- Kategori
- Deneme
Artık gidebilir miyim?

Dalgındık. Yan yana oturuyorduk. Öyle hissettim ben. Bilmem… Kim bilir… Nedensiz bir sıkıntı var ortada. Bir gerilme. Ben donuk bir tutkuyla maviliklere baktım mırıldanmadan. Yumuşak… Anladığını sandım... Uzun bir suskunluk takıldı dudaklarıma. Ellerimle sildim. Çıkmadı. Bir kazanın sonrası gibiydi ortalık, her yerim sızım, sızım. Soluğum düzeldi sonra. Elimle yüzüme dokundum. Ama yüzüm değil. O taş. Bir sürü huzursuzluk var oyuk, oyuk. Göz ucuyla, tedirgin, bana baktığını hissettim. Aklıma geldi birden. O görmez…
Konuşmam yasaklanmış gibi öylece uzaklarda gözlerim. Ben ne yapabilirdim demeden, bütün suçları yüklenebilirdim. Yeter ki rahatlasın. Suç yüklemenin getirdiği rahatlığı bilirim. Bir kez göz göze gelebilseydik… Ona duyurmak istediğim her şeyi anlatabilirdi gözlerim. Aklıma geldi birden. Olmaz, dinlemez, o görmez.
Bekleyebilirdim. Kalktım dineldim. Bir ara umutlu umutsuz, yaşadığımı hissettim. Gecikmiş bir sevinçle, erimiş mermer merdivenlerden, yolun yarısında indim.
Bir gün kendi kendimle konuştum, kendime duyurmadan.
“Bir daha buralarda gözükme-sen-m.”
Gülümsedim, anlamazdan geldi. Bütün bu oyunları hiç yadırgamadan oynadım ben. Perde arkasından hıçkırıverdim. Sonra duralayıp gülüverdim. Durumun acıklı ağırlığı yıkılıverdi. Korktum kendimden.
Başkasının yerinde olmak kolay. Hiç bir güçlüğü yok. Bana kalsaydı… Ben olsaydım… Saçma. Yerlerine çivili, birer köşe noktasıyız hepimiz. Pencereden atlamaya kalkışmak komik. Yüksek değil çünkü. Buraya gelmem, getirildiğime inanmadığımdandır. Sürükleniş…
Dönsem mi? Mermer merdivenler erimişti… Olayın tümüyle unutulması diye bir şey yok ki.
Dönülse bile, hiç bir şeye dönülemeyeceğine inançlıyım ben. Değişemez şeylerin gücünü unutarak “İsteyince olur” diyorlar. Nasıl koparabilir insan kendini tutamadığından.
Bir konuşsam… Sesim nasıl acaba. Hışırtılı mı? Lıkırtı gibi mi? Kırık dökük bir fısıltı belki. Yapmacığı eklemeden konuşabilir miyim eskisi gibi. En iyisi ağzımı açmadan çıkıp gidivermeli. Ya bu durmadan gülmeler korkusuna ne demeli.
Çok sık ağrıyor artık kalbim. Kimselerin haberi yok. Gözlerim yumuk. Parmaklarım göğsümde. Bir kumaşın dokunuşunu çözecek gibi. Kargaşalığa getiriyorum. Elimde değilmiş. Uzanayım. Yok durmayayım. Dişlerimi sıkıyorum. Küçükmüşüm ben. Bir köpek ezildi. Gözlerimi açtım. Kamyon yine aldı köpeği altına. İçim “beni öldüreceğini biliyordum” dedi.
Düşündüm. Ne demek istedi?” Yokluyor beni, Ben de sitemin bini. Tamam. Dengedeyiz şimdi. Birimizin kıpırdanması gerekli. Ben kalktım oturdum. “Çocuksun” dedi. Korktum… Bıktırıcı dönence. İnsan ancak böyle uzayabilirdi.
Sonra onca ağıt şiiri, duygulanmadan okudum. Kandırmak istedim kendimi. Karnım açtı. Burun deliklerim et kokuyordu. Peki o zaman ağlamak neyin nesi? Çalınmış bir şeyler var. Beklemediğim mi? Elbet beklediğim. Ellerim eğreti, yüzüm taş, kollarım çözük, eklemli. Ama bütün bunlar tüketilmiş. “Sen o kadar başkasın ki” dedi. Ben duymadım, zaten o da görmezdi. Herkeste var şu gizlice alay edebilme yetisi. Parmaklarım ölemeyen bir örümceğin ayaklarını titretişi gibi. Öğlendi. Saat 12.52. Düğümdü böylesi. “Sus bak ne diyeceğim” dedi. Sustum ben.
“Artık gidebilir miyim” dedi.
Sustum ben o zamandan beri.