdü ama oyunlar hiç büyümedi. Zaten, sadece oyunlar küçülür, bir insan büyüdükçe… 

Küçükken, yani anneanne-dede yanında oturmaktan sıkılmayacak kadar küçükken, en çok sabah kahvaltılarımızı severdim. Artık hayatımın hiçbir yerinde olmayan o, odun sobasının üzerinde kızarmış ekmeğe tereyağı sürüp verirdi dedem sonra da anneannem patates dilimlerdi sobanın üzerine kahvaltı sonrasında ve çizgifilmlerim de patatesler olana kadar olurdu zaten… Bir yandan çizgifilm izler bir yandan da kurduğum “sultan”lığımda her şey yolunda mı diye denetleme yapardım: 

“Anneanneee! Patatesler oldu muu?” 

Sonra büyüdüm… O kadar büyüdüm ki, odun sobasının, o ilik yakan sıcağını bile unuttum… Eskiden, küçükken ben, pidenin ve lahmacunun bir anlamı vardı. Dedem, mercedesine (dede bisikleti) atlayıp lahmacun ya da pide getirirdi kardeşimle bana. Annem çalışıyor diye aç kalıyoruz sanıyordu:=) Yıllarca pide ve lahmacun getirdi bize ama bir kere bile bizimle oturup yemedi, hep seyretti… İşte o zamanlar, yediğim pidelerin ve lahmacunların tadı yok artık. Ne yazık! Bu zamanların torunları çok şanssızlar… 

Hep eski zamanları özlüyoruz, eski aşkları özlüyoruz, eski dostlukları özlüyoruz, eski mahalle kültürünü özlüyoruz, eski komşulukları özlüyoruz, eski yardımlaşmaları özlüyoruz, eski aile yapılarını özlüyoruz… Hep eskiyi özlüyoruz… Ama neden? Bu zamanlar bu kadar kötü olduğundan mı yoksa bir gün, bu zamanların çocuklarının da bugünleri özleyeceği gibi kronikleşmiş bir alışkanlıkla mı özlüyoruz? Şimdi, bilgisayarı olmadan yapamayan bizlerin anneleri, dedeleri elektrik bile olmadan onyıllarca nasıl da yaşamış. Ama asıl hayret verici olan o değil, asıl şaşırtıcı olan o zamanları özlüyor olmaları! 

Bizim, dinlemek için bile zamanımızı ayırmadığımız hayatları onlar özlüyorlar, inanabiliyor musunuz? Zannetmeyin ki bu saltanat hep böyle sürecek…Gün gelecek, devran dönecek…. Biz, torunlarımıza, bugünleri ne kadar özlediğimizi anlatmaya çalışırken onlar, bilgi-dahiyanelerinden (o zamanlarda bilgisayar diye bir şey kalmaz herhalde diye düşünmekteyim) kafalarını bile kaldırmadan, “nasıl yaşamışız o zamanlarda” diye geçirecekler akıllarından. Ama o zamanlarda, akıldan geçenleri okumak için bir makine icat edilmiş olacağına inanarak diyorum ki; biz, bizden önceki nesilden daha şanslı olacağız… 

 
Toplam blog
: 57
: 877
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

1985 doğumluyum ve geçmişte yaptığım işlerle ilgili her bilgiyi önceki adımlarda sizlerle paylaşt..