- Kategori
- Mizah
Artık zenginim... Zenginiim...

Uçan kuşa borçlu olduğum günlerdi. Balkonuma attığım ekmek kırıntılarını yiyen güvercinler geceleri rüyama girip, "Abi öde şu borcunu bak. Bak kötü olacak. Ver parayı ya" türünden laflar ediyorlardı. Eve hemen her gün alacaklılarımdan icra celbi getiren postacının günlük hayatının vazgeçilmez bir parçası olmuştum. Büyüklerimiz "Borç yiğidin kamçısıdır" demişlerdi ya, tüm alacaklılarım ellerinde kamçı sıraya girmişlerdi adeta.
Beyaz eşyacıya, bilgisayarcıya, elektiriğe, suya, doğal gaza, telefona, birkaç bankaya ve tabii ayrıca da apartmana aydat, ev sahibine kira, tekel bayiine bira borcum vardı. Zamanda yolculukla ilgili çalışmalarımı artık askıya alıp alacaklılardan kurtulmak için yeni bir yolculuk planı yapmam gerekiyordu.
Bizim apartman yöneticisi Paragöz Muhittin ile ev sahibim Kiracıyer Hayri bana karşı ittifak kurmuşlardı. Dört aydır kirasını alamayan ev sahibim beni icra yoluyla evden atmaya çalışırken Muhittin'de apartmanda aleyhimde imza toplama kampanyası başlatmıştı.
Paragöz Muhittin hemen her cümlesini para üzerine kuran bir zattı. Bu nedenle kendisine Paragöz Muhittin diyorlardı. Kiracıyer Hayri ise benden önce çok sayıda kiracının canına okuyup evden attığı için adı Kiracıyer Hayri'ye çıkmıştı ki muhterem beni de yemek için sabırsızlanıyor olmalıydı.
Paragöz Muhittin 60 yaşlarında dünyanın en cimri adamlarından biriydi. Çok zayıf bir adamdı ki muhtemelen para harcamamak için yeyip içmiyordu herif. Hani elektriğe suya para ödüyoruz ya bir gün hava da paralı olursa bizimki mutlaka havasızlıktan ölürdü.
Paragöz Muhittin harbiden cimriliğin zirvesinde bir adamdı. Öyleki günlük gazeteleri bile para vermemek için bir gün sonra apartman sakinlerinin kapı önlerinden toplayarak okuyordu. Lavuk iletişim çağında yurtta ve dünyada gelişen olayları 24 saat geriden takip ediyordu. Bir ara Muhittin'e kıllık olsun diye her sabah üşenmeyip kapı önlerinden gazeteleri toplayıp yerine aylar öncesinin gazetelerini bırakma keleği açmış ve onu cezalandırmıştım.
Adamın hayatı para harcamamak üzerine kuruluydu ve o bunu çok iyi başarıyordu. Sigara tiryakisiydi ama paket taşımıyordu. Hemen her akşam bir bahaneyle bir apartman sakininin evine gidip akşam yemeğini de beleşe getiriyordu. Muhittin'in karısı yıllar önce ölmüş oğlu ise evlenip gitmişti. Efsane odur ki Muhittin gençliğinde de evliliğini beleşe getirmek için akılalmaz bir taktik uygulamış. 30 sene evvel Bizim apartmanın üçüncü katındaki emekli hariciyeci Nazım beyin düğün günü Muhittin de müstakbel karısına giydirmiş gelinliği gitmiş düğün salonuna. Yani hariciyeci Nazım'ın düğününde otlakçı damat olarak kendi düğününü de yaptırmış.
Her sabah olduğu gibi o sabah da kapımı önce icra celbi getiren postacı ardından da Paragöz Muhittin çalmıştı. Muhittin sırıtarak,
"Kemal bey iki imza kaldı. İki imza daha aldım mı gidiyorum mahkemeye bilmiş olun. Ben sizin yerinizde olsam hiç mahkemelik falan olmadan güzellikle boşaltırım daireyi."
"Bir saniye" dedim Muhittin'e. İçeri girdim. Bilgisayarımın mp3 listesinden John Lennon'un İmagine parçasını "tık"ladım ve sesi de sonuna kadar açtım. Sonra yine kapıya gidip Muhittin'in karşısına dikildim.
