Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '11

 
Kategori
Öykü
 

Aşk eski bir yalan!

Aşk eski bir yalan!
 

internet alıntıdır


Kimseyi üzmek değil asla maksadım,

Bazı öyküler hüzün içerir ve destansıdır,

Gönül telini titretir, zaman zaman da ağlatır,

Bu öyküm, arkadaşım Emine’ye ithaftır.

Ufak tefek, minyon, şirin mi şirin bir kızdı Emine. İşe yeni girmiş ve işyerinin hemencecik maskotu oluvermişti. Büyük bir salonda kırk beş kişi çalışmaktalar, iş yoğun ve dinlenme yok denecek kadar az. Halkla irtibatlı olduklarından, salon gün içerisinde yüz kişinin soluk almaya çalıştığı bir ortama dönüyordu.

Kısacık saçları, kara gözleri, cin gibi bakışları hele hele de neşesi takdire şayandı.

Tam sessizliğin hüküm sürdüğü bir an, Emine bir espri yapar, herkesten kopar kocaman kocaman kahkahalar. Otorite, ciddiyet yerlerde.

O koca salonun duvarları sarsalanır çın çın kahkahalardan.

Aman aman!

Şef çok kızdı! Sakın kaldırma başını masadaki evrakın üzerinden!

Herkesin abisidir Altan.

Kaldırmış kaşlarını, gözlüklerinin üzerinden diker masmavi gözlerini süzer salonu baştan aşağı, kime kızsın ki hepsi katıla katıla gülmekte. Haydi!! O da katılır ortama, kahkahanın bini bir para.

Günler, aylar böyle kâh gülüp, kâh çalışıp geçer gider su gibi. Emine sosyo ekonomisi kısıtlı ailesine, yardımcı olmayı esirgemez asla.

Gel git zaman!

Emine âşık olur! Hem de deliler gibi. Uyarır arkadaşları, sakın ha! Diye. Ne mümkün aşk ferman dinler mi? Emine de dinlemez! Aynı iş yerinde çalışan Ziya ile anlaşır, gözü görmez kimseleri, kulak da asmaz söylenilenlere.

Her genç kız gibi hayalidir, aşkı ile evlenip bir yuva kurmak ve o bembeyaz gelinliği giyip narin bir kuğu misali süzülmek sevdiğinin kolunda. Derken evlenirler ve sevdalı birlikteliklerinin ömür boyu sürmesidir tüm dilekleri.

Ayları, yılları tüketirler ve evlilikleri bir güzel yavru ile de taçlanır. Mutluluğuna diyecek yoktur. Kanatlanır uçar her gün işe gelirken, iple çeker akşam saatlerini, evine yuvasına ve evladına kavuşacağı anları.

Emine bir sabah! Kolu sarılı ve askıda bir halde gelir işe!

-Hayrola? Der arkadaşları.

-Kapıya çarptım akşam evde, görmedim.

Bir diğer gün, mosmor gözlerle gelir! Yine sorulara maruz kalır! Ne oldu? Diye.

-Banyonun kapısına çarptım!

Kimselere söylemez derdini, geçiştirir hep soruları, sıralar her seferinde türlü mazeretleri. Diyemez ki çektiği çileleri! Emine’de kalmamıştır ne eski neşe, ne de enerji.

Dayanamaz arkadaşlarından biri,

-Kızım, sen söylemesen de biz biliyoruz senin halini. Bu Ziya, seni her gece zedeler değil mi?

-Neden izin veriyorsun ki? Kendini savunsana!

-Nasıl?

-Benim ona gücüm yetmez ki!

-Senin elin armut mu topluyor? Vur kafasına terliği ya da eline geçirdiğin bir eşyayı! Karşısında durup da yeme dayağı!

Sevinçle gelir işe, bir gün Emine, hemen gider arkadaşının yanına.

-Bu gece ne yaptım bilir misin?

-Ne yaptın? Söyle!

