Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '07

 
Kategori
Sağlık
 

Aşıda nereden nereye

Aşıda nereden nereye
 

Aydın Sevinç arkadaşımız 3.7.2007 tarihli “rahim ağzı aşısı kaç kuruş” başlıklı yazısıyla dünyada akıl ve bilgiyi kullanıp pazarlayabilen ülkelerin gelişmişlik sıralamasında ön sıralarda yer aldığını anlatmış ve 1 dolara mal olan bir aşının 360 dolara nasıl pazarlandığını sorgulamıştı.

Peki biz ülkemizde bilgiye, akla ve üretime ne kadar değer veriyoruz? Bunların geliştirilmesi konusunda kendi ülkemizin kaynaklarını zorlayıp geliştirmeye mi çalışıyoruz yoksa hazır lopçu anlayışla her şeyi dışarıdan mı bekliyoruz?

Ülkemizdeki farklı sektörler için çok şey söylenebilir tabi ki ama ben biraz sağlık sektörüne kafayı taktığım için ve aklıma Aydın Sevinç arkadaşımız aşıyı getirdiği için aşı konusunda şöyle bir geçmişe gidip 1800 lü yılların sonundan itibaren ülkemizdeki yaklaşımlar ve bakış açıları konusunda küçük hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.

Efendim, 1880’li yıllar, mikrobiyoloji ilminin doğduğu yıllardır. Bu işte öncü Pasteur’dür. 1885 yılında çiçek aşısından sonra insanlığın tarihinde ikinci aşı olarak Kuduz aşısı Pasteur tarafından uygulanır ve başarılı olur.

Zamanın padişahı Sultan II. Abdülhamid, gelişmeleri izlemiş ve Pasteur’u, çalışmalarını devam ettirmek üzere, İstanbul’a davet etmiştir. Pasteur'ün gelemeyeceğini bildirmesi üzerine başka bir teklif götürülür. Eğitim verebilir mi?

Pasteur kabul eder ve eğitime gitmek üzere Askeri Tıp Mektebinden; Müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Kaymakam (Yarbay) Dr. Hüseyin Remzi ve Kaymakam (Yarbay) Veteriner Hüseyin Hüsnü Beylerin gönderilmesine karar verilir.

Pasteur’e verilmek üzere “1. Dereceden Mecidiye Nişanı” ve çalışmalarında kullanmak üzere 800 lira (o günkü kur üzerinden 9.814 Frank, kıyaslama için, İstanbul’un Bebek semtinde bir evin beş lira olduğunu bir an düşünün) gönderilir. Bu nişan, bu gün Pasteur müzesinde sergilenmektedir.

Giden bu ekip, burada, önce bir mikrobiyoloji eğitimi alır. Sonra, kuduz aşısının üretilmesi ve uygulanması ile eğitim devam eder. Zoeros Paşa, Yıldız Sarayına mektuplar yazarak gelişmeler hakkında bilgiler verir. Dönüş zamanı Pasteur’un bizzat kendisinin enjeksiyon yaptığı iki ada tavşanı ile, aşı üretiminde kullanılacak virüs Paris’ten yola çıkarılır. Yedinci gün, tavşanların omuriliğinin çıkarılıp, pasajlanması gerekmektedir. Ancak sıkıntılı bir durum vardır. Çünkü o zamanlar, ülkemize giriş yapacaklar, 16 gün karantinada kalmak mecburiyetindedir. Bu durum, yapılan bütün fedakârlıkların boşa gitmesi demektir.

II. Abdülhamid, “karantinada kalınmaması” yönünde irade kullanır. 1887 yılının Ocak ayında, Zoeros Paşanın Dahiliye Kliniğinde pasajlama işi yapılır ve kalan miktar ile de kuduz aşısı, ülkemizde ilk defa olarak üretilir. İş burada kalmayacaktır.

Saraya yapılan müracaatla, Kuduz Tedavi Müessesi yani kuduz aşısı üretilmesi için bir enstitü kurulması için, II. Abdülhamid Han’dan irade çıkar. Tarih 1887 yılı Ocak ayının sonlarını göstermektedir.

II. Abdülhamid, doğruları yanlışları bir tarafa, ülkemize mikrobiyoloji ilminin getirilmesi ve geliştirilmesinde, kişi olarak tarihteki haklı yerini almıştır.

1890 yılı sonlarında, Dr. Hüseyin Remzi Bey’e bir çiçek aşısı üretim yeri kurması için görev verilir. Bu üretim yeri 1892 yılında faaliyete başlar.