"Nerede kalmıştık Muhittin bey?"
"Daire diyordum boşaltın daireyi."
"Daire. Uçan daire. 2007 yılındayız ve daireler uçuyor Muhittin bey. Kinatın sırrı çözülmek üzere. Evrende yalnız değiliz. Muhittin bey bu gece uyumayıp bir düşünün. Yıldızlar... Uzak yıldızlar... Uzak medeniyetler. Bir gün ışık hızını aşan bir araç yapılacak ve kara dileklerden geçmişe ve geleceğe uçulacak..."
Muhittin kilitlenmişti. Ağzını bir şey söylemek için açmıştı. Söyleyeceği şeyi de ağzının açık olduğunu da unutmuştu. Sanki uzaydan uçan daire gelmişde uçan dairedeki uzaylı Muhittin'in karşısına dikilmişti. Muhittin bana öyle şaşkın bakıyordu. Kapıyı Muhittin'in suratına kapatıp içeri girdim. Bir dakika kadar sonra yine kapı çaldı. Yine Muhittin olduğunu düşünerek söylendim.
"Demekki iyi kilitleyememişim lavuğu."
Kapıyı açtım ki karşımda hani Türk filmlerinde eli çantalı siyah paltolu takım elbiseli avukatlar olur ya. Filmin bir yerinde gariban başrolümüzün kapısını çalar ve ona miras kaldığını söyler. O adam vardı.
"Kemal bey... Kemal Kara..."
"Abi niye zahmet ettin" dedim. "Postacı getiriyordu icra kağıtlarını."
"Ben icradan gelmiyorum Kemal bey" dedi adam. Ve ekledi.
"Ben Suudi Arabistan Kraliyet ailesinden Kerim Sancabi-İ Rıza beyefendinin avukatıyım."
"Eeee..."
"Eeeesi Kerim Sancabi-İ Rıza beyefendi geçen ay vefat etti. Kendisinden size miras intikal ediyor."
O an ağzımı bir şey söylemek için açmıştım ama ne söyleyeceğimi de ağzımın açık olduğunu da unutmuştum. Muhittin gibi olmuştum. Toparlandım.
"Miras mı?"
"Evet."
"Buyurun içeri buyurun birçay ikram edeyim size."
Avukatla içeri girdik. Avukat oturdu ve bütün hayatımı alt üst edecek cümleyi söyleyiverdi.
"Fazla vaktim yok. Hemen gideceğim. Size intikal eden miras yaklaşık olarak 50 milyon dolar nakit bir de gayrımenkuller var."
"Elli milyon dolar mı?"
"Evet. Elli milyon dolar. Bir de gayrı menkuller var."
Gözlerim parladı. Elli milyon dolarla uzay araştırmalarımı uçururdum. O parayla yapacağım uzay aracıyla Mars'a yerleşir bir kaç gezegeni de zevkine kapatırdım.
"Abi dalga geçmiyorsun değil mi" dedim.
Avukat kartını verip tekrarladı.
"Elli milyon dolar artı gayrımenkuller."
"Sen elli milyon doları ver ben gayrımenkul falan istemem gayrı" dedim.
Avukat kartını bıraktı.
"Bugün ofisime bekliyorum sizi" deyip çıktı.
Avukatın ardından düşündüm. Bu Kerim Sancabi-İ Rıza ile benim ne ilgim olabilirdi ki. Hemen annemi aradım.
"Anneee."
"Oğlum nerelerdesin. Niye aramıyorsun? Getirsene benim küçük televizyonu. Geceleri uyuyamıyorum bak senin yüzünden. O televizyon benim uykuluk televizyonum."
"Salondaki ile idare et anne. Birkaç hafta daha işim var televizyonla"
Annemin küçük televizyonu teleskopa bağlamıştım. İki gün öncede haciz memurları teleskopla küçük televizyonu buzdolabına bağlayıp götürmüşlerdi.
"Anne bırak şimdi televizyonu sen Kerim Sancabi-İ Rıza diye birini tanıyor musun" dedim.
"Kerim mi? Kerim dayın var ya oğlum köyde."
"Bu Suudi Arabistan'lı anne. Sen gençliğinde Suudi Arabistan'a falan uğradın mı?"
"Yooo?"
"Peki Suudi Arabistan sana uğradı mı?"
"Yooo. Oğlum delirdin mi? Ne saçmalıyorsun sen öyle. Rahmetli baban kapı dışarı çıkarıyormuydu ki beni. Arabistanmış. Nereden çıktı şimdi bu Sancabi Rıza, Arabistan falan? Ne dolaplar çeviriyorsun gene? Bak Arabistan'a falan gidip de oralardan para istersen zırnık vermem ha."
"Ben yine ararım seni anne" diye kapattım. Giyindim avukatın kartını aldım. Kartta bayağı havalı bir karttı.
'Avukat M. Servet Toktar. Etiler.'
Eeee, Arap şeyhinin avukatının ofisi bizim mahallede olacak değildi ya. Bu arada apartmanın kapısından çıkarken önce kapıcı Kazım kesti yolumu. Lavuk apartmanda karınca dolaşsa haberi olur, miras olayını duymuştu.
"Hayırlı olsun Kemal abi."
"Ne hayırlı olsunu oğlum?"
"Abi avukat geldi ya. Miras kalmış sana. Bizi de görürsün be abi."
"Görürüz görürüz" dedim ki Muhuttin'le neredeyse çarpışacaktım.
Muhittin apartman sakinlerine imzalattığı kağıdı yırtarak ve de bana sevimli görünmek için kıçını yırtarak,
"Kemal bey. Sizin gibi bir insanla aynı apartmanda olmak ne güzel. Bakın bitti. Artık imza falan yok. Bu apartman sizin canım. Zaten benim imza toplamak falan gibi bir niyetim yoktu. Hayri bey kışkırttı beni. Heh heh" dedi.
İçimden, "Ulan şu parayı alayım. İlk iş Hayriyle seni hayvanat bahçesine götüreceğim. Bir çuval parayı aslanların kafesine boşaltıp alın size para diyeceğim. Para sevdanız yüzünden paramparça olacaksınız lavuklar" dile geçirdim. Ya da bu ikisinin gözü önünde bir çuval parayı tuvalete döküp sifonu çekecektim ki lavuklar kanalizasyona girip toplasınlar paraları.
Tam otobüs durağına inecektim ki Hayri bey koşturarak geldi. Kiracıyer Hayri taksi çağırmış bana.
"Aman Kemal bey" dedi.
"Efendim taksi çağırdım size." dedi.
"Siz nereden öğrendiniz?" dedim. Şaşırmıştım. Gazeteyi gösterdi Paragöz Hayri. Gazetede haber olmuştu Kerim Sancabi-İ Rıza. Mirasçılar arasında benim de adım vardı. Kerim Sancabi-İ Rıza'nın bir milyar doları aşan mirasının varislerinden biriydim. Hayat ne garipdi. Bana hayatı dar eden iki zat. Kiracıyer Hayri ve cimri Paragöz Muhittin karşımda el pençe duruyorlardı. Kapıcı Kazım'a döndüm.
"Bana hemen bir eşek bul" dedim.
Üçü de eşek şaşkınlığıyla suratıma baktılar. Devam ettim.
"Bulacağın eşeği suya göndereceğiz. Sonra ben bu ikisini eşek sudan gelene kadar döveceğim" dedim. "Hatta sen eşeği Sudan'a götür ki dönmesin" diye ekledim. Hayri ve Muhittin sırıttılar.
"Ne hoş espri..."
Halbuki ciddiydim.
Avukatın bürosuna gittiğimde beni bir sürpriz bekliyordu. Avukat Servet bey acı haberi verdi.
"Kemal bey sizden nasıl özür dileyeceğimi bilemiyorum. Bir isim karışıklığı olmuş. Yani isim aynı da bizim aradığımız Kemal Kara siz değilsiniz. Olamazsınız da çünkü siz Ankara doğumlusunuz. Bizim aradığımız Kemal bey ise Mekke doğumlu. Bunu az evvel nüfus dairesinden teyid ettim. Kusura bakmayın."
Elbette apartmana gittiğimde durumu çaktırmadım. Apartmanda foyam meydana çıkana kadar iki ay Suudi Arabistan kralı gibi yaşadım.