-Evdeki kristal vazoyu kırdım Ziya’nın kafasında. Her yeri kan revan. Git bak, sarılı kafası gözü!

-Bir şaşırdı, bir korktu ki sorma! İndirdi elini şaşkın şaşkın, şoka girdi! Hiç beklemiyordu böyle bir hareket benden. Özür diledi ve söz verdi artık kaldırmayacak bana elini.

Arkadaşı, salladı başını belli belirsiz.

-Bak gördün mü?

-Bir musibet, bin nasihate bedel!

-Aferin Eminem,

Emine, artık mutlu, en azından bitmişti dayak faslı. Kavuşmuştu eski neşesine yine ışıldamakta gözleri sevinçle.

Çalışmakta var gücüyle, bir de akşamları fazla mesaiye kalmakta, ışıldamakta yine, muzipliklerine de devam etmekte.

Bilmez ki! Ah! Bilemez ki! Ziya, ondan habersiz ne işler çevirmekte!

Bitti ya, şiddet, dayak, eziyet. Dört elle sarılır işine, yuvasına, kızına.

Artık! Güzel günler yaşanacak, önündeki günlerde, yıllarda.

Meğer! Ziya boşuna dayak atmazmış! Bulmuş bir sevgili kendine dışarda, gönlünün keyfinde eğlenmekte, amacı da dövüp Emine’yi evden barktan kaçırmak.

Eh! Hani en son eşi duyarmış ya! Kıyamaz arkadaşları, istemezler yıkılsın dünyası Emine’nin, herkes bildiği halde sus pus. ‘Sarımsak bile kokusunu kırk gün saklayabilmiş’ misali. Nereye kadar saklayacaklar ki? Sonunda öğrenir acı gerçeği Emine’de!

Emine, yıkılır, paralanır, yüreciği yaralanır. Beğenemez ağlamaları, sel olur akar gözyaşları. Eser kalmaz gayri ne neşesinden, ne ışıltısından, ne de sevgisinden.

Yalanmış aşk!

Felek, durur mu? Örmüş ağlarını. Hastalanır Emine, her gün hastane, doktor doktor gezmekte. Teşhis kötü! İflas etmiştir böbrekleri. İlaç, tedavi fayda etmez, o dönemde organ nakli de yok. Emine mahkûm olur diyaliz makinesine. Artık ömrü hastane de geçmekte.

Ziya ise sevgilisi ile zevk-i âlemde. Emine hasta imiş ona ne!

Minik kızları, Emine’nin ailesinin yanında, analı-babalı, ana baba hasreti yaşamakta. Emine diyalizde, arkadaşları kahrolur, vazife edinirler her gün biri, onu yalnız bırakmamakta hastane odasında.

Vakit tamam!

Emine gençliğinin baharında, yavrusuna doyamadan veda eder bu yalan ve acı dolu hayata. Mutluluğu buldum sandığı ve maalesef yanıldığı bir anda esir olmuştur feleğin cilvesine, son soluğunu terk eder ve melekler gibi uzanır gider sonsuzluğa.

Ziya? Sevgilisi ile evlenir, hemen Emine’nin daha kırkı dolmadan!

Huylu vazgeçer mi huyundan?

Bu kez! Şiddetin yönü, yuva yıkandan!

Mutluluk uzak! Bulamazlar, Emine’den aldıkları ah’ tan!

Arkadaşları, her 7 Ocak’ta esirgemezler dualarını, vakitsiz göçüp giden, şirinlik timsali Emine’nin ruhundan.

Dilerim ki; tüm kadınlar, eziyet, şiddet görmesin, kurtulsunlar dayaktan.

Hakları değil midir ki? İnsanca, mutlu, mesut ve sevgi dolu bir dünyada yaşamak!

Ayşen Arslangiray Kura

15.6.2011/Kuşadası

İletişim: aysenkura56@hotmail.com

Facebook:http://facebook.com/aakura

Twitter:http://twitter/#!/aysenkura

www.bizsenleikimiz.blogspot.com 

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..