Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '11

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk bazen

Aşk bazen
 

RESİM INTERNETTEN ALINMIŞTIR


Bu gün aşka dair bir hikayeyi paylaşmak istedim. Cumartesi günü Delta FM’de program yapmaya başlayacak olan sevgili Fırat Şahin’in “Aşk hikayelerinden” esinlenerek yazdım.


Birkaç hayatın penceresinden aşk ve hikayesini sizlere anlatacağım.


İyi iki dost olmuştuk, çocukluğun paylaşımlarıyla beslenen gençlik yıllarının ardından. İçimizi dışımızı bilirdik. Gizli saklı yoktu aramızda. Yalan aslında, insanın kendine kalanları olur, kimseyle paylaşmadığı, saklayıp kolladığı, hatırladıkça küçük bir tebessümle yüzünün aydınlandığı.


Rutin haftalık görüşmeler olurdu aramızda, bazı zamanlar uzayan haftalar aya vuran dilimlere denklenir. Hatta onun uzaklara gittiği, görüşemeden yıl geçirdiğimiz de oldu. Ama karşılaşmalarımızda araya giren mesafelere inat aynı sıcaklıkla kucakladık birbirimizi.


Farklı denizlerin rüzgarlarına yelken açmıştık. Hayatlarımızın rotasında uzaktan yakından bir ilinti yoktu. O, üniversite yıllarında gönül verdiği fotoğrafçılığın peşinde, kuş kanadında bir hayat sürmeye başladı. Maceracı ruhu vardı zaten. Bense, aşık olduğum adamın rüzgarına kapılıp kanatlarımı çoktan kapatmıştım. Temelde birbirine çok benzeşen hayat görüşümüz, geçlik yıllarının ardından benim evlenmemle farklı resimlerin kareleri olarak düştü, onun makinesinden zamana.


Evlendim, yanımdaydı. İşini gücünü bırakıp benimle gelinlik bakmaya bile gelmişti. Komik anılarımıza yenilerini eklemiştik. Girdiğimiz bir gelinlikçi de onun damat adayı olduğunu sanmışlar, arkadaş olduğumuzu öğrenince yaşadıkları şaşkınlığı da resmetmişti. Ne çok gülmüştük. Hayatta sahip olduğum en iyi dost, en iyi arkadaştı.


Kız arkadaşlarımla konuşamadıklarımı konuşabildiğim, sırların sır olarak kalabildiği nadir dostluklardan birini yaşamanın hazzındaydım. Evliliğim dahil her kötü günümde telefona sarılıp aradım, dertlenip ağladım. Sabırla dinledi ve hep iyi yönde teskin edici sözlerle, küçük tartışmalardan büyük kırgınlıklar yaratmamam gerektiğini öğretti.


Her canlıyı sevme aşkına hayran oldum. Çektiği böcek resmini anlatırken bile yaşamın karşısında gösterdiği saygıya ve teslimiyete gıpta ettim. Hep mutluydu, kendinde olanla yetinmeyi hep bildi. Bahşedilenleri geliştirmenin olmayanların peşinde koşmaktan akıllıca ve mantıklı olduğunu söylerdi.


Evliliğimin üçüncü yılında eşim tarafından aldatılmaların bir yenisinin acısıyla kavruluyordum. Kendimi kaybetmiş, hayattan bezmiş bir halde telefon ettim.


Daha sesini duyar duymaz ağlamaya başladım. Kendimi kontrol edemiyor, gittiği çekimin onun kariyeri için ne denli önemli olduğunu ve dünyaca ünlü fotoğraf sanatçılarıyla katılacağı sergi için uzun soluklu bir çalışmanın başında olduğunu bilmeme rağmen. Kimseye söyleyemiyordum. Ailem dahil. Kandırılmış ve aşağılanmıştım. Aldatılmak hiç aklıma gelmezdi. Sorumsuzlukları, savruk hayatına karşın eşimi seviyordum. Ona hala aşıktım ve bu duygular yaşadığım acıyı katmerliyordu.


Beni aldatan adamın beni bırakmamasını istiyordum. Kendi düşüncelerime kendim inanamıyor, dile getirmeye de cesaret edemiyordum. Güçlü ve dik duruşum yerle bir olmuştu. Vazgeçtiğim hayallerim ve yaşadığım acılar arasında, görüntü denizinde boğulmak üzereydim, başka çare bulamadığım için aradım. İşinin önemini bilmeme rağmen aradım.


Nasılsın deme fırsatını vermeden, ağlamamla boğulan konuşmalarımın arasında “Aldattı” diyebildim. Sadece “Aldattı” Sesi kesilmişti. Karşıdan cevap gelmiyordu. Bir müddet bekledim, hattın düştüğünü sandım. Telefonu ben de kapattım. Arayacağını düşünüp beklemeye ve ona anlatacaklarımın zaman sıralamasını yapmaya başladım kafamda.


Neler olmuştu, nasıl olmuştu. Telefonda kısaca nasıl ifade edebileceğim üzerine düşündüm. Telefon çalmadı. O aramadı. Meşgul olduğu için aramadığını, zaman bulunca arayacağını söyledim kendime. Bir gün, bir hafta. Ses seda yoktu. Bir yanım kızarken, dostluğunun gerçek olmadığını ihtiyaç duyduğumda, işinin benden önemli olduğunu söylerken, hayatımın diğer zor günleri aklıma gelince ona haksızlık ettiğimi diğer yanım yüzüme vurdu. Bekledim. Öylece bekledim. Dosttuk, arayacaktı.