1896 yılında Dr. Maurice Nicollo idaresinde ülkemizde ilk Difteri serumu, 1897 yılında ise ilk sığır vebası serumu hazırlanır. Bu serumları, Veteriner Hekimlerimizden Mustafa Adil Bey hazırlar. Adil Bey, ülkemizde viroloji ile uğraşan ilk kişidir. Dünyada ise bu işle uğraşan ikinci kişidir.

Dr. Mustafa Hilmi Sağun, bugünkü adıyla Gülhane Askeri Tıp Akademisi Bakteriyoloji Şefi olarak çalıştığı dönemde; 1911 yılında tifo, daha sonraki yıllarda kolera, dizanteri ve veba aşıları üzerinde çalışmış, Dr. Reşat Rıza (Kor) ile birlikte, Türkiye’de ilk kez bu aşıları hazırlamıştır. Bakteriyolojihane’de: 1911 yılında tifo, 1913’de kolera ve dizanteri aşıları üretilmeye başlanır.

İşgal yıllarında (1920) İstanbul’da veba salgını meydana gelir. Bakteriyolojihaneden aşının üretilip üretilemeyeceğinin sorusuna, hayır cevabı gelir. Konu Gülhane’den sorulunca, Mustafa Hilmi Bey üretebileceğini bildirir. Gedikpaşa hamamını üretim için hazırlar. İhtiyaç duyulan aşıyı, boza şişelerinde üretir.

17 Mayıs 1928 günü, resmî gazetede yayınlanan 1267 sayılı kanunla Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi kurulur.

Hıfzısıhhanın kurucusu Sağlık Bakanlığının örgütlenmesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin ülkemizde ki gelişmesinde büyük emekleri olan Dr. Refik Saydam’dır.

Dünyada ilk defa tifüs aşısını Dr. Reşat Rıza bulur, ilk üretip uygulayan kişi de Tevfik Sağlam’dır.

1936 yılına gelindiğinde Hıfzıssıhha’da Tifo, Dizanteri, Kolera, Veba, Menengokok, Stafilokok, Boğmaca, Brucella, Nezle, BCG (ağız ve deri içi olmak üzere), Difteri, Tetanoz, Kızıl, Alüminyum presipiteli karma aşılar, Lekeli humma, Kuduz, Çiçek, Grip aşıları olmak üzere 17 farklı tip aşı üretilip, 35 farklı formülde ülke hizmetine sunulmaktadır. Ayrıca pek çok antijenin yanında tüberkülin de üretilmektedir.

Üretilen kolera aşılarından bir bölümü, 1937 yılında Çin kolera salgınına daha sonra 1948 Kahire kolera salgınına Kızılay’ımız aracılığıyla gönderilir.

1953 yılında, BCG ve İnfluenza aşıları üretim laboratuarları, WHO tarafından kabul edilir ve örnek iki tesis olarak gösterilir.

1980 ile başlayan dönemde, Dünya Bankası projeleriyle gündeme gelen sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi politikasının yansımalarını aşı üretimi alanında da gözlemlemek olanaklıdır. İzleyen dönemlerde Aşı üretiminin koşullarını geliştirmek yerine aşı ithal etmeye yönelik bir politika izlenmiştir.

1933 yılından beri üretilmekte olan semple tip kuduz aşısı üretimine 1996 yılında son verilir.

1998 yılında BCG üretimine son verilir.

Bugün aşı programı dâhilindeki tetanoz, difteri, boğmaca, kızamık, Polio, hepatit B, BCG aşıları ve ülkede kullanılmakta olan aşıların tamamı, dünyanın değişik ülkelerinden ithal edilmektedir. Bu satın alma işi için yaklaşık her yıl 18 milyon USD ödenmektedir.

Oysaki bugün ülkemiz, aşı üretimini çağdaş koşullarda yapmak için gerekli ek yatırımı yapabilecek güçtedir, bu alanda yetişmiş insan gücüne de sahiptir.

Sorun; var olan bu gücün ve kapasitenin kullanılmasındaki inisiyatiftedir.

Genişletilmiş bağışıklama programı çerçevesinde uygulanan aşıların üretiminin yanı sıra yeni geliştirilecek aşılara yönelik araştırmaların da desteklenmesi ülkemiz için stratejik öneme sahip bir konudur.

Aşı gibi yaşamsal öneme sahip bir üründe dışa bağımlılık asla kabul edilemeyecek bir şeydir.

Boşuna demiyorum; " Nereden nereye... "


Bkz: http://www.kuark.org/bilim/index.php?option=com_content&task=view&id=249&Itemid=2

 
Toplam blog
: 156
: 2800
Kayıt tarihi
: 03.04.07
 
 

SÖZ UÇAR, YAZI KALIR. 9 Eylül Ünv. İşletme mezunu, 9 Eylül Ünv.Sosyal Bil. Ens.Sağlık Kurumla..