Bir daha aramadı, sormadı. Ona bir şey oldu diye korkup endişe duydum. Ta ki, açılan serginin ilanlarını gazetelerde ve dergilerde birkaç ay sonra görene kadar. Gayet iyi di demek. Hayatında olumsuz bir durum yoktu. Sergisini açmanın telaşından arayamamıştı. Artık arar düşüncesiyle yeniden beklentiye düştüm.


Beklentimin ve ona söyleyeceklerimin düşüncesiyle geçirdiğim zaman ayı devirdi. Haber yoktu. Kendime gelmiştim, toparlanmaya başlamış, yeni bir de ev tutmuştum. Ailemin yanında değil, kendi ayaklarımın üstünde duracaktım.


Çalışıyor ve yaşadığım kötü günleri unutabilmek için daha çok çalışmanın bana iyi geldiğine inanıyordum.


Bir dergiye girdim sekreter olarak. Meraklı, becerikli ve bakımlı olmanın getirisi gecikmedi. Yetiştirmek üzere yayın grubuna girdim. Araştırmalar yapıyor, sanatsal haber değeri olan küçük yazılar yazıyordum. Mutluydum ama onunla olan dostluğumuzun bitmesinden, bitip bitmediğini de bilememekten huzursuzdum.


Aklıma geldiği zamanlar öfkeleniyor sonra işe dalıp unutuyordum. Kalbimin bir yanı kırıktı. Telefonu değişmiş, adresi değişmişti. Yurt dışında yaşamayı seçmiş ve ona ulaşabileceğim her kanalı sanki bilerek değiştirmişti.


Yaşadıklarımın üzerinden tam beş yıl geçti. İyi görünüyordum, eskisi kadar güçlü ve kararlı. Başarılıydım. İnanmayacaksınız ama eski eşim pişman olup geri gelmek de istedi.


Kurduğum hayatta ona yer yoktu. Olduğu gibi söyledim. Ne dost ne de eş olarak onu istemiyordum hayatımda. Resim yapmaya olan merakımın perçinlediği dersler bu dalda başarılı olabileceğimi göstermiş, iyi kötü ressam olabilecek kapasitenin bende olduğunu söyleyen öğretmenim desteklemesiyle daha çok çalışmaya ve resim yapmaya başlamıştım.


Evde resim yapmak için tuvalin karşısında duyduğum bir geceydi. Beyaz zemin bana bakıyor ve ben üzerinde dans eden renkleri daha fırça değmeden hayal edip büyüsüyle coşkun bir duygu selinde yüzüyordum.


Kapının çaldığını nice sonra fark ettim. Açtım, kimse yoktu. Tam kapatacakken yerde duran kutuyu gördüm. Rengi maviydi, en sevdiğim tonda. Mavinin sevdiğim tonunu bilen tek insandı o. Kutuyu alıp etrafıma bakındım, kimseler yoktu. Gecenin sessizliğinde adını haykırarak sokağı çınlattı sesim. Binalara çarpıp kendi kulağımda yankılandı. Yoktu.


Kutu ve ben. Kanepenin üzerinde oturuyoruz. Açtım, içinden bir mektup çıktı. Yazısını tanıdım. Bir de benim el çiçeğim. Ona atmıştım nikahtan sonra.


Canım,


Telefonlarına cevap vermemiş olmamdan ve seni aramamış olmamdan ötürü yaşadığın duygusal karmaşıklığı bir nebze de olsa huzura erdirmek için yazıyorum. Eşinden ayrıldığını, yeni hayatını ve hatta resim yaptığını biliyorum. Devam et lütfen, başarılı olacaksın.


Seni aramadım ve sormadım. Bunu yapmaya gücüm olmadığı için yapamadım. Şaşırdın belki de. Merak etme bir sorun yok. Her şey yolunda.


Bana evleneceğini söylediğin günü hatırlıyor musun? Gözümden akan yaş karşısında ne denli mutlu olmuştun. Senin mutluluktan ağladığın zamanlara, aynı mutlulukla eşlik eden bir dosta sahip olmanın sevincini bana sarılıp, beni öpücüklere boğarak kutlamıştın.


O yaş mutluluğun değil, söyleyemediğim ve hep içimde taşıdığım, ağırlığıyla gittiğim her yerde sana savrulduğum aşkı kaybetmenin acısındandı.


Seni hayatım boyunca kaybetmektense, dostun olarak kalmaya çabaladım ki uzağında olmayayım.


Sen üzülürken yanında olamadım çünkü, karmaşık duygularını daha çok karıştıracak bu açıklamayı yapmak için zamana ihtiyacım vardı.


Neden kız arkadaşlarımla tanıştırmadığımı sorardın, ben de geçiştirirdim bu sorunu. Ben senden başka aşk yaşamadım.


Sevgiyle ve aşkla…


Mektubu okudum, ne düşüneceğimi bilemeden kanepede ağlayarak uyuya kalmışım.


Rüyamda, çocukluk yıllarımızdan bir sahne gördüm. Bir komşunun evindeydik. Yaşlarımız sekiz gibi kulağıma eğilip “Seni seviyorum” demişti. Hatta kadınlar gülüşünce utanıp kızarmıştı.

Kucağımda mavi kutuyla ve huzurla uyandım. Nedenini bilemediğim bu kopuşun huzursuzluğundan sıyrılmış ama kaybetmenin acısını da yeniden yaşamaya başlamıştım.


AŞK BAZEN, ANLAYAMAYAMADIĞIMIZ KADAR YAKINDIR!

 

Sağlıkla ve mutlu kalın 23/12/2011

Gülay Mustafaoğlu

 

 

